Bir sosyolojik analiz yazısı
Umudumu kestim bu toplumdan. Daha doğrusu toplum olmayı başaramamış kalabalık yığınından. Bitmeyen siyaset sohbetleri, münazara bilinmeden yapılan tartışmalar, bağırarak höykürerek söyleyince sanki doğruya dönecekmiş gibi olan yalanlar, incir çekirdeğini doldurmayan akla feza fikirler. Cehaletin, ahlaksızlığın en dibiyle harman olduğu bir cüruh. Neresinden tutarsanız elinizde kalan bir zihniyet.
Türkler bizim kahve sohbetlerinde anlattığımıza göre 5000 yıldan beri tarihi yönlendiriyor. Dünya tarihini okuduğumuzda barbar (göçebe toplumlara verilen isim) yağmacılığından başka medeniyet ve kültür anlamında boş bir sayfa bulursunuz. Türkler medeniyetini kuraramış, ilkel kültürü yaşayan bir topluluktur. Bir millet vasfı taşımaz, girdiği kabın şeklini alır.
Biraz gerilere gidip 500lerde İpekyolu üzerinde yaşananlara göz atalım. İki süper güç bulunan anakara tarihinde Avrupa tarafında Doğu Roma/Bizans, Asya tarafında İran medeniyeti ve Uzakdoğu da sarsılmaz Çin hakimiyeti. Türkler Kervanlardan pay almaya çalışan ve arkalarından onları süpüren Moğollardan kaçarken (ne tuhaf değil mi Moğolları Türk yapmışız, bir de Türk toprağını bırakıp kaçmazmış(!) bayağı bayağı topuklamışız.) Girdikleri yerleri yağmalamışlar, yerleşik düzene geçmiş olanlara üretim yapanlara musallat olmuşlar. Aynı kuzeyden gelen barbarlar gibi. O yüzden hepsine toptan barbarlar deniyor, ya bizim için direk söylenmiş bir şey değil. Dönemin tarihçilerinden biri Bumin Kağanın ülkesindeki sarayından bahsediyor, yok öyle büyük bir yapı, kale şato falan değil. Tekerlekler üstünde otağ (yani çadır). Güvenlik için sabit bir yerde durmuyorlar, devletler ya, nasıl bir devletse artık. Çadırın içi acayip, kumaşlar, ipek halılar, samur kürklerle dolu, altın taslarda şarap yiyebileceğinden fazla domuz, koyun, keçi eti. Fakat yıl milattan sonra ekip içmeyi bilmiyorlar. Avarlar Macaristan, Bulgaristan bölgesine akınlar yapıyor, oranın yerleşik köylüleri var. Yağmacılıkla mevcut yerli toplumu yıldırıyorlar, çiftçi köylüler kendilerini güvende hissedecekleri bölgelere göçe başlayınca, Barbarların yağmacılığı bir anlam ifade etmiyor ve köylülerle anlaşmak zorunda kalıyorlar, köylülere yıllık bir vergi koyuyorlar ve yağmaya uğramayacaklarına garanti veriyorlar. Sonra kendi sınırlarının dışındaki köylere saldırıp, yağma yapmaya devam ettiler.
Tarihimizde övündüğümüz şey, şu kadar imparatorluk kurduk , şu kadar devlet kurduk.(bir de kaç tane kurduğumuz konusunda anlaşabilsek o da ayrı bir dert.) Medeniyet olmuş toplumlara baktığımızda Çin beylilerden iki imparatorluk ve iki imparatorluğun çekişmesinden tek merkezi imparatorluk tam 3100 yıl tek imparatorluk. Persler tarihte aynı coğrafya ve aynı merkez, aynı hedefle 3 imparatorluk tam 2950 sene devam etmiş, diğerlerini saymıyorum bile, Mısır, Roma son dönem beğenmediğimiz Anglosakson, Frank imparatorlukları ile İspanyol Krallığını saymıyorum. Fas Krallığını saymıyorum bile.
Mimar ve Düşün İnsanı Doğan Kuban bir yazısında;
"Dünya uygarlığının gelişme tarihi, yerleşik toplumların kurdukları kentlerde oluşur. Göçerler bu tarihte uygarlığın gelişmesine engel olan barbarlar olarak bilinir. Fakat uygarlık tarihine bir katkısı yoktur.
