Osmanlı “Ottoman/Attaman”lar bir Balkan yapısıdır. Ve “Ottoman/Attaman”lar Selçukluların değil, Doğu Roma İmparatorluğunun –Bizans’ın- devamıdır.
Son da söylenecekleri başta söyleyerek, ta gerilere giderek bu iddiayı açıklayıp, yorumlayalım.
Büyük Roma İmparatorluğu kuruluşundan itibaren eksikliğini duyduğu şeylerden biri kontrolü altında geliştirebileceği ve hegemonyasını perçinleyecek, imparatorluk dinidir. İlk olarak Avrupa da doğduğu topraklardaki kadim Helen-Grek tanrılarını Roma (Rom-Rum)lılaştırıp onları kutsamıştır. Fakat bu tanrılar bir dünya imparatorluğunu taşıyamayacak ve imparatorları da tanrısallaştıramayacak kadar kalabalık, kaotikti. Roma Sezarları Zeus’tan (Jüpiter) daha aşağıda değil ondan daha yukarıda hiç değilse Jüpiter’le eşit olmalıydı. Gökyüzünde öyle bir ahenk vardı ki bu Sezarlara bir türlü bir yıldızcık bile bulunamıyordu. Tam bir oturmuş tapınak, din adamı sınıfı da olmadığı için, Romalı imparatorlar bu Helen-Anatolia(Küçük Asya) tanrılarına ısınamadılar. Doğu seferleri sırasında tanıştıkları Mandaizm, Zerdüştlük ve Manicilik gibi Doğu mistik öğretileri gizemli ve Batı mantığıyla çabuk algılanabilecek dinsel inanışlar değildi yine de bunları da denediler. Fakat o dinlerin kökleri de çok kadim inanışlara gidiyordu. Ritüelleri ve kontrolleri zordu. Ve bir türlü hegemonyanın kontrolüne alınamıyordu. O dönem için iki kutuplu eski dünyanın diğer kutbu Sasaniler bu dinlere daha yakın idiler. Yönetim tarzı olarak bu dinleri daha da kolay kontrol altına alabiliyorlardı.
Aslında, hem Mısır üzerinden hem de Helen-Grek kültürünün beraberinde taşıdığı Anatolia (Küçük Asya) ile Arap topraklarına geçişle Yahudilikle tanışmışlardı fakat bu tek tanrılı kökleri karışık inanışın en büyük handikabı ırksal olması, tüm yapısını ırksal kurmasıydı. Ve Yahudilik efsanevi olarak döneminin en büyük hegemonyasına başkaldırı olarak ortaya çıkmıştı. Bir imparatorluğun böyle imgeler taşıyan bir inancı biçimsel olarak kendi istediği forma getirebilmesi ve bu dinin evrilebilmesi çok zor idi. Burada da çok fazla kontrol edilebilecek bir boşluk yoktu. Zaten Yahudiler tarihsel olarak bir iki ufak çıkış dışında kendilerine vaat edildiği sahanın dışına çıkmaya da pek niyetli değillerdi. Bir miktar Kafkasya (Hazar bölgesi) ile çok küçük bir Afrika alanı dışında bütün dinsel etki alanları Kenan toprakları idi. Kendi içine çok kapalı gelecek vaat etmeyen bir yapıya sahipti. Hatta bir dönem Mısırdaki kadim inanışları bile yoklamış olan Roma imparatorluğunun ayağına bu kısmet dinlerin menbaa’sı Ortadoğu (doğu) coğrafyasından gelecekti.
İsa adında biri inancına davet ettiklerine şöyle sesleniyordu:
“Öyleyse Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrı’ya verin.” (Matta 22:15-22)
Roma topraklarında bir din doğmaktadır. Hatta gebelik dönemini de Roma topraklarında yaşamış, doğumunu Roma toprakları olan kutsal topraklarda gerçekleştirmiş olan Yahudilik beşiğinde nur topu gibi İmparatorluğa Tek Tanrının hediyesi, bakir tüm oluşumlarını elleriyle yapabilecekleri hatta inananlarının günahlarının kefareti olarak kendi canını verecek olan kurucusunun Tek Tanrının oğlunun dini Hıristiyanlık. Bu kadar büyük bir İmparatorluğa böyle bir din gerekli idi. Roma topraklarında doğmalı, tüm Roma toprakları mitlerini içermeli ve öyle bir Tanrı olmalıydı ki bütün o Tanrı kalabalığını, kaosu bünyesinde barındırmalıydı. Varisi yalnız ve yalnız Emperyal olmalı idi. Öyle bir Tanrı ve din olmalıydı ki müjdecisini bile kulları için katledebilmeli ya da buna göz yumabilmeliydi. Roma topraklarında Yahudilere ben sizdenim diye başlayarak yapılan Müjde, Yahudilerin Romalılarla ortak hareketiyle çarmıha gerilmişti fakat bu çarmıha gerilme maalesef ki Yahudilerin çarmıha gerilmesi olmuştu sonuçta.
