Serde biraz tarih, biraz felsefe ve sosyoloji olunca günlük hayatta kullandığımız bazı kelimeler –havalı söyleyişle kavramlar ya da terimler- kulağıma dokunduğunda bazen hiddetleniyorum, bazen de gülüp geçiyorum.
Birkaç zaman önce Linkedin de “Sizin bizim kavramsallaştıramadıklarımızdan mısınız, yoksa yanlış kavramsallaştırdıklarımızdan mısınız?” diye bir paylaşım yapmıştım. Sürekli kavramları eğip bükerek istedikleri şekli vermeye çalışanlara nazire yapmak için.
Ahlak ve etik kavramlarından sonra idi sanırım, kendince “felsefeci” olduğunu söyledikleri bir zatın videosunu seyrettim. Ne diyor bu muhterem konuşmasında “etik neden ahlaksız?” diye sorduğu soruyu cevaplarken, “etik halka göre doğru olanı yapmaktır. Ahlak hakka göre”, aslında benim “pek çok ahlak vardır ama etik tektir. Çünkü ahlak geleneksel ve yerel, etik evrenseldir” önermemi doğruluyor. Etik ahlaksız mıdır gerçekten ya da ahlak etik içerir mi? Sorularıyla hem kavramlar konusundaki kafa karışıklıklarına bir kendimizce son verelim. Hem de hiç değilse birkaç kavramı bir şekilde yerli yerinde nasıl kullanabiliriz diye işe girişelim.
Yazıya girişirken işe etik, ahlakla mı yoksa sosyolojik bir sorun olan toplumla mı başlayayım diye bayağı düşündüm. Birden aklıma evrenseldevim.com bloğumda 2021 yılında yazdığım “HUKUK, AHLAK, ETİK VE EVRENSELLİK” adlı yazım geldi. Çok okuyan bir toplum olmadığımız için bilgi toplumlarının kaprisli kalemleri gibi ben önceden yazmıştım okusaydın kardeşim diyebilecek durumda değilim. Bu coğrafyada bilgi böyle bir şey. Toplumca değersiz görülüyor ama o da bilginin şanssızlığı. Çamura düşmüş bir kez. Altın çamura düşse nasıl değerini kaybetmezse de, bilgi de öyle buranın cehalet ikliminde değersiz görülen bir yerlerde değerini buluyor.
Toplum sosyolojinin temel konusu ve kısaca “Aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan insanların tümü; cemiyet” diye tanımlayabileceğimiz bir kavram. Bir de topluluk kavramı var, onun içinde “Aynı yerde bulunan insan kalabalığı” tanımını vermek yeterli olur. Toplumsal akıl, toplumsal zihin ya da ortak akıl diye ortalarda dolanan bir kavram daha var.
Bireyin aklı ve zihninden söz edebiliriz ama bazılarının iddia ettiği gibi toplumun kendisinin oluşturduğu bireyler üstü toplam bir akıl ya da zihin yoktur. Toplumlar ya da topluluklar psikolojik olarak incelenirken birey psikolojinin teklik ve biriciklik üzerine yaptığı incelemeler –ki bunlar sonra diğer bireyler için genelleme yapılabilir- yerine sürü psikoloji temelinde incelenir. Sebebi burada güdüler gibi çok farklı şeyler daha fazla etken olabilmektedir. O yüzdendir ki çobanlar sürüyü güder (ya da güdüler).
Ah! Bu toplumun ahlakı bozuldu, sözü boş bir lakırdıdan başka bir şey değildir. Toplum diye tabir edilen kitle eğer toplum olabilmişse (her topluluk veya kalabalık toplum değildir) etik değerlere sahiptir. Ahlak bireyle alakalıdır. O yüzden ahlak geleneksel ve yereldir. Etik evrenseldir. Aynı toplum gibi evrensel bir kavramdır. Etik ahlak içerir mi? Şimdi burada Ahlakçıları kızdıracağız içermez, çünkü ahlak etik değeri belki de tesadüfen taşır. Şimdi küçük bir parantezle devam edelim, ileride bu parantez işe yarayacak. İnanç etik içerir, din ahlak içerir. Hiçbir din etik vaaz etmez, ama kendi tanrısının (çoğunlukla kurumsallaştığı cemaatin gelenekleri olur bu) buyurduğu ahlak üzerinedir. Çoğu zaman da etik olmayan ama geleneksel olarak uygulananları ahlaki norm (ya da kutsiyet) içerine sokar. Yani inanç ve din de birbiriyle aynı şeyler değildir. İnanç din içermez ama din etiket olarak mutlaka bir inanca yaslanır. Başka inançtan etik’i ayırarak inancın içini boşaltıp, hegemonyanın ahlakını doldurur. Etiketi inanç ama içeriği gelenek ve mitolojidir.