Türk göçerler Çin'den başlayarak dünyanın bütün yerleşik ülkelerinde, genelde kısa süreli de olsa, devletler kurdular. Fakat dünya kültür tarihinde dillerinden başka katkıları yok. Bunun basit bir nedeni var.
Osmanlılar Ortadoğu İslam ülkelerinde, Anadolu ve Balkanlar'da 600 yıllık bir tarihi olan yerleşik bir devlet kurdukları zaman dünya kültürüne ve uygarlık tarihine bir katkı koyduklarını düşünmek doğaldır. Fakat bugüne kadar yazılmış dünya uygarlık tarihlerini okuduğumuz zaman, onlarda ne Türklere ne de Osmanlılara ait bir katkıya tesadüf etmiyoruz. Buna kendi yazdıklarımızı lütfen eklemeyin! Eğer bugün İslam kültür tarihinde Osmanlı katkısını incelerseniz ne Batılıların ne de Arapların yayınlarında Türk adı bulamazsınız. Zaten Türkler de Arapça yazmak zorundaydı.
Gerçi Türklerin kayıtlarında da bir bilgi yoktur. 16.asırda yazılmış, ünlü mollalara ilişkin bir eser olan "Şakayıkname"de dünyaca tanınmış bir bilim insanı bulamazsınız."
(Göçer Sömürü Kültüründen Osmanlı Sömürüsüne. KUBAN, Doğan. HBT Sayı 100- 23 Şubat 2018. Sayfa 5)
Türklerin yemek kültürü , Türk yemek kültürünü dünya ya tanıtmalıyız da hangi rafine mutfak Türk mutfağı, Yörük/Türkmen mutfağıysa sabah bir tas keçi ya da koyun sütü, lavaş pişi, birazcık peynir, kavurma. Öğlen akşam yemeğiyse pilav, kesme (hamur erişte), kavurma ya da taze et, ayran. Akşam pilav , çorba ve et.
Eğer Anadolu mutfağını içselleştirip ona Türk mutfağı diyeceksek bu mutfağa haksızlık olur, çünkü bu mutfak Anadolu medeniyetleri mutfağıdır. Hitit'tir, Asur dur, İran'dır, Arap'tır, Süryani'dir, Sümer'dir, Mısır'dır, Ermeni'dir, Rum'dur, Gürcü'dür, Frig'dir, Yunan'dır, Kıbrıs'tır, Adalardır, Balkanlardır, daha bir çoklarıdır. Hiçbirini birbirinden ayıramazsınız. Ama süzülmüş bir Türk mutfağı değildir, süzülmüş direk diğerlerinden biriyle anamayacağımız gibi.
Ölüm ritüellerimiz bize özgü değildir, düğün ritüellerimiz bize özgü değildir, doğum ritüellerimiz bize özgü değildir. Erkekliğe ve kadınlığa geçiş süreçlerimiz bize özgü değildir. Dinimiz bile bize özgü değildir. Medeni bir kültür olmadığımız için imparatorluk döneminde övündüğümüz emperyalist değildik söylemi bile hatalı. Emperyaldik. Sömürüyorduk ele geçirdiğimiz toprakları vergiye bağlamıştır, efendim dillerine, dinlerine dokunmadık, kültürlerine dokunmadık. Çünkü ihraç edebilecek kendimize ait dinimiz, kültürümüz yoktu. O yüzden dili de ihraç etme gereği duymadık, din olarak kabul ettiğimiz dillimizi kabul etmediği için, dil emperyalizmi yapmaya da gerek yoktu.
28 Mehmet Çelebi var tarihimizde Paris'e elçi olarak gidiyor, meraklı bir adam oralarda gezerken Rokoko taş bezemelerini resmedip, Pay-i tahta, İstanbul'a getiriyor, ilgi çekiyor. 18. ve 19. yüzyıllarda Batı'ya yüzümüzü dönüyoruz.
