Görsel Kaynak: https://erzurumsayfasi.com/haber/ilk-cag-uygarliklari-tyt-ve-ayt-kapsamli-konu-anlatimi-h1596.html
Dünya da özgür felsefenin doğum yeri Eski Yunan ve İtalya topraklarıdır. Bu düşünün doğumunun ebeleri varlık sorunun ve insanın tartışıldığı seküler bir felsefi ortam yaratmıştır. M.Ö. 500’ler de temasta oldukları Mısır ve Mezopotamya Uygarlıklarından düşünün temeli olan matematik (geometri), mitoloji (tarih) ve mantığı (bilim) alarak bu yeni felsefeyi oluşturmuşlardır. Bu bilgileri ve öğretileri aldıkları coğrafyalardan farkları bu yeni oluşan uygarlıkların “din ve tanrı” yüküyle yüklenmemiş olmasıdır. Mısır ve Mezopotamya da bu bilgileri tapınaklardan ve bilgiyi ellerinde tutan din sınıfından almışladır. Bu din kurumları bu bilgileri topluma indirmek yerine toplumu kontrol edebilecekleri kutsallaştırılmış “öğretileri” onlara vermekte, toplumun bilim yönünden ilerlemesi yerine hegemonyanın kontrolünde bir yığın olması yönünde hareket etmekteydiler.
Özellikle birçok din kökenli karmaşadan sonra tek tanrılı ilham kökenli görünmez tanrı kavramını iyice benimseyen Ortadoğu (Mısır, Mezopotamya ve İran coğrafyası) hegemonya ile beraber bunu toplumlara her zaman baskı ile dayatmaya, o yığınları seçeneksiz bırakmaya başlamıştır. Ortadoğu’nun kadim uygarlıklarında bunlar olurken, bilgiler tapınakların karanlık köşelerinde rahipler tarafından kutsal emanetler gibi saklanırken. Avrupa ve Yunan topraklarında bambaşka şeyler olmaktadır.
İtalya da insanlık tarihinin en uzun ömürlü İmparatorluğu doğmakta iken, Yunan coğrafyasında Ege adaları ve Küçük Asya da küçük küçük site devletleri birleşmenin yolunu arayıp bir yanda da özgür bireyler olarak felsefeyi ortaya çıkarmaktadır. Aslında bu dönemler Avrupa Rönesans’ının ilkidir ve sonra ki içinde çok sağlam temeller bırakacaktır.
Ortadoğu tek tanrılı dinleri buna Hint-Çin dinlerini (veya öğretilerini) de dâhil edebiliriz ilk ortaya çıktıkları dönem de toplumda itici güç haline gelmişken, her inancın dogma haline dönmesinden ve kurumsallaşmasından dolayı toplumu atalet halinde bırakmaktadır. Sonuç olarak inanç sistemlerinin sürekli savunduğu inançlarının birçok ilerlemeyi sağladığı düşüncesi ilk bakışta doğrudur, sonrasında o ilerlemeyi sağlayanlar ve o bilimsel düşünce inanç sisteminin dışına atılmasıyla yani aforoz edilmesiyle inanç artık değişmez kurallar ve ritüeller yığını haline gelmektedir. Çünkü bilim sürekli değişimi desteklerken inanç kurumları ve onun ortaklık etmiş olduğu hegemonya değişimi kontrol edemeyeceğini bildiğinden bunları dindışı kabul ettirmiştir.
Roma ve Yunan toprakları tam bir uygarlık haline toplumla beraber düşün insanlarının ortak hareketlerinden doğmuştur. Diğer coğrafyalar tanım yerindeyse “kul” toplum kültürleri yaratırken, Roma ve Yunan coğrafyası (küçük Asya dâhil) “özgür vatandaş” toplumu ve onlara ait bir uygarlık yaratmıştır.
İbrahim’in İran ve Hint kültüründen getirdiği dönemin Orta sınıfı (hayvancılık ve çiftçilik) ile ortaya koyduğu kendince şekillendirdiği yeni inanç sistemi sonrasında Mısır da birçok din denemesi (Akineton anlayışı dâhil) sonucunu ortaya koymuştur. Yahudiliğin kurucusu Mısır Sarayı prensi Musa’nın aynı İbrahim gibi mevcut hegemonyanın ekonomik dayanağı olan Zanaatkâr ve çiftçi sınıfını alıp yine İbrahim diyarına götürmüş. Bu sefer Musa’nın inanç sistemi Mısır ve İbrahim’in taşıyıp getirdikleri ile kendi kurduğu hegemonyasının oluşturduklarıyla beraber ortaya çıkmıştır. Her iki inanç sistemi de döneminin tüm hegemonyalarını zorlamış, coğrafya da yeni kurallar yığını ile yeni ortaklıklar oluşturmuştur.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Avrupa Rönesans’ının Hıristiyanlık sonrası karanlık dönemden aydınlığa çıkarması Roma ve Yunan (Helen) uygarlıklarıyla beraber sekülerleşen ve kurumsal Yahudilikten dışlanan Yahudi toplumunun da katkılarıyla olmuştur. Bunlara sonraki ek İslam coğrafyasından dışlananlar seküler Müslümanlar ve eski pagan kültünü devam ettiren kapalı toplumlarca olacaktır. Yahudilik Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında kendilerini o yörenin gerçek sahibi ve tanrılarının vaat ettikleri topraklar inancıyla tüm coğrafyayı yepyeni bir hale getirmiştir. İlk dönemlerinde yeni bir kültür oluştururken o coğrafyanın kadim uygarlıklarından ve özellikle Asur medeniyetinden kendine çok şey katmış, Mısırdan gelen bu kitle tam bir Asuri olmuştur. Ve Ortadoğu coğrafyasını sonrasında tüm dünyadaki inanış sistemlerini baştan sona etkileyecek görünüşte “tek tanrı” ve “seçilmiş toplum” sistemini getirmiştir. Bundan sonra Çin’den Avrupa’nın son noktasına kadar hiçbir şey aynı olmamıştır. İnanç sisteminin “dogmanın” asıl başladığı an Yahudi tanrısının artık tamamen yeryüzüne indiği ve kendisi adına hareket eden elçiler gönderdiği, yalnızca o elçilerinin duyup görebildiği öğretiler, talimatlar buyurduğu dönem olmuştur. Bu dönem Muhammed’le devam etmiş sonrasında sonlanmıştır. Çünkü hegemonya artık elçilerin vekilleri üzerinden de vaaz edebilecek hale getirilmiştir.
Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın dinsel kurumları ile Asya Öğretisinin kurumları Helen ve Roma kültürü üzerine yağmur gibi etki etmektedir. M.Ö. 100lerden itibaren aynı dinlerin ilk çıkış ivmelerinden sonra atalete ve yozlaşmaya doğru gitmesi gibi, felsefe ve toplumsal ortam bu iki uygarlıkta da tökezlemeye başlamıştır.
Sonraki yazı: ORTAÇAĞ BATAKLIĞI VE RÖNESANS.
Commentaires