top of page
Yazarın fotoğrafıevrenseldevinim

SANDIKTAN ÇIKAN; TAVŞAN MI? DEMOKRASİ Mİ?


Yayınlanma Tarihi: 8/6/2020



Demokrasi, halkın (vatandaşın tümünün) ortak iradesiyle, devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir tür yönetim biçimidir. Yunanca dimokratia, yani dimos, halk zümresi, ahali kratos, iktidar sözcüğünden türemiştir. Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiştir.


Yunan kültürünün baskın halde olmasından dolayı, tüm dünya batı merkezli tarih, felsefe ve kültür odaklı düşünmektedir. Mezopotamya ve Mısır medeniyetlerinden sonra en kadim olan medeniyet Yunan medeniyetidir. Bunun tek tanrılı dinlerin bile aydınlık dönemleri için kaynak olan medeniyet Yunan medeniyetidir. Yunan medeniyetinde yazıya dökülen demokrasi kavramının aslında başka medeniyetlerde da kullanımı vardır, hem de Yunan faslı açılmadan önceden beri. Mesela göçebe Ortaasya toplumlarında tüm kararlar ve yönetici erki ilkel demokratik yöntemlerle belirlenmekteydi. Türklerde atamanlar veya çadır kurultayları gibi meclislerde kavmin, boyun veya aşiretin tüm sorunları herkesin eşit söz ve oy hakkı ile karara bağlanır. Boyun yönetici eşit oyla seçilirdi. Hatta lider seçilen yapmış olduğu hatalar yüzünden bu meclis kararıyla cezalandırılabilirdi. Bu meclisin ilginç bir özelliği vardı. Büyük mecliste tüm paydaşlar veya onların vekilleri katılabilirken orada alınan kararlar bugünkü senato benzeri bir yapı olan yaşlılar heyetince gözden geçirilirdi. Bu kurula lider bile müdahale edemez ve katılamazdı. Kararları kesindi. Kimi zaman Büyük Meclisteki çoğunluğun kararı yerine azınlığın durumuna göre karar verilebilirdi. Çin ve Hindistanda MÖ 600 lerden itibaren başlayan liderin yetkililerinin yukarıdan ilahi bir güç tarafından verildiği anlayışı (daha öncesinde onlarda da seçilen lider veya güç kullanarak gelmiş liderler ve yönetimler vardı) seçimle gelen yerine ilahi seçilmiş (dini önderlerde öyle değil midir? Onlarda seçilmiştir.


Yunan kültüründe site devletleri çok sonları Mısır'ın etkisiyle diktatör (herşeye muktedir lider/yönetici/kral) anlayışını almıştır. Sanılanın aksine Aristoteles ve Platon (Eflatun) demokrasiyi küçümsemişlerdir. Onlar için demokrasi ayak takımının yönetimidir. Hatta yönetim bile saymazlar aslında. Onlar seçilmişler (filozof düzeyinde ahlaklı, iyi, erdemli) monarşi tarafından yönetilme taraftarıdırlar. Öyle olumsuz düşüncelere rağmen belli süre kış uykusuna yatmış olan demokrasi, tabi burada Roma'yı unutmamak gerekmektedir. Roma İmparatorluğu döneminde uygulanan devlet sistemi, temsilî demokrasiye yakın bir nitelik taşımaktaydı. Demokratik haklar genellikle sosyal sınıf ayrımına göre şekillenirdi ve güç elitlerin elindeydi. Bununla beraber, Eski Hindistan'da bazı bölgelerde uygulanan sistemler de temsilî demokrasiye benzetilir. Roma İmparatorluğu ile paralel olarak, kast sisteminin varlığı, gücün varlıklı ve asil bir azınlığın elinde olduğu söylenebilir.


Orta çağda demokrasinin gelişme süreci içindeki en büyük olay İngiltere'de kralın yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlayan Magna Carta Libertatum'un (Büyük sözleşme) imzalanmasıdır. Bu belge doğrultusunda ilk seçimler 1265 yılında yapılmıştı. Fakat bu seçimlere, yapılan kısıtlamalar sebebiyle halkın çok az bir bölümü katılabilmişti.


Birçok ülkede devlet yönetiminde zaman zaman demokrasiye benzer uygulamalar yapılmıştı. Örneğin İtalyan şehir devletlerinde, İskandinav ülkelerinde, İrlanda'da ve değişik ülkelerde bulunan küçük otonom bölgelerde demokrasinin prensiplerinden seçim yapılması, meclis oluşturulması gibi uygulamalar oluyordu. Fakat hepsinde demokrasiye katılım erkek olma, belli miktarda vergi verme gibi standartlarla kısıtlanıyordu.


