top of page
  • Yazarın fotoğrafıözdenbekir karakaş

TEVFİK FİKRET –SİS-



Eşimle hafta sonu gezilerimiz devam etmekte. Bu hafta Aşiyan ziyaretgâhımız oldu. Boğazın bir o yakası bir bu yakası dolanıyoruz. Gezilecek yerlere eşim karar verdiği için ben makam şoförü olarak yanlızca talimatlara uyuyorum. Aramızda kalsın, iyi ki uyuyorum, bu hafta yıllardır zihnimde beton bir kalıp haline gelmiş önyargımı beton kırıcısı ile kırdım, tarumar ettim. Kafamın içinde o beton molozları bayağı bir rahatsızlık verse de bana ders olsun diye biraz daha orada duracak.



Biraz edebiyatla ilgilenen ve bu ülkede ortaöğretim tezgâhından çekmiş her aciz kul gibi Tevfik Fikret biliriz. Bildiğimiz bizlere verilen kadarıyla, bir de kulaktan dolma akılları kendi aklımız haline getirdiğimiz kadarı iledir (dolma akıllılara büyük büyük laflar saydıran ben, bayağı dolma akıllıymışım).

Tevfik Fikret ağdalı dille şiir yazan büyük bir şairdir. Lise de edebiyat derslerimizin korkulu rüyası Fa-i-la-tun fa-i-la-tun fa-i-lun denilince akla gelen birkaç şairden biri bu büyük şairdir. Bir de Servet-i Fünun dönemini belki de bilmemenin küstahlığı, bilgiç şarlatanlığı ile pek sevmemem bunda etkendir. Kendime fazla yükleniyorum biliyorum ama ne yapayım hak etmişim. Yıllarca gözümün önünde büyük bir nehir akıyormuş, ben susuzluk çekiyormuşum.


Kendime bu kadar saydırdıktan ve önyargılarımı sigaya çektikten sonra Boğazın bu narin kuş yuvasına doğru yokuş yukarı çıkışımıza devam edelim.


Devam etmeden önce aracımızı park ettiğimiz Aşiyan Mezarlığına tekrar döneceğimizi orada bahsetmemiz gereken çok önemli şahsiyetleri istiharatgahlarında ziyaret edeceğimizi, Mezarlığın güvenliğini sağlayan İBB görevlisinin bize bu şahsiyetleri ve kabirlerini ziyaret imkânı sağladıklarını da anlatmadan geçmeyeceğiz.



Şimdi yokuş yukarı çıkışımıza devam edebiliriz. Biraz yokuş yukarı çıktıktan sonra, yoldan sola içeriye sapıyoruz, dar ama sevimli bir ara, koridor gibi sokağın sonunda merdivenler, bizi aşiyan köşküne çıkaracak olan işte bu basamaklar.



Basamaklar bitince direk solunuza bakın, yokuş yukarı çıkarken belki nefessiz kalmıştınız ama şimdi görecekleriniz nefessiz kalmak deyimi bile anlatılamaz. Boğaziçi önünüze bir genç kız edasıyla serilmiş, hafifmeşrep, işlevi, davetkâr bakışlarla. Yalnız sizin gözlerinize ait, yalnızca sizin gözlerinizin işveli sürtüğü.



Tam karşımızda Anadolu Hisarı görüntüsü ve Göksu’nun Boğazla hasretinin bitişini görebilirsiniz. Mütevazi bir yapı eğer manzaradan gözünüzü alabilirseniz hemen arkanızda. Aşiyan Müzesi İBB tarafından işletilmekte. Giriş ücretsiz. Öyle harika görevli arkadaşlar var ki, nezaketleri çok gerçek, yapay bir gülümseme yok ifadelerinde. Eşimle tesadüfen Tevfik Fikret’in çalışma odasında Müze Müdürüyle sohbet imkânı bulduk. Ayaküstü bize Tevfik Fikret’i ve bu yapıyı anlatışı vardı ki, bilmediğimiz ne çok şey varmış diye düşündüm.



Bütün köşkü anlatmayacağım. Tevfik Fikret’in iyi bir mimar olduğunu hatta bazı mobilyalarını tasarlamış iyi bir tasarımcı olduğunu söyleyelim. Galatasaray Futbol Takımının Başkanlarından biri olduğunu söyleyelim gerisini gidip ziyaret ettiğinizde görünüz. Ressamlığını hiç söylemiyorum bile. Tevfik Fikret, yalnızca şair değil; pedagog, eğitim bilimci, felsefeci, sosyolog, yayıncı, ressam, mimar, tasarımcı, siyasal aktivist ve daha birçok şey. Ama en önemlisi Haluk’un babası.