Fakat 19. yüzyıla gelindiğinde hala Müslüman-Türk mimarımız yok. Nuruosmaniye Külliyesinin mimarı bir Hristiyan'dı. 3. Selim ve sonrasındaki ahşap Sarayların ya Rum ya Ermeni ya da yabancıdır. Ayasofya'nın restorasyonunu yapmak için Rusya'dan İtalyan Fossati kardeşler davet edilmiştir. 19. yy sultanlarının bütün saray ve camilerini Ermeni Balyan ailesi yapmıştır. Yine Abdülhamidin kendine kök bulabilmek için Türk soyu tarihi çalışmaları sırasında Söğüt ve civarında yaptırdığı türbe ve camilerin tamamı Ermeni mimar ve ustaların eseridir. Türk tarihini bir Alamana yazdırmışlardır.
Avrupa'da 13. yüzyılda onlarca üniversite varken ve açılmaya devam ederken (Bologna, Cambridge, Oxford v.b.) Osmanlı Abdülmecit döneminde çalışmalara başlamış ve 1896 da Darülfünun' kurmayı başarmış fakat 1916 da savaş nedeniyle kapatmıştır.
600 yıllık yaşamından sonra başkentini, Müslüman olmayanlara yaptıran sözde "Müslüman" bir develet, hala göçer toplum geleneğini izliyor, egemen olduğu toplumların halkını raina -köle, kul, işçi, koyun- olarak görüyor ve bu sultanlar, kesinlikle Müslüman ve Türk kadınlarla evlilik yapmıyorlardı, evlilikte devşirme modeli son güne kadar devam etti. En önemli askerlerini ve bürokrasisini devşirme kullarla oluşturuyorlardı. Düşünün ki en büyük mimarları da bir yeniçeri zemberekçibaşısı (istihkam yüzbaşısı)idi. Yine düşünün ki, dinin güneşi halife unvanını taşıyorlar fakat fakat fetva verecek kadar bilgileri olmadığı (bunun yanında peygamber vekilliği görevini taşımaya devam ediyorlar) için Şeyhülislamların da Arap Sünni din adamlarıydı orada bile devşirme sistemi devam etmekteydi.
Bu durum göçer kafasının değişmediğini, kültür üretmek yerine kopyalamak kopyayı da kendisinden olmayanlara yaptırmak gibi garabet bir durum mevzubahistir.
Osmanlı için emperyalist söylemini kullanmak istemeyenler için bir öneri, Osmanlı sömürüsü veya göçer sömürüsü. Göçer, işgal ettiği veya kutsamak için fethettiği ülkenin insanlarını, kendisinin üretemediği iş ve mallarını sömürür. Osmanlı sömürdüğü ülkelerin insanlarından döneminin en modern ve güçlü ordusunu kurmuş, haremini yine devşirmelerden kurmuş. Kültür altyapısı olmadığı için bu sistemi reforma edememiş. Ordusu ve haremi Türk ve Müslüman olmayan unsurlardan meydana gelen, bürokrasisi Farsi, dini Arabi, uygulamaları Balkani garip bir yapı ortaya çıkmış. Fakat göçer düşünceyi bırakamadıkları için bunları yoğurup bir kültür oluşturamamışız.
Cumhuriyetin kurucu babalarının en büyük sıkıntısı da bu olmuş, kültürel hiç bir altyapısı olmayan bir topluluktan , ulus yaratmak ve bu ulusa kurulan devleti benimsetmek. Bunun içinde kültür oluşturmak.
Umudum niye yok? Binlerce yıldır göçer olan toplum, fiziken yerleşik topluma geçmiş ama kafalar hala göçmekte. Zihniyet göçünü nasıl engelleriz onu bulamıyorum. Bu topluma toplumsal ahlak kuralları ne kadar sürede benimsetilebilir? onu bilemiyorum
Umudum yok.
‘Umudumu Kestim’ başlığı ilk okuma sonrası hem aklıma hem de dilime takılınca, dönüp tekrar okudum. Zamana, kişiye yüklememek lazım diyorum kendi kendim. Umutsuzluğun içinden doğacak umut vardır diye ekliyorum. Kendi hikayesini gözlerden uzak, yerelliği içinde sürdüren, okuyup yazan, düşünen, soru soran insanları hatırla diyorum. Devam ediyorum. Yazı için teşekkür ediyorum. Seher Andaç