Aslında 18. yüzyıla kadar demokrasi kış uykusuna yatmıştı. Çoğu insanın sandığı gibi Fransa devrimi demokrasinin yeniden başladığı dönem değildir. Demokrasi (Liberal Demokrasi) 1788 de ilk demokratik anayasısını ilan eden Amerikan Bağımsızlık Bildirgesini yayınlayan ABD demokrasinin başlanğıç noktasıdır. Peşinden bu Eski kıta Avrupa da Rönesans ve Aydınlanmanın merkezi Paristeki Fransız Devrimini tetiklemiştir.


Demokrasinin belli zaafları olduğu Yunan site devletleri, Roma imparatorluğundan beri bilinmektedir. Aslında demokrasinin en kuvvetli yanı tüm zaaflarını bilmesinde saklıdır. Dünyadaki tüm uluslar şöyle ve böyle yüzyıllar boyunca emperyal hegemonyalar tarafından yönetilmelerinden dolayı, güce doğru meyletme durumları vardır. Toplumlarını yönlendiren sürü psikolojisi zaten bunu gerektirmektedir. Buna toplumları şekillendiren din/inanç anlayışı da baskın olarak girince demokrasi kimi zaman işlevsizmiş gibi görülebilmektedir. İlkçağdan Fransaya gelene kadar Fransa dahil demokrasi halkların yönetimi olmuş fakat halkların kim olduğu aslında asıl sorun olmuştur. Erkekler, toprak sahipleri, silahı olanlar, kan/soy ayrıcalığı, tüccarlar, özgür insanlar oy kullanabilmişlerdir.


Yani demokrasilerde halk olabilmenin kuralları vardır. ABD ilk liberal demokrasiyi inşa ettiğinde; köleler, yerliler ve kadınların oy hakkı yoktu.

İnsanlar için ne ifade eder demokrasi deyince farklı karşılıkları vardır;

Çoğunluğun yönetimi

Azınlık haklarını güvenceye alan yönetim;

Fakirin yönetimi;

Sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan yönetim;

Fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim;

Kamu hizmetinde bulunmak için halkın desteğine dayanan yönetim.


Türkiye aslında demokrasiyle 1946 seçimlerinden önce ta Osmanlı döneminde bir şekilde minyatür kısa süreli modelle girmek istedi. Fakat İstanbul bunun sıkıntılara yolaçacağı, o dönemin Edirne valisinin yazdığı gibi Tebaa'nın kulağına su kaçırmak olacağından çabucak sonlandırılan, Trakya Cumhuriyetidir. Meclisi Mebusan modeli alelacele oluşturulup Meşrutiyetler döneminde yine belli bir zümreye (ayanlara) oy hakkı verilerek denenen ama başarılı olamayan bir modeldi.


Türkiye 1946 seçimlerinden önce de bir Serbest Fırka denemesi yaşamış o da hüsranla sonuçlanmıştır. Toplum tüm ortadoğu toplumları gibi, hegemonik güçle yönlendirilmeye müsait ve kanaat önderlerinin tamamı din merkezli yapıda olması sebebiyle Türkiye'nin demokrasi serüvenleri bugün bile kör topal bir seyir takip etmektedir.


Aslında Ankara'da kurulmuş olan meclis kurucu meclis olması hasebiyle tüm kararların verildiği bir meclisti. Meclis yönetim sistemi içinde kabine mecliste kuruluyor, her karar mecliste alınıyordu. Türkiye Cumhuriyetinin ilk kurulduğu dönemlerde Osmanlının (Ottoman ailesinin) hiçbir seçkin sınıf oluşturmamasından dolayı bir kontrol üst meclis yapısı kurulamadı. Bugün demokratik yöntemlerle yönetilen monarşik İngiltere de bir Avam Kamarası, bir de Lordlar Kamarası vardır. Hala Magna Carta esas alınır. Kimse Lordlar kamarasını sorgulamaz onun bir emniyet subapı olduğunu bilir. Aynı Amerika da Senatonun pozisyonu gibi. İşte bu yüzden kurucular Meclisi etkin hale tutma modelini seçtiler. Bunun etrafına da denetleme gücü olan bağımsız (Sayıştay, Danıştay ve Yargıtayı koydular).


