top of page
Yazarın fotoğrafıözdenbekir karakaş

KARAGÖZLÜ KIZIM ILGIN’A, ILGIN AĞACININ TÜRLÜ HİKÂYESİ (TAMARİX MİTOLOJİSİ)



Görsel Kaynağı: http://www.agaclar.net/forum/igne-yaprakli-agaclar/17906.htm

18 Mart Kömür gözlü kızımın doğum günü, annesiyle abisinde olduğu gibi ismini özenle seçip koyduk; Ilgın. Yıllar geçti, toplumda kimilerine tuhaf geldi, kimilerine ilginç. Kimi yörelerde erkek çocuğa koyarlarmış ismi (Kars-Ardahan-Iğdır yörelerinde) o dönemde öğrendik onu da. Kızım da büyüyordu, adının hikâyesini merak ediyordu. Ha bugün ha yarın derken 23 yaşında anlatmaya karar verdim. Yıllar içinde Kuran da adı geçen bitkilerden biri olduğunu öğrendik. Sebe Suresi 16. Ayette “Fakat onlar bakmadılar, biz de üzerlerine arim seylini salıverdik ve o dilber iki Cennetlerini buruk yemişli, ılgınlık, az bir şey de sidirden iki harap Cennete çevirdik” bahsi geçmektedir. Sonra Tevrat’ta da bahsedildiğini öğrendik. Yaratılış 21:33İbrahim Beer-Şeva'da bir ılgın ağacı dikti; orada RAB'bi, ölümsüz Tanrı'yı adıyla çağırdı.” , 1. Samuel 22:6Bu sırada Saul Davut'la yanındakilerin nerede olduklarını öğrendi. Saul elinde mızrağıyla Giva'da bir tepedeki ılgın ağacının altında oturuyordu. Askerleri de çevresinde duruyordu.” 1. Samuel 31:13Sonra kemiklerini toplayıp (Saul’un) Yaveş'teki ılgın ağacının altına gömdüler ve yedi gün oruç tuttular.


Görsel Kaynağı: http://www.gazetemercek.com/ceza-mi-armagan-mi-makale,75.html

Ben yıllar evvel kendi ailemin tarihini araştırırken Gürcistan da karşıma çıktı Ilgın, Gürcülerin efsane Kraliçesi Tamara olarak, onun hikâyesi bir baktım Selçuklulara dayandı, bir baktım Efsane Tamara’nın gölgesi benim diyarlarım Kemah’a kadar geldi (bu tabi başka bir hikâye). Sonra İzmir çıktı Ilgın’la karşıma adını İzmir'imizden aldığı için Smyrna tamariski (Tamarix smyrnensis) olarak adlandırılan türün özel bir marifetini de öğrenince çok şaşırmıştım. Bilim insanları günümüzde ağır metallerce kirletilmiş toprak ve suların temizlenmesinde bitkileri kullanma yöntemlerini geliştirmekte imiş. Tuza dayanıklı bitkilerin, bu zehirli metallere karşı da dayanıklı olduğu ve tuzu ayrıştırdıkları gibi, söz konusu metalleri de köklerinden yapraklarına taşıyabildikleri keşfedilmiş. İşte İzmir/Smyrna ılgını da pillerin hammaddesi olan kadmiyum elementini ayrıştırabiliyormuş. Bu durumda ılgını tanıdıkça sevmemek pek mümkün olmadığını göreceksiniz. Biraz daha araştırmalarımız derinleşince ilk olarak Sümerlerde bir mola verdik Gılgamış Destanın da Gılgamış’ın Annesi Ninsun oğlu Gılgamış’ın arkadaşı Enkidu fetihlere çıkmadan önce törensel banyosunu Ilgın Ağaçlarının altında yapmıştır. Bu kutsal görevde bir Tanrıçaya gölge oldukları için Sümerlilerin Ekip biçme ve verimlilik tanrısı Ningirsu ile Mezopotamya ile tüm Ortadoğu dinlerde karşımıza çıkan Sümer’in en popüler tanrısı Dumuzi /Tammuz/Temmuz) veya yukarıların Tanrıçası İnanna (İştar)’nın kocası. Veyahut Tanrıların Tanrısı Anu’nun damadı (Anu İştarı’ın ve tüm olmuş olacak Tanrıların Babasıdır). Ilgın Ağacını kutsamışlardı ve onun gövdesini öyle güçlü yaptılar ki Sümerler Sabanlarının sapını (kabzası) ondan yaptılar. Ilgın Ağacını kutsal bildiler. İki tanrı ona dayanma gücü verdi, kurak ve tuzlu topraklarda yetişebildi. Öyle sağlam kök verdiler ki ağaca bugün Erozyonla mücadelenin en başta gelen ağaçlarından biri oldu.

