GAYRİMENKUL BALONU
Ana akım iktisatta; makroekonomik göstergelerle, gayrimenkul piyasaları arasında ilişki kurma çabası taşıyan sınırlı sayıda çalışma “gayrimenkul balonu” olgusuna ilgi göstermekle birlikte bu tür çalışmalar büyük oranda neoklasik paradigma etrafında şekillenmiştir. Yapılmış sınırlı sayıdaki çalışmalarda ise “Derinleşemeyen ve çeşitlenemeyen finansal piyasalar”, “Devletin düzenlemelerindeki yetersizlik veya aşırılık” ile “bilgi ve planlama (ma) hataları”gibi klasik neoliberal kabullere başvurulmuş ve bu olguları rekabetçi serbest piyasadan sapmanın bir çıktısı olarak niteleme kolaylığına başvurmuşlardır.
İktisatçı akademisyenlerin bu konuya ilk olarak bakış attıkları dönem Asya Kaplanları olarak anılan Güney Kore, Malezya, Tayvan gibi Uzakdoğu’nun başrolünü üstlendiği 1997’de patlak veren Asya Krizidir. Bu kaplanların nasıl bir finansal krizle yere çakıldıklarını anlamlandırabilmek için yapılan çalışmalarda kriz dinamikleri incelenirken özellikle gayrimenkul piyasalarına sistematik ve merkezde bir yön veren araştırmalarda vardır. Aslında gayrimenkul-ekonomik-kriz tanışması bu dönem gibi olmuştur. Bundan önceki krizlerde görmezden gelinen ve sorunun kaynağı olarak görülemeyen “gayrimenkul balonu” kriz hastalığının teşhisinde tanısı konulan semptomlardan biri olmuştur.
Söz konusu ülkelerin 1980’lerdeki hızlı finansal serbestleşme ardından küresel sermaye yatırımlarının en yoğun şekilde yönlendiği bölge olmasına, bu yatırımların artık herbiri “küresel megapol” olma yarışındaki metropollerde konut ve ofis alanı, talebinin kontrol edilemez bir artış göstermesine ve bu artışın beraberi reel olmayan kâr “rant” beklentisine dayanmasına, riskli yatırımlarla sözkonusu faaliyetlerin sürdürülebilir olmaktan çıkıp, kriz öncesi gayrimenkul sektörünün olağanüstü hareketliliğinin yatırımcı, müteahhit-inşaat firmaları ve projelere finans sağlayan finans kurumlarının iştahı kabaran tüm tarafların gerçekle yüzleşmesine; inşaat firmalarının iflas etmesine, yatırımların (gökdelen, avm, konut projeleri) yarım kalması ve kentlerin beton mezarlığına dönmesi, kredi veren bankaların ve diğer finans aktörlerinin çöküşü, krizi ayan beyan ortaya koymuştur.
Gayrimenkul patlamaları ülkeden ülkeye farklılık gösterebilmektedir. Gayrimenkul piyasalarının reel sektörün aleyhi bir şekilde geliştiği tüm ülkeler için aynı durumdur ve bu patlamaların daha derin ve maliyetli olduğu gerçeğini ekonomik veriler göstermektedir.
Reel sektörde (yani imalat-üretim sektörü) dönem dönem krizlere girmiştir. Fakat kendi dinamikleri ve dönüşümleri ile ekonomiyi ve sosyal hayatı rayına sokmayı başarmıştır. Ama inşaat sektörü ve genel adıyla gayrimenkul piyasalarının krizleri gerisinde yalnız enkaz bırakır, onarılması ve normal hale getirilmesi zor hasarlar verir.
“Gayrimenkul balonu” söylemi için eldeki tek veri Asya Kaplanlarıymış gibi alıp, eldeki mevcut ekonomik göstergeleri oraya buraya çekiştirerek bugünkü iktidarın menfaaatkâr grup temsilcilerinin yaptığı gibi “Gayrimenkul Balonu” yoktur demek, sanki tek tip bir “Balon Ekonomisi” varmış gibi bir önkabulü gerektirir ki en başından yanlıştır. Çünkü bu noktada, gayrimenkul finans enstrümanları ve bunların çeşitliliğinden tutun, arazi hukukuna, devletin konut üretimindeki rolünden, iktidarların ekonomik modeline, gayrimenkul ve finans piyasalarındaki düzenleyici mekanizmalara kadar bir çok görünür, bir o kadar gözardı edilen değişken devreye girmektedir.