Bir örnek üzerinden gidersek felsefe ahlak içermez (Ahlak felsefesi bize tapınak baskısı ile düşün yapmaya çalışan feylesofların şimşekleri üzerine çekmeden bir şeyler yapma gayretinden kalmıştır. Etik içermediği için çoğu tapınak öğretileri ve onun hegemonik gücünün dayattığı ahlak üzerine kelamlardır. Adı Ahlak felsefesi üzerine olsa da çoğunun içeriği etrafından dolanarak başka şeyler anlatmaya çalışma gayretidir. Buna en yalın örnek Farabi’nin Mutluluğun kazanılması eseridir. Siyaset felsefesi yapabilmek için satırların ve kelimelerin arasında dolanır durur. İnancı yaz dedikçe, dini kalemini engeller.
Hiçbir toplum ahlaklı değildir. Ne önce ahlaklıydı, ne şimdi, ne de sonra ahlaklı olacak. Toplumlar ahlaksızdır. Toplum olabilmenin şartı etik değerleri oluşturabilmektir.
Etik, ahlak denilen ahlakı içermez. Etik’e konu olan ahlak ile ahlaka konu olan ahlak birbirinden farklıdır. Birey de yansımasını bulan ahlak nedir? Sorusuna verilebilecek en net cevap; ahlaksız olana giydirilmiş ahlak denilen elbise diyebiliriz. Hukuk gibi ahlakta doğduğu yerin tüm değerlerini zaman içinde sınıflandıran ve sürekli hegemonya ile bağlantılı kavramlardır. Ahlak kendi adını Etik’in konusu olan ahlaktan almıştır ve birbiri ile münasebeti yanlızca bundan ibarettir (İnanç ve dinden bahsederken aynı durumu belirtmiştik). Bireyin ahlakında, ahlak (etik ahlakı) içsel değil dışsaldır. Birey ahlakının içseli ahlak içermez. Buradaki ahlak deyim yerindeyse ahlaksız ahlaktır.
Toplumsal akıl denilen şey, sürüyü yöneten çobanın aklıdır. Toplumsal ahlakta çobanın ahlakıdır. Yani kalabalıkları kontrol eden hegemonyaların aklı kadar toplumsal akıl vardır, hegemonyanın buyurduğu ahlak kadar da ahlak.
Burada ahlakçılar hemen şu soruyu soracaklar; bireylerde ahlak, toplumlarda etik diyordun, hegemonya bu etik’in neresinde? Hiçbir yerinde diyerek başlayalım. Etik hegemonya ile içsel ve dışsal hiçbir irtibata girmez. Aralarında kuantumda bahsedilen dolanıklık bağı yoktur. Ayrı evrenleri vardır. Çünkü hegemonya etik barındıramaz, yapısı etik için uygun değildir. Etik’i oluşturan “şeyler” de yalnızca lafzı olarak hegemonya için bir anlam ifade eder. Örneğin; erdem, estetik, etik-ahlak, özgürlük ve adalet. Bunlar yalnızca içi boş olarak hegemonyanın ahlakı gibi dışsal bir giysi olarak vardır. Zaten hegemonya etik’i var eden “şey”lerle bir arada var olamaz.