Sümerlerde karşımıza çıkarda medeniyetlerin başladığı yer Nil’in imparatorluğu Mısır da tanrıların işi Ilgın Ağacına düşmez mi? Düşer hem de tam bir mitolojik cinayette sahne de önemli bir rol üstlenir. Mısır tanrılarının en ünlülerin oynadığı bu mitolojik hikâyede kimler yok ki; Osiris, Eşi İsis, Osiris’in kötü şeytani kardeşi Seth, diğer kardeşi Nephthys. Büyük tanrı Ra, ölüm tanrısı ve Osiris’in piç oğlu Anubis. İlk mumya, bir tanrının kandırılması, entrika, aşk, acı yani kapalı gişe bir dram.



Görsel Kaynağı: http://www.felsefetasi.org/osiris-ve-eski-misirda-oluler-kultu/

İlk başlarda erkeklerin dünyasının kural koyucusu olan Osiris, eşi İsis sayesinde her şeyin kralı olmuştu. İsis’in en büyük arzusu Osiris’i kral yapmaktı. İsis, bir şekil de burada meşhur Ra’nın tükürüğünden yılan yaratılması ve sonrası da vardır, Osiris’in kral olabilmesi için Ra’yı göğe çekilmeye zorlar. Ra tüm yetkilerini Osiris’e bırakmıştır. Artık dünyanın, insanlığın ve tanrıların yeni kralı Osiris olmuştur. Osiris, küçük kardeşi olan Set tarafından öldürülmüş ancak eşi İsis’in yardımı ve dirayet ile tekrar hayata döndürülmüştü. Hikâyeye göre Seth, yeryüzü tanrısı olan Ra’nın en büyük, en vefakâr yardımcısıydı. Ra’nın eski gücü kalmayıp İsis sayesinde Erkek kardeşi olan Osiris’in kral olmasına çok öfkelenmişti. Hiçbir şekilde ona karşı kazanamayacağını biliyordu. Çünkü Osiris’in adil yönetiminden herkes memnundu ve ona karşı çıkabilecek bir ittifak kuramazdı.

Osiris kendi dönemi içerisinde Mısır’a tam anlamı ile adalet, düzen ve bereket getirmiştir. Zaten ölümü ile yerine geçen Seth’in olduğu dönemde yaklaşık on yıl kadar olan bir süreyi kapsıyor, tam anlamı ile Mısır’a kötülük yağmıştır. Ama Kötülük Tanrısı Seth tahta geçme ve Osiris’ten kurtulma planını çoktan yapmıştı. Kendisine yakın olan kişilere Osiris’in ölçülerine uygun bir tabut hazırlatmış ve etrafını değerli mücevherlerle süsletmişti. Ardından Seth bu tabuta sadece Osiris’in sığabileceği şekilde büyü yapmıştı. Seth büyük bir yemek düzenlemiş ve ağabeyi Kral Osiris’i de şeref konuğu olarak davet etmişti. Yemekler yenmiş ve sıra Seth’in hediyesine sıra gelmişti. Seth, kim bu tabuta sığarsa tabutun ona hediye edileceğini söylemişti. Tabutun çok özel güçleri olduğunu ve tabutun sahibinin artık o güçlere sahip olacağını söylemişti.

Herkes sırasıyla denemeye başlamış ancak bir türlü tabuta sığamamıştı. Hiçbir şeyden şüphe etmeyen Osiris’de denemeye karar vermişti. İsis ne kadar engel olmak istese yalvarsa yakarsa da denemeyi engellemekte başarılı olamadı. Osiris, tabuta yatar yatmaz tabutun üstü Seth tarafından kapatılmış ve üzerine kurşun dökülmüştü. Odada ki diğer kişiler bu duruma engel olmak istese de başarılı olamamışlardı. Daha sonra Seth’in tabutu Nil nehrine attığı söylenmişti.