Cumhuriyeti demokratik temeller üzerine inşa etmeye çalışan kurucuların bir diğer sıkıntısı da bu toplumun toplumsal bir sözleşmesi olmamasıydı. 2000 yıla yakın dönem (Roma, Selçuklu, Osmanlı) hegemonya ile yönetilmiş bir toplumun (aslında kalabalığın) birey olması peşinden toplum olması ve Cumhuriyet babalarının yaratmaya çalıştığı bir ulus olması çok zordu. Çünkü miras paramparça, bütün parçaları eksik ve eğreti bir puzzle 'dı. 2. Mahmut'tan beri birşeyler yapmaya çalışan 2. Abdülhamitle bütün herşeyi çorba haline getiren yönetimler. Türk olduklarını öğrenmeye çalıştılar, Osmanlıcılık garabetiyle uğraştılar, Türklüğü anlayamadan daha Turancılık çıktı, Peşinden İslamcılık selam çaktı. Adem-i Merkeziyetçiliği anlamaya çözmeye çalıştılar. Tabi hiç biri olmadı. Bu kadar karmaşanın ve savaşın arasında demokrasiyi eli kalem tutanlar anlamadı ki, kendilerine oy hakkı verilen Anadolu insanı anlasın.


1946 yılında toprak ağaları birden celallendiler, Savaş sonrasında İnönü hükümeti "Toprak Reformu" kanunu çıkarmak istiyordu. Süreç sıkıntılıydı, çünkü CHP içinde en az 18 vekil yörelerinin en büyük toprak ağası veya Aşiret ağaları idi. 1946 seçimleri döneminden önce vekil toprak ağaları bir meclis açıklaması ile CHP vekilliklerinden istifa ettiler. Bunlardan öne çıkan iki isim Celal Bayar ve Adnan Menderes'ti. Bayar aslında 1944 e kadar aynı zaman da İnönü'nün Ticaret Bakanıydı. İlginçtir, 1946 seçimlerinde bugün sağ kesimin dayaklı seçim diye adlandırdığı seçimin kanunun hazırlık komisyonun üyelerinden iki tanesi de Celal Bayar ve Adnan Menderes'tir. Ve "halkın daha alışkın olmadığı ve yanlış oy kullanılmasın" düşüncesiyle açık oy önerisini getiren Bayar'ın bizzat kendisi, kapalı sayımı da doğu da bazı yörelerde güvenlik sıkıntısı olabilir vali, kaymakam, jandarma komutanları tarfından sayılsın önerisini getiren de Menderesin kendisiydi. 1946 seçimlerinde toplum ilk kez Demokrasi kelimesini duydu. Din ile soslanmış ve şark propagandacılığının tamamının kullanıldığı bir seçimle (ki İnönü Demokrat Partinin tüm yurtta girmesini isterken partinin ileri gelenleri mağduriyet hikayesi oluşturabilmek için. Sonra bu mağduriyet masalı çok kullanılacak) mecliste azınlık olarak kalmışlardır.


Dört yıllık süreçte mağduriyet hikayesi devrim karşıtlıkları Demokrat Partisi örgütlerinde çokça dillendirilmiş, halka sandıktan güçlü çıkmanın demokrasi olduğu belletilmiştir. Artık halk için iktidar demek, sandıktan güçlü çıkmaktır, anlayışı hakim olmuştur. Zaten muhalefet, eleştiri kültürünü bilmeyen bir toplumda bunları içselleştirmekte çok zordur.


1950 den itibaren itibaren zaten miras alınan temelde azınlık kavramı bilinmediği, bilinen azınlıklarda bir şekilde düşman ilan edildiği için tek birşey kalıyordu; muhafazakar, milliyetçi temelli hegemonik demokrasi. İlk demokrasi denememizin acı meyvesini bugün hala toplumda yemekteyiz.


Aslında yukarıda belirttiğim üzere demokrasi zaaflarını biliyor ve en güçlü yanı da bu demiştik ya; sorunlarını da bununla çözüyor..

Demokrasi şunu diyor;

1. Seçimle gelen çoğunluk demokrasi sisteminde yönetir fakat bunu azınlık haklarını öncelliyerek yapar. Yani çoğunluk menfaatiyle azınlık menfaati çakıştığı durumlarda azınlık lehine gücünü kullanır.

2. Seçim sistemini azınlıkları ve farklılıkları kucaklayacak şekilde oluşturmak en elzem durumdur. Mesela İskandinav Meclislerinde kadın erkek oranı eşittir.