Ahlak ve etik için kendisini oluşturan şeyler çok farklıdır. Ahlak dogma ve doxa ile beraber var olur. Doxa aynı “dilemma” mantık gibi paradoxa ile beraber var olur. Dogma hukuktaki kanun (kanon) gibidir. Etik o yüzden ahlakta başka “şey”ler üzerinden kendini var eder. Etik evrenseldir ve etik’in şeylerinin tamamı evrenseldir. O yüzden dogma haline gelemez. Eleştirel düşünce “şey”lerinden biri olduğundan doxa ve paradoxa ile ilişkilendirilemez. Mantık felsefenin olduğu gibi Etik’in de en önemli şeylerinden bir olduğu göz önüne alındığında dogma ve doxa Etik’te olmadığı için dilemma mantık anlamsız kalır.
Felsefe dogma haline gelebilir mi? Hem de en kolay dogma haline gelebilecek şeylerin başında sayılabilir. Bugün felsefi dinler ya da dini öğretiler denilen şeyler dogmaya dönüşmüş düşünlerden başka bir şey değildir. Unutmamak gerekir ki dogma kavramını temellendiren ve dogmayı tanımlayan bile felsefenin kendisidir. Aynı doxa gibi. Ortaçağ düşününde dogma felsefe ile o kadar iç içeydi ki, bir konuda tartışılırken o konuda “Aristoteles bir şey söylemiş mi” ona bakılırdı. “Aristo sözü” o dönemde Aristoteles’in düşünlerinin hepsinin dogma haline geldiğini göstermektedir. Ya da “Yeni Platoncuların” Platonun düşünleri üzerinden kurdukları dogma ve doxa gibi.
Bu inançlardan yönünden de böyledir. İnançlarda dogma yoktur. Dinler kurumsal yapılar olduğu için dogmadırlar. Bu dogma aynı zamanda kendi ahlakını oluşturur. Etik barındırmayan kurumsal yapı gövdesi içinde alt birimler oluşur. Bu bütün dinler için geçerlidir. Felsefi din denilenler buna dahildir. Örneğin Japonya da din yok herkes ateist ama herkes de ahlak var denilir. Bu çok sık kullanılır. En basitinden Şinto dindir. Ve tapınağı olan her dogma, din adamı olan her dogma bir dindir. Japonya ateist deriz, geleneklerine çok bağlı ve ahlaklı deriz ama Japonya Kralının Güneş Tanrının oğlu olduğunu unuturuz. Japonya da ahlak vardır ve bu ahlak Japonya’ya özgüdür, evrensellik içermez. Etik burada nerededir derseniz, toplum olup olamadıklarına kabul edilmiş ahlakın etik-ahlak mı yoksa gelenek ve dinden gelen ahlak mı olduğuna bakmak gerekir. Bakınca da durumun bayağı karanlık olduğu görülebilir. Bu Çinin Konfüçyanizm de ya da Hindistan’ın Budizm’in, Ortadoğu’nun tek tanrılı dinlerinde veya pagan dinlerde de görmek mümkündür. Din ahlak, inanç etik üzerinedir.
Toplum, Ahlak, Akıl ve Etik konusunda yazarken hegemonyayı yazmadan konu biraz karışacak gibi. Hegemonya ilkel yaşamdan sosyal yaşama dönüşte insanların ilk buldukları sosyal merkez. Toplumun ana merkezi hegemonyadır. Hangi ideoloji veya sosyal yapıya giderseniz gidin bu ana merkez etrafında şekillendiklerini görürsünüz. Süreç içinde kurumsallaşan hegemonya devamlılığını sağlamak amacıyla kendisiyle çıkar ilişkisi içinde bulunduğu küçük hegemonik yapılar oluşturmuştur. Bunlarda zaman içinde kurumsallaşmışlardır. Bunlardan en bilinen olanları din, ordu, bürokrasi diyebiliriz. Hegemonya süreç içinde bu kurumsal yapılarında doğal lideri haline gelmiştir. Kralların, imparatorların veya devlet liderlerinin hem dini, hem askeri hem de askeri önder kabul edilmesi gibi. Yine bu hegemonik devamlılık için kontrol edilen tüm yapılar yoluyla kontrol edilecek topluma dayatmalar yapılmıştır. Bunları ahlaki, dini, kanuni vb. şekilde olmuştur.