Tabutun bugünkü Fenike sınırları içinde bulunan Biblos yakınlarındaki kıyıya çıktığı söylenir. İşte burada sahneye bir ılgın ağacı çıkar ve hemen filizlenmeye başlar ve hızla büyüyerek bu ağaç tabutu gövdesinin içine alıp korur. Biblos kralı ve eşi kıyıda yürürken bu ağacın görüntüsüne ve ondan gelen tatlı kokuya hayran kalmışlardır. Sonra Biblos Kralı ağacı kestirmiş sarayında bir süs sütunu olarak kullanmaya başlamıştır. Ilgın Ağacı bir tanrıyı bağrında saklamış, onu korumuştu.

İsis, tabutun izini Biblos’a kadar sürmüştür. Kralın askerleri Tanrıça İsis’i deniz kıyısında eşini aramaktan yorgun düşmüş bir halde bulmuşlar ve saraya getirmişlerdi. Sarayda hikâyesini anlatan ve büyük salondaki Sütunun hikâyesini öğrenen İsis, sütunun kendisine verilmesini rica etmişti. Biblos Kralı bu isteğini kırmamış sütunu İsis’e teslim etmişti. İsis, tabutu Mısıra geri götürmüştü. Planı büyü yaparak eşini tekrar diriltmekti. Daha emelini gerçekleştiremeye fırsatı olmadan kocasının düşmanı ve kardeşi Seth bu durumu öğrenmiş engel olmuştu. Osiris’i on dört parçaya bölerek Mısır’ın ücra köşelerine yollamıştır. Bu haberi duyan İsis kahrolmuş ve bunun üzerine Nephthys kardeşine yardım etmek için yanına koşmuştur. İsis ve kardeşi Nephthys, Osiris’in parçalarını bulabilmek için tüm Mısır’ı dolaşmışlar parçalarını buldukları yerlere tapınaklar inşa ettirmişlerdir. Osiris’in penisi dışında bütün parçaları toplanıp bedeni bir araya getirilmiştir.

Efsaneye göre Osiris’in penisinin bir balık tarafından yutulduğu düşünülmüş ve asla bulunamamıştır. İsis ve Nephthys ölen kardeşleri için yas tutmuşlardır. Üzüntülerine daha fazla dayanamayan Tanrı Ra, Osiris’in piç oğlu olarak bilinen Anubis’i görevlendirmiş ve Osiris’in bedenini bir beze sararak mumyalanması emrini vermiştir.

Bu şekilde tarihteki ilk mumyalama olayı da gerçekleşmiştir. Daha sonra İsis, bir kuş kılığına girmiş ve Osiris’e hayat üflemişti. Bir kere daha İsis ne yapıp edip kocasını diriltmişti. Efsanenin sonunda Osiris yeniden dirilmiş, oğlu Horus savaşta karşılaştığı Seth’i yenmiş ve Mısır’ın ücra köşesine sürgüne yollamıştı. Ne var ki Osiris dünyada yaşamayı istememiş yeniden ölülerin diyarına gitmeyi tercih etmişti. Karanlık ve ıssız olan bu diyarda Ra, Osiris’e burada mutluluğu ve huzuru bulacağı sözünü vermişti. Ölüler diyarında Ölüm Tanrısı oğlu Anubis ile tekrardan beraber olacaklardı. Artık Anubis, ölüleri babasının huzura çıkaracak, Osiris’te ölenleri yargılayacaktı. Artık Osiris’in yerine oğlu Horus geçmiş kendisi ise ölüler diyarının yargıcı ve koruyucusu olmuştur. Osiris ölüler diyarının yargıçlarını yaparken hâlâ kendisini saklayan ılgın ağacından yaptığı kürsüyü kullandığı söylenir. Bir başka anlatımda ölüler diyarının baş sütunu Biblos Sarayındaki sütun olduğu söylenir.