MS 50’lerden itibaren ki Roma kroniklerde ilk defa İsa olayından lokal olarak bahsedilmektedir. İncil’e göre Hıristiyanlığı yaymak için kurulan yedi kilise Roma topraklarına, Meryem’in gebeliğini geçirdiği Anatolia topraklarına kurulmuştur. Tabi asıl Romanın gücü İsa’nın söylediği gibi Sezar’ın hakkı, Sezar’a verilecek ve Büyük Kilise o Yüce Kayanın Sezarların yüreğinin üstüne tam o Yedi tepeli Romanın kalbine kurulacaktı.
Evet İncillerin ortaya çıkması da 70’li yılları bulacaktı. Bir Romalı olan Pavlus’un Aziz Petrus himayesinde Hıristiyanlığa girmesi ile yepyeni bir ivme kazandı. Tarsuslu Pavlus’un öğretileri ve gittiği yerlerde Roma vatandaşı olma ayrıcalığı kullanması o dönem için ikili bir durum yaratıyordu. Roma bir yandan bu yeni inanışla mücadele (!) ederken bir yandan da bu din Roma topraklarında yayılıyor ve kiliseleri Romanın en önemli merkezlerinde gizli-aşikâr faaliyette bulunuyordu.
İşte o andan itibaren bütün ironisiyle, Müjde kitabı (İncil) Tanrının oğlunu Çarmıha geren Romalılar, Hıristiyanlığa şekil vererek, çarmıha geren değil ama İsa’yı kurtarıcı olarak kabul etmeyip dışlayan Yahudiler (ki İsa’da bir Yahudi idi (!) ilahi hikâyeye göre); bu dinin ilk düşmanları olacak ve sonrasında İki Roma İmparatorluğu içinde de hep iki sınıf muamelesi görecekti. Sonra ki dönemlerde de “Roma Hıristiyanlığının” merkezi Avrupa da dönem dönem bu düşmanlık bir şekilde kendini hep gösterecekti.
Roma hegemonyasının (her iki Romanın da) yaptığı şey her hegemonyanın yaptığı oldu. Dini yönetimlerinin merkezinde göz önünde tutmak oldu. Kudüs’e değil, kendi merkezlerine kurdular Kutsal Kiliselerini ve ruhaniyet makamlarını, Kudüs kutsal olarak kaldı. Ama artık Vatikan’ın sonrasının da Vatikan ve İstanbul’un gölgesinde bir Kudüs olarak kalacaktı. Çünkü İncil de İsa’yı konuşturan güç Büyük Kiliseyi nereye kuracağının işaretini ve vasiyetini vermişti.
Roma yeni dinini bulmuştu. Roma İmparatorluğu yönetim olarak ilginç bir yapıydı, birkaç güçlü yönetici ve senato beraber yönetiyordu. Bu güçlü komutanlarda imparatorluğun farklı yerlerinin Sezar’ı idi.
Yeni din oluşmaya başlamış, bu yeni dine İncil de yazıldığı gibi “Sezar’ın hakkını Sezar’a” vermek adına, birçok durumlar eklenmişti ki, Roma tebaaları eskiden yeni ye geçerken zorlanmasınlar. Roma sarayı, kilisenin kuruluşunun her aşamasındaydı, kilise kurulduktan sonra her büyük devletin içinde olduğu gibi yönetimdeki klikler, din kurumuna da yansıdı. Farklı akımlar, farklı ekoller belirdi. Kutsal İsa’nın, Tanrının oğlunun dininin teolojik sorunları baş göstermeye her kesimin farklı yorumları oluşmaya başladı.
Bu arada İmparatorlukta eski ihtişamında değil, parçalanma-bölünme sürecindeydi. Doğu ve Batı Roma imparatorluklarının ortaya çıkması uzun sürmedi. İki imparatorluk, yüzlerce İncil sureti, onlarca ekol, her ekolün bir o kadar tarikatı. Birkaç tane kutsal kilise, imparatorluk dağılırken, imparatorluğun arayıp tarayıp sahiplendiği dinde kaosta idi. İmparatorluk yaşlanıyor, evlat edindiği din daha emeklemeyi bitirmiş, ergenliğe bile girmemişti daha. Yaşlı gövdeye, genç uzuv biraz ağır mı gelmişti? Tabi ki hayır, İmparatorluk ta kendini yeni yapıya uydurmaya çalışıyordu. Bunu yaparken de her iki imparatorlukta bu din tartışmalarını kiliseye bırakmayacak, kontrolü elinde tutacaktı. Hiç çekinmeden ekol tartışmalarında bile tahttaki Sezar taraf olabiliyor ve Kilisenin Sezar’ın hakkını ne kadar Sezar’a verdiğini gözlem altında tutuyordu.