Hegemonya ilk başladığı andan itibaren etikle uyumlu olamayacağını anlamış ve ahlaka yanaşmıştır. Hegemonya özellikle din ve bürokrasi yoluyla toplumsal olması gerekeni bireye, bireysel olması gerekeni topluma dayatmıştır. Bunun en görünen örneğini mülkiyet ve inançta görebiliriz. O yüzdendir ki bugün aslında bireyde olması gereken etik toplumsal diye bahsediyoruz.
Dogma ve doxa (ve onun paralelinde doğan paradoxa) etik için en büyük engeldir. Erdem etik konusu iken iyi-kötü, mutluluk ahlak konusudur ve göreceli kavramlardır. Konuyu biraz dağıtma riskine rağmen bir konuya kısaca değinip devam edelim; sorulan bir sorudur: ilkçağ felsefecileri örneğin Sokrates, Platon ve Aristoteles kölelik için neden bir şey söylememişler ve normalleştirmişlerdir? Ya da günümüzde çok popüler Epiktotes’in aslında bir köle olduğu modern toplumu pek de ilgilendirmez? Hoş kendisi bile kölelikle ilgili hiç de kötü konuşmamıştır. Bunları sorarken kadim öğreticiler ya da ilk felsefecilerden beri oluşmuş tüm kurumsal çok/tek tanrı dinlerinde kölelik mevcut kurum olarak görülmüş ve kölelerden nasıl ideal köle olarak davranmaları gerektiği gösterilmiş ve istenmiştir.
Bu soruların sebebi; felsefenin ve dinlerin doğduğu zaman ki toplumsal hegemonik yapılardır. İlkçağ felsefesinin kurucu babaları ya da önceki bilge öğreticiler ya din kurumunun önemli ferdi ya da tiran, kral veya imparator. Aristoteles gibi İmparator hocası, Sokrates gibi kentin en önemli ailelerinin çocuklarına eğitim veren düşünür, Platon gibi kentin en önemli ailelerinden birinin veliahttı. Tabi yedi bilgede de durum değişmiyor, Thales kölesi ile beraber geziyor, Solon halka demokrasi anlatırken yemeğini kölesi yediriyordu. Bu düşün insanları etik kavramını biliyor, Sokrates her fragmanında mutlaka “erdem”den bahsediyor. Ya da eleştirel düşüncenin temellerini atıyordu. Fakat etiksiz ahlak gözlerinin önündeydi. Epiktotes köle idi, mutlu idi. Kölelik onu hiç rahatsız etmedi. Kölelikle mücadele için kılını bile kımıldatmadı, çünkü etiksiz ahlak ile mutluydu. Köle olarak mutlu olmayı erdem sayıyordu. Sahi Sokrates hep erdemden bahsederken erdemi nasıl tanımlıyordu (ya da Sokrates adına konuşan Platon, çünkü belki de o metinlerdeki Sokrates Platonun bizzat kendisiydi)?
Konu bir paragrafla çetrefil bir hal aldı. İşin aslı insanın karmaşık, toplumun basit olmasında. Toplum belli bir çıkar için bir arada olan insan kalabalığıdır. İnsan bütün çıkarlarla ortaklık veya muhaliflik yapabilecek iradeye sahiptir. Toplumsal irade yoktur. Bireyde hafıza ve sorgulama mekanizması varken toplumsal hafıza olmadığı için, toplumsal olarak her yaşanan defalarca yaşanabilir aynı “tarih tekerrürden” ibaret sözünde olduğu gibi. Bireyin kaçındığı şeyler toplum için bir anlam ifade etmez, çünkü onun arşiv mekanizması yoktur. Olay anında onu çağırıp ona bakma şansı yoktur.
Birey etik değere ulaşmadan toplumsal etik bir iddiadan ileri gidemez. Birey hegemonya ve sürü ile beraber yaşarken etik değere ulaşması zordur. O yüzden hegemonyanın ahlakı bireye yapışmış, evrensel etik toplumsal alanda kalakalmıştır. En başta din sonra siyaset ahlak ister. İngilizce Morality yani törel olan onun için kullanışlıdır.
Etik; estetik, erdem, etik-ahlak, eleştirel düşünme, özgürlük, adalet ve evrenselliği içermektedir.
Comments