Görsel Kaynağı: https://ziraatyapma.blogspot.com/2015/04/tamarix-tamaricaceae-ilgnilgn-agac-cal.html

Mısırdan Anadolu’ya koca Akdeniz’i geçerken Kıbrıs adasında bir nefeslenip Ilgın Ağacının hikâyesini dinlemeden geçmek olmaz. Olympos Tanrılarının özellikle Apollon’un içinde olduğu acı bir hikâye daha. Aslında bütün hikâyeler öyle değil mi? Acı ve gözyaşı yoksa hafızalarda pek kalmıyor. Tarih bile öyle savaşı severde tarih yazıcıları, barışı, sükûneti hiç sevmez. Demek ki acı, keder hafızalarda kalıyor ya da en çok onlar dinleniyor. Hele bir de aşk varsa, tadından yenmez.

Kıbrıs adasının Kralı Kinyras’ın her Kral kadar iyi yine her Kral kadar zorba. Adil ve halkı tarafından sevildiği söylenirdi. Kralın (her mitolojik hikâyedeki Kralın olduğu gibi) güzeller güzeli, güzelliği dillere destan kızı varmış Myrike. Kızımız iyi kalpli, saf ve temiz duyguları olan, güleç yüzlü, babasını çok seven bir kızacağız.

Babası kızına çok düşkün, kız da babaya. Boşuna dememişler kız çocukları babaya düşkündür diye. Kralda olsa, mitolojik bir hikâyede de olsa değişmiyor bu durum. Bu anlatılanların mitolojik bir hal alabilmesi için birazcık aksiyon olması gerek, yoksa baba kız sohbet ediyor, gülüyor, eğleniyor birbirini çok seviyor oldu mu? Biz ılgın ağacına ulaşamayız. Konuya başka karakterler girmesi lazım hem kötüler kötüsü bir karakter, sonra iyiler iyisi bir kurtarıcı. Bizim kötü karakterimiz, kızımızın üvey annesinden olma erkek kardeşi (yani tahtın varisi). Bu çocuk bir türlü baba sevgisi göremiyor, görüyor da belki kız kardeşi kadar göremiyor. Baba Kral “oğlum seni de çok seviyorum” falan dese de çocuk bir kez kız kardeşe bilenmiş. Ne yapsam ne etsem de bu kız kardeşten temelli kurtulsam hem de bu kurtuluşun sorumlusu ben olmasam diye, o Kıbrıs’taki Krallığın Narenciye ve Zeytin bahçelerinde dolanıp duruyor, hain planlar yapar olmuş. Bir müttefik bile bulamıyormuş, annesi bile “aman oğlum taht senin zaten, takma kafana böyle düşünceler. Yediğin önünde yemediğin ardında diyormuş. Ne istiyorsun öksüz yavrucaktan?” diyormuş. Bizim kötü karakter hikâyenin hakkını verecek ya, bulmuş en sonunda yapacağını. Bulduğu şey, şeytanın bile aklına gelmeyecek rezillikte bir şeymiş. İnsanlar ilk başta dinlerken tiksinmişler, inanmamışlar ama böyle rezil şeyler inşaların bir süre sonra hoşuna gider. Kulaktan kulağa anlatılır. Sonra bu anlatılanları bir başkası anlattığında kendisi bile inanmaya başlar. Söylenti yayıldıkça yayılmış. Kralın kulağına fısıldanmaya başlanmış. Kral hiddetlenmiş, köpürmüş. Olmadığını bildiği için söyleyenlerden çıkarmış sinirini. Bizim iyi kalpli kızımız her şeyden habersiz, kırlarda dolaşıyor, babasıyla o sohbetlerine devam ediyor. Bir gün bu rezil hikâye şekil değiştirmiş ve “Prenses gece babasını uyutup onunla ilişkiye girdi” pervasız söylemine gelmiş. Artık kötü yürekli erkek kardeşin yaptığı bir şey yokmuş, bu söylenti her gün kartopu gibi büyüyor, ilk şeklinden çok başka hallere gidiyormuş.