Hafta Sonu diye biraz rahat kıyafetlerle dışarı çıkıp bu mümtaz kişinin evini ziyaret ettim. Evine girip duvarlardaki fotoğrafları ve o dönemin kıyafetlerinin sergilenişini gördükten sonra halimden utandım. Büyük bir saygısız olduğum hissine kapıldım. Daha o dönemde ki şıklık, zarafet ve estetik karşısında halimden utandım.



Beni giriş katında bir anda karşıma çıkan Şehzade (daha sonra son halife olacak olan) Abdülmecid efendinin Tevfik Fikret’e hediye ettiği Sis tablosu kadar hiçbir etkilemedi diye bilirim. Daha ilk bakışta beni benden alıp başka yerlere götürdü. Kocaman bir sis ve tablonun ortasında minicik bir sandal. Sandalın önünde elinde fenerle bir gözcü. İlk gördüklerim bunlardı, resme ilk bakan her gözün ilk gördükleri gibi. Tablo beni o sisin içine almaya başladı. Beyaz karanlık, o görünmezlik pelerini içine aldıkça, başka şeyler gösteriyordu. Bembeyaz huzurlu ölüm bakışlarıyla bakabilirsiniz sise, ben de tablonun içindeki sandal da öyle bakıyordum sisin bana gösterdiklerine. Sisin içinde kaldıkça, Sarayburnu’nu gördüm, yedi tepeli o aşüfte Bizans artığı yosma İstanbul oradaydı. Galata’yı gözlerim seçti. Sisin içinde her şey netleşmişti. Tevfik Fikret’in evinde ben tablonun önünde miydim yoksa içinde mi? Bilmiyorum. Tablonun önünden gelip geçenler beni göremiyordu, ben onları net olarak görüyordum, Sarayburnu nu Ayasofya’yı, Süleymaniye’yi gördüğüm netlikte. Bir durun diye bağırıyordum tablonun içinden ben buradayım, bir durun bakın resmin derinliklerine İstanbul burada. Bir iki mısra okuyun Sis şiirinden ne olur? Diye. Ama sisin görünmezliği gibi sessizliği de varmış demek. Görüntüleri yuttuğu gibi, sesleri de yutuyormuş. Yalnızca gören gözlere gösteriyormuş sis, ayan beyan yuttuklarını.


Oradan haykırmak istedim binlerce yılın namuslu orospusuna Tevfik Fikret’in sözleriyle;

Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
Örtün ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!

Bir şiir için yapılabilecek, bir şiirdeki onca mısrayı, duyguyu, haykırışı, aşkı anlatabilecek onu bir tuval üstünde bembeyaz bir karanlıkla tasvir edebilecek bir tablo resmin içindeydim. O sandal da kulağımda; Vivaldi’nin “four seasons” keman konçertosu, hele ki Sonbahar işte sanki bu şiir ve tablo için bestelenmişti, ben de onu duyuyordum. Gözlerimin önünde muhteşem İstanbul, bembeyazlığın içinde erguvan pelerin ile Hipodrom dansözlüğünden Saray Kraliçeliğine yükselmiş Theodora gibi asil, davetkâr ve cüretkâr.

Dilimde Tevfik Fikret’in Sis şiiri.


Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,

beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan

ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,

bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;

tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar

onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!

Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;

lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!

Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,

ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!

Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,

Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!

Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden

sefahate susamış bağrında yaşatan.

Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde

sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.

Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,

ey bin kocadan artakalan dul kız;

güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,

sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.

Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün

iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!

Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;

içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.

Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,

lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!

Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,

İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.

Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;

Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.

Milyonla barındırdığın insan kılıklarından

Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?


Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;

örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!

Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;

Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.

Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;

ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,

geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;

ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.

Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;

ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.

Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;

ey servilerin kara gölgelerinde birer yer

edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;

“Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.

Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra

canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!

Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;

ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan

vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.

Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi

sembole eden harap ve sessiz evler;

ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan

kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,

ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!

Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü

her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!

Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu

bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp

her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini

gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!

Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş

olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!

Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;

ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!

Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;

ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.

Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki

her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!

Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için

yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!

Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,

ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!

Ey en şiddetli kuşkularla duygusu körleşerek

vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;

ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.

Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!

Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;

ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!

Ey korku ağırlığından iki büklüm gezmeye alışmış

zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!

Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;

ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!

Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;

ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,

hele sizler...


Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;

Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!



Bir sonra ki yazım Aşiyan Mezarlığı olsun.

Sevgiyle kalın.


Kaynak:

Fikret Tevfik. Bütün Eserleri - Eleştirel Metin. Hazırlayan: Nâzım Hikmet Polat. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul, Aralık 2021

800 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commenti


bottom of page