Roma İmparatorluğu; Helen, Sparta, Trak, Mısır ve Kartaca uygarlıklarının o kadim uygarlık devlet yapılarının devamı idi. Bu miras üzerine oturuyordu. İmparatorluk Keltlerden bile miras taşıyordu. En eski uygarlıklardan beri, her hegemonya bir önceki hegemonyanın devamı idi. O yüzden de imparatorlar bu bilinçle kontrolleri altındaki kurumları gözlerinin önünden uzak tutmuyorlardı. Buna din de dahildi.
Bir yandan Roma kilisesinin yani Roma Sarayının, diğer tarafta İstanbul kilisesinin ve İstanbul Sarayının kontrolünde konsüller toplanıyordu. Özellikle İstanbul ve Roma arasında kilisenin otoritesi ve kontrolünün hangi kilise de olacağı farklı teolojik tartışmalar adı altında ama özünde hegemonya mücadelesi olarak sürüyordu.
Sonunda birbirleriyle anlayış farkı olan iki Kutsal Kilise Papalık ve Patriklik ortaya çıktı. Roma resmi olarak iki parçaydı. Doğu ve Batı imparatorlukları ile Papalık ve Patriklik. Özü itibariyle Ortak Tanrı, ortak İsa ve Kutsal Meryem vardı. Güneşin doğuşundan batışına kadar ki hatta aslında aynı Hegemonyayı aynı Güneş aydınlatıyordu (Tabi bunlar dışında iki Kutsal kilise daha vardı fakat etkileri bu ikisi kadar değildi. Otorite onların pek de gelişmesine imkan vermiyordu). Dört kutsal metin belirlendi. İki kilise birbirlerine sırtını dönmeye başladı. Hikaye bu aşamadan itibaren daha renkli hale geldi.
(Bu yazının devamı var.... DEVLET'TE DEVAMLILIK ESASTIR 2 . Emperyalin kontrol edemediği Tanrı, Emperyali kontrol etmeye başlar.)
Kaynakça:
1. TURGUT, Vedat. Osman Gazi’nin Kimliği Meselesi ve Cihanşümul Bir Devlete İsminin Verilmesinin Sebepleri Üzerine. Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) Cilt/Volume: 11, Sayı/Issue: 1, Yıl/Year: 2016 (83-120)
2. ÖZBİLGEN, Erol. 99 Soruda Osmanlı. İz Yayıncılık. İstanbul, 2012.
3. TOGAN, A. Zeki Velidi. Umumi Türk Tarihine Giriş –En Eski Devirlerden 16.Asra Kadar-. İş Kültür Yayınları. İstanbul, Şubat 2019.
4. TOGAN, A. Zeki Velidi. Umumi Türk Tarihine Giriş –Haşiyeler ve İzahlar-. İş Kültür Yayınları. İstanbul, Şubat 2019.
6. UMAR, Bilge. Bithynia-Bir tarihsel coğrafya araştırması ve gezi rehberi-. İnkılap. İstanbul, 2004.
8. ULUGÜN, F.Yavuz. Seyahatnamelerde Kocaeli ve Çevresi. https://issuu.com/manaviko/docs/seyahatnamelerde_kocaeli_ve_cevresi/122
9. DOĞANCI, Kamil. Geç Antikçağda Hacı Yolu Güzergahında Bir Merkez: Nikomedia. Uluslararası Gazi Süleyman Paşa ve Kocaeli Tarihi Sempozyumu III Kitabı. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi. Kocaeli, 2018. http://www.kocaelitarihisempozyumu.com/bildiriler3/19.pdf
10. Travelogues, Gezginlerin Bakışı, Yerler-Anıtlar-İnsanlar, Bithynia. https://tr.travelogues.gr/page.php?view=58
11. İzmit Tarihçesi. http://www.artnicomedia.org.tr/index.php/74-tanitim-katagorisi/izmit-tarihi-tarihi-ve-turistik-yerleri/23-izmit-tarihi.html
12. İznik Tarihçesi, Tarihin, sanatın ve doğanın başkenti, rüya kent İznik. https://www.izniktso.org.tr/iznik-tarihcesi
13. GREGORY, Timothy E. Çev: ERMERT, Esra. Bizans Tarihi. YKB. İstanbul, Kasım 2018
留言