Bunu duyunca Kral daha da hiddetlenmiş, içine bir kurt düşmüş. Bayağı sıkıntılı, düşünceli günlerden sonra muhafızlarına kızını tutuklayıp zindana atmaları emrini vermiş. Bu emri verdiğini duyan erkek kardeş, iyi bir kardeşmiş gibi kızcağızın yanına koşmuş; “Kız kardeşim, benim iyi yürekli kardeşim. Zalim babamız seni tutuklatmak için askerlerini yolluyor, kaç kurtar kendini ne olur? Ben onları oyalar, babamızı sakinleştiririm sana haber yollarım gelirsin” diyor. Kızımızın soru soracak hali bile kalmıyor, nereye giderim şu bu derken kendini sarayın dışında buluyor. Erkek kardeş üstünü başını yırtıyor, hırpalanmış gibi bir halde babasının askerleri geldiğinde; “Rezil, sefil kaçtı. Sizin geldiğinizi duyunca kaçmaya başladı. Durdurmaya çalıştım ama beni bu hale getirdi” dedi. İşte bu sütü bozuk kardeş askerlerle beraber hemen babacığının yanına gitti. Babasına olup biteni kendi kurduğu senaryo olarak anlattı. Bire bin katıp yalanını iyice cilalayıp, parlatmayı da unutmadı.

Kral adamları ile beraber kendini utanca doğan kızın peşinden gitti. Bir mağarada aç, kendinden geçmiş halde titriyordu yavrucak. Tanrılara seslendi. “Ne olduğundan bile haberim yok. Masum olduğumu siz benden bile iyi biliyorsunuz? Şimdi yardım etmeyeceksiniz de ne zaman yardım edeceksiniz bana?” diye. Tanrılar hiddetli babanın gelişini görüyorlardı, kızında masum olduğunu biliyorlardı. Hemen bu kötülüğü defetmesi için Apollon’u görevlendirdiler. Apollon kızımızı babasının hiç bulamaması ve kızın saflığı, babasına olan sevgisini sürekli görmesi için Ilgın Ağacına (Tamarix) dönüştürdü. Beyaz ve pembe çiçekler açan ve acısını bünyesinde taşıyan Acı Ilgın Ağacına. Babası askerleriyle beraber o ağacın altında mola verdi, ağaçtan ılgıt ılgıt kızının konusu geliyordu. Çiçeklerindeki o beyazlığı ve pembeliği görünce yaptığı hatayı anladı. Pişman oldu. Son pişmanlık fayda etmedi. Ömrünün sonuna kadar o ağacın beyaz ve pembe çiçeklerine bakıp gözyaşı döktü. Gözyaşındaki tuzlar toprağı tuzlandırdıkça Ilgın Ağacı da daha çok büyüyor, daha çok çiçek açıyordu. Krallıktaki huzur ve mutluluk bitmişti, herkes o ay parçası Prenses için söylenenlere nasıl inandığının utancını yaşıyordu, erkek kardeşe ne mi oldu? Kral olamadı. Dionysos yaptığı bu rezil iş için aklını aldı. Bir oda da kız kardeşinin adını ölene kadar söyledi. Sarayın duvarları o delinin çığlıklarından “Myrike” diye inliyordu. Tanrılar ona adıyla aynı anlama gelen Tamarix dedi. Öyle de kaldı.

Myrike kızın acılı hikâyesini geri de bırakarak, Akdeniz’in mavi sularında Anadolu’ya doğru yola çıkalım. Mezopotamya tanrılarını, Ortadoğu tanrılarını ve onların Ilgın Ağacıyla bağlarını gördükten sonra, Anadolu’nun kadim tanrıları Ilgın ağacına nasıl can vermişler diye bakalım.



Görsel Kaynağı: http://www.agaclar.net/forum/bonsai-agac-turleri/8187.htm

Anadolu’nun bir yerleri, insana uzak, tanrıların bakışlarının ucundaki bir yer. Beyi, ağası olan bir belde burası. Beldenin ahalisi sakin kendi halinde yaşayıp gidiyor. Beyleri de efendi, kendi halinde biri. Bir de kızı var, güzeller güzeli, bir içim su. Kızımın adı Tamara. Yedi beldeye güzelliği ve güzel huyluluğu nam salmıştı. Belde halkı aynı Bey evindekiler gibi bu Bey kızının üzerine titriyordu. Kem gözlerden korumak için, Olympos Dağının tanrılarına adaklar adıyorlardı. Tanrılarda bu güzel kızı gözetliyorlardı.