3. Demokrasinin olmazsa olmaz kuralı toplumsal sözleşmedir. Anayasalar toplumsal sözleşme değildir. Toplumların her bir tarafın ortak değerleri anlaştıkları yazılı olan veya olmayan sözleşmelerdir. O sözleşmelerin olduğu toplumlarda demokrasi bir şekilde dişlilerini döndürürken, mesela Latinler, Afrika, Ortadoğu ve Asyanın büyük çoğunluğunda uygulanamamaktadır. Çünkü bu devletler içindeki insanlar birbirleriyle olan sorunlarını çözmemiş, bazı güçlerinde işine gelmediği içinde çözülememiştir.

4. Demokrasi birey tarafından amaç olarak içselleştirilmelidir, eğer amacı başka olupta ona gidebilmek için demokrasiyi araç kullanırsa demokrasi sistemini kapatır. (Bugün ülkemizde olduğu gibi)

5. Demokrasi yalnız seçim ve sandık demek değildir. Halkların seçim öncesi bilgi alma, seçim sonrasında denetleme ve talep hakları vardır. Demokrasiler de hiçbir iktidar ben sandıktan çıktım, kimseye hesap vermem diyemez. Çünkü seçenler bir tarafta yönetenleri seçtikleri gibi diğer tarafta onları denetleyecekleri de seçmiştir. Onlarda muhalefettir. Demokrasilerde muhalefet iktidarın işbirlikçisi değildir, çözüm getiren taraf değildir, muhalefet yapıcı ve uyumlu olmak zorunda hiç değildir.

6. Demokrasilerde olmazsa olmaz olan bir noktada yerel yönetimlerdir. Merkezi yönetim modeli demokratik bir model değildir. (Örnek olarak bir ilçede hem seçilmiş belediye başkanı hem de kaymakam olduğu zaman. Merkezi güç atanmıştan yanadır.) Özellikle yerel yönetimlerde atanmış güç olması demokratik değildir. Yerel yönetim meclisleri yerel kararlarında merkezi idareye bağlı olmaktan çıkarılmadan demokrasi olmaz.


Dünya bu sorunu Roma İmparatorluğu döneminde çözmüştür. Yereldeki yöneticiler yereldeki seçmenler tarafından seçilmekte ve yerel kararların tamamını kendi meclislerinde almaktadır hatta bugün İsviçre Kantonlarında ve bir çok yerde uygulanan durum gibi kendi kararlarını alıp uygulamakta bunu merkezi idare bildirmemektedir bile.


Demokrasilerde olmazsa olan güç Parlamentodur. Bugün çok meraklı olduğumuz sistemde bile Başkan herşeye muktedir değildir. Temsilciler meclisi ve Senatoya rağmen birşey yapamaz. Parlamentosu yürütmeden güçlü olmayan hiçbir sisteme demokrasi denmemektedir. O yüzden mesela Rusya ve Bağımsız Devletler topluluğu ülkelerinin hiçbiri demokrasi değildir. Oligarşik bir yönetim vardır.


Türkiye de insanların ilk başta birarada yaşama kültürünü geliştirmesi gerekmektedir. Kimi dili, dini, ırkı, mezhebi, cinsiyeti ve tercihleri yönünden ötekileştirilmemelidir. Hiçbir dini ve etnik grup düşman ve ayrılıkçı olarak tanımlanmamalıdır.


Demokrasi kendi zaafını toplumsal sözleşme yolunu göstermek ve kendini yönetme hakkını insanlara vererek aşmaktadır. Toplumsal sözleşmemizi yapmak zorundayız; Türk, Kürt, Çerkes, Tatar, Laz, Süryani, Ermeni, Rum e kendilerini ne olarak tanımlıyor veya tanımlamıyorlarsa hepimizin bu ülkenin birer bireyi olarak görmeliyiz. Birbirimize dil ile din ile ırk ile baskı kurmamalıyız. Ondan sonra demokrasiyi kurabiliriz. Ondan sonra toplumsal korkularımızdan kurtulup rahatça birbirimizin yüzüne bakabiliriz. Potansiyelimizi asıl yönlendirmemiz taraflara yönlendirebiliriz.


Sandıktan çıkmak demokrasi değildir. Unutmayın limonda sandıktan çıkıyor.




2 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

SEÇİMİN TEK GALİBİ " HDP" 2

Yayın Tarihi: 13/08/2018 Gelgelelim müzmin anamuhalefet CHP, bu seçimde kendinden ümit beklentisi olan kesimleri hayalkırıklığı, yıkım...

Comentarios


bottom of page