Gayrimenkul krizlerine ilişkin klasik varsayımlar ;
1) Balon etkisi
2) Büyük Bunalımla karşılaştırılabilecek olan küresel çöküş
3) Asya Kaplanlarının kontrolsüz, plansız ekonomik büyüme için gerçekçi olmayan tercihleri
4) ABD gayrimenkul piyasalarında yaşanan olağan çevrimsel düşüş
5) AB ülkelerine sonradan eklenen ve bir şekilde en hızlı şekilde entegre olama çalışan ülkelerin (İspanya-İrlanda örneği) yanlış tercihleri, kontrolü kaybetmeleri
6) Türkiye v.b. üçüncü dünya sarmalında olup kurtulmaya çalışan ama iktidarların pragmatik tercihleri sebebiyle seçilen hatalı yol ve yöntemler
7) Finans sermayesinin ve özel olarak da gayrimenkul kredisi satan finansal kuruluşların yönetim kademelerindeki kişilerin açgözlülüğü
gibi seçenekler krizi açıklamakta kullanılabilmektedir.
Sanayi üretimini öncülleyen klasik iktisat teorileri, başta Marksist görüş olmak üzere gayrimenkul üretimini tali bir yere koymuş, fakat neoliberal iktisat teorileri sanayi toplumuyla yeşeremeyecekleri bir ortamda gayrimenkul üretimini birincil bir konuma yerleştirmiştir. Gayrimenkul balonu için yüzeysel bir analiz de “yanlış ekonomi politikaları”dır. Neoliberal paradigmanın egemenindeki ekonomik uygulayıcılar, ABD başta olmak üzere ki ekonomik krizlerin beşiği ABD ve onunla aynı ekonomik gemide yol alan neoliberal politika uygulayıcıları, serbest piyasanın erdemlerine inançları ve devletin ekonomideki rolünün en aza indirilmesi yönündeki ideolojik kanaatleri nedeniyle, finansal piyasalarda deregülasyon politikası gütmüşler ve bu politikalar sayesinde bir anlamda dizginlerinden boşalan finans sermayesi gayrimenkul sektörüyle birlikte kaçınılmaz sona yani krize koşar adım ilerlemiştir. Doğru politikalarla öngörülebilecek ve önlenebilecek kriz karar vericilerin “ideolojik bağnazlıkları” nedeniyle patlamıştır. Bu görüşlerdeki zorluk neoliberalizmi bir ideolojik kurgudan ibaret görme ve neoliberal dönemde gerçekleşen siyasal/kurumsal dönüşümlerin yarattığı yapısal faktörler ile bunların karar mercileri üzerinde oluşturduğu basıncı yok sayma eğilimidir.
1990’lı yılarda herşeyin global/küresel olduğu ana akım tüm görüşlerin bu küresellik temasının kervanına katıldıkları dönemde, bu dönem neoliberalizmin artık retoriğimize soktuğu buna benzer kavramların dönemidir. “Globalcity” veya “küresel kent” modeliyle Finans, Sigorta ve Gayrimenkul (FIRE) sektörleri başat ve beraberce klasik endüstriyel üretim aleyhine gelişim göstermiştir. Örneklemek gerekirse ABD’de Gayrimenkul Kredisi (subprime mortgage) piyasasının ürettiği zincirleme türevler gibi karmaşık finans enstrümanlarının ülkenin büyük (hatta bir çoğu dünya ölçeğindeki, finans yapıları global olarak etkileyebilecek) finans kuruluşlarını çöküşe götürmesinde çok önemli bir payı bulunmaktadır.
David Harvey’in çalışmalarında ; krizin tetikleyici unsurunun gayrimenkul kaynaklı olması ve gayrimenkul piyasalı ve finansal sistem arasında girift ilişkiler olması temel paradigmalar açısından öncü bir rol oynar.
Comments