Günlerden bir gün Belde de bir genç peydah oldu. Nereden geldiğini kimse bilmiyordu. Garip, yoksul bir gençti. Üstündeki yırtık, pırtık kıyafetlerinden başka bir şeyi yoktu. O halinde bile erkek güzeliydi, yakışıklıydı. Taşı sıksa suyunu çıkaracağı belli bir delikanlıydı. Adının Arix olduğunu öğrendiler. Belde de sığırlara bir sığırtmaç lazımdı. En uygun olan bu beldeye gelmiş Fakir Arix’ti. Sığırların çoğu Bey’in sığırlarıydı. Yani aslında işvereni Bey’in kendisiydi. Günler günleri kovaladı, Arix sabahları erkenden sığırları alıyor çayırlara, otlaklara yol alıyor, çayırlarda bir kamıştan yaptığı yedi delikli kavalıyla kendinde melodiler üflüyordu.

Bir sabah gece uyku tutmayan Tamara erkenden uyandı. Bey konağının önünde etrafa bakmaya çıktı. Bir iki ev hizmetlisinden başka kimse yoktu ortalıkta. Şöyle ileriye doğru bakınca Konağa doğru gelen üç-beş sığırla birini gördü. Daha önce görmediği biriydi. Görevlilerden birine sorunca beldeye yeni gelen sığırtmaç olduğunu ve babasının sığırlarını otlatmaya götürmek için her sabah bu saatlerde geldiğini öğrendi. Genç yaklaştıkça, genç kızın gözlerinde güneş tekrar tekrar doğuyordu. Arix’te kafasını çok kaldırmadan Tamara’ya bakıyordu. Bakmıyordu, gözü ona takılmıştı. İkisi de bakışlarını başka yere kaçıramıyordu. Sonra birden kız dadısının sesiyle irkildi. Bakışlarını kaçırdı. Delikanlı da kaçırdı bakışlarını. Sığırları önüne kattı, kızı da aklına taktı, gönlünde, damarlarında bir şeyler başka türlü hareket ediyordu. Otlakta sığırtmacın kavalından melodiler başka türlü çıkıyordu. Yine görmek istiyordu bu yeryüzündeki tanrıçayı. Afrodit dese ona benzetse Afrodit kızar kızın başına bir fenalık getirir diye öyle şeyler düşünmemeye çalıştı. Tüm tanrılara yalvarıyordu yarın sabahta onu görebilmek, ona göz ucuyla da olsa bakmak için.

Artık her sabah aynı seremoni yaşanıyordu. Kızımız erkenden kalkıyor, yolları gözlüyor, oğlumuz uzaklardan Beyinin kapısının önünde bekleyen var mı diye bakıyordu. Bir gün kız dadısına yalvardı, çayırlara gidelim, çiçek derelim diye. Dadı kızın annesine, o da bey babaya söyledi. Dadı ve birkaç hizmetçi genç kızla beraber çok uzaklaşmadan gitmelerine izin çıktı.

Sabah yine erkenden kapının önünde bekledi. Delikanlı kapının önünden geçerken kız “senin oralara geleceğiz dadımla, nasıl bulacağım seni?” dedi. Delikanlı “bu yoldan hiç ayrılma, yol getirir seni bana” dedi. Dadı kızda bir değişiklikler olduğunun farkındaydı, kızı gibi seviyordu onu. Üzülmesini, yüreğinin acı çekmesini istemiyordu. Ara ara davulun dengi dengine olduğunu anlatıyordu, olmayacak işe giren hep hüsranda olur diye anlatıyordu. Nasihatleri hangi âşık, hangi sevdalı dinlemiş ki, Tamara dinlesin. Duymuyordu bile o sözleri. Aşk ateşi düşmüş yüreğe, yürekte kor, gözde kör, kulakta sağır olmuştu. Tamara hizmetçi kızlarla sohbet ederek, koşturarak dadı arkalarında çayırlara doğru yol alıyordu. Hizmetçi kızlar şuraya gidelim buraya gidelim diye söylese de, o Arix’in söylediği gibi yoldan ayrılmıyordu. Yol onu Arix’e götürecekti. Yolun bir yerine gelince otlağa yayılmış, inekleri, sığırları gördüler. Kız çayırın o tarafına doğru koşmaya başladı, tabi ki hizmetçi kızlarda peşinden. Dadı ağır ağır arkadan geliyordu. Sığırtmacı görünce durumu tamamen anladı. Güzel kızı için üzüldü. İçinden çok acı geçecek hem kızım hem de bu sığır çobanı garip diye düşündü, üzüldü. Yapabileceği bir şey olmadığını biliyordu, yüreklerine sevda düşmüşlere tanrılar bile yardım edemez ki.

Tamara ile Arix öyle böyle ilk defa baş başa sohbet etmiş, hizmetçi kızlarla dadı güya görmemiş olup biteni, görmezden gelmişler bu sevenleri. Arix nasıl kavuşacak sevdiğine? Bey’in kızına âşık olmak, herhalde bu fakir delikanlıya tanrıların bir gazabıydı. Bey kapısından gidip kız istemek, bir sığırtmacın harcı değildi? Dünya kurulduğundan beri olmamış görülmemiş şeydi bu, tanrılar hiç böyle bir şeye müsaade eder miydi? Bilseydi ki tanrılar bu aşkın sonu ne olacak diye merakla seyrediyor diye? Şaşkın âşıklar daha da şaşarlardı bu işe.

Günler geçti sabahları, akşamları bakışlarla konuşuyorlardı. Ara ara kız çayırlara aşkını görmeye gidiyordu. Bir gün Bey konağına yabancı birileri geldi. Beyle görüştüler, gittiler. Bey konağında bir hareket, bir koşuşturma sormayın gitsin. Kıza dediler ki, başka bir büyük beldenin Beyinin oğluna istemeye geleceklerdi Tamara’yı. Tamara’nın nefesi kesildi bunu duyunca, dünya ışıksız kalmıştı, kulaklarında uğultudan başka bir ses yoktu. Rengi mezar taşının rengi gibi olmuştu. Kime ne anlatacaktı? Bey kızı, Bey oğluyla evlenirdi. Dünya kanunu böyleydi.

O sabah çıkmadı kapının önüne, akşamda çıkmadı. Arix baktı etrafına, merak etti, hasta mı olmuştu acaba? Ya da onu bakışlarıyla kırmış mıydı? Her şeyden habersiz toy delikanlı, kavala üfledi, üfledikçe acı melodiler çaldı lanet yedi delikli kamış.

Arix Bey evinin adamlarıyla pek konuşmazdı. Meraklanmış gibi sordu onlara; “Bu hareketlilik nedir? Ne oluyor ağalar?” Onlar; “Duymadın mı, garip çoban. Bey’in kızını Büyük Belde’nin Beyi’nin oğluna istemeye geliyorlar. Yakında düğün dernek kurulacak, telaş ondandır. Haydi, ayakaltında çok dolanma, bir sürü işimiz var” dediler.

O günden sonra Arix Tamara’sını hiç göremedi. Tamara da Arix’in yolunu gözleyemedi. İçten çe eridiler. Görücüler geldi gitti, istemeler oldu. Kız evi naz evi oldu. İsteyenlere düşünelim, bir bakalım dendi. Sonra tekrar haber yollandı, söz hediyeleri geldi eşek yüküyle. Peşinden nişan oldu, nişan hediyeleri geldi katır yüküyle. Düğün oldu, toy kuruldu. Kız, gelin atına bindirildi. Kızın çıktığı eve deve yüküyle düğün-nikâh hediyesi geldi. Gelin kız Tamara süslenmiş atla ilerlerken hava bozdu, kız atın üstünden etrafa baktı. Arix bir tepeliğin yamacında çömelmiş olan biteni, sevdiğinin gidişini seyrediyordu. İç geçirdi. Derenin oraya gelene kadar bir yağmur yağdı ki, dere coştu, dere üstündeki köprüyü söküp alıp götürdü. Düğüncüler Gelinin atını geriye götürmeyi düşünmediler bile, çünkü gelin baba evinden çıktı mı bir daha geri dönemezdi. Gelenek böyleydi. Hele ki daha muradına erememiş bir güveyi olan gelin.

Gelinin atını sürdüler deli gibi atan dereye. Tamara’nın bindiği at iki üç adım attı, atamadı, yalpaladı zavallı hayvan devrildi. At bir yana, gelin kız diğer yana savruldu, sel sularına kapıldılar. Düğün alayı dere kenarından gelini kurtarmaya çalışıyor, kız bata çıka sel sularına kapılmış giderken kıyıdan koşturuyorlardı, biri bile suya girmeye cesaret edemiyordu. Arix olup biteni gördü, olduğu yerden kalktı fırtına oldu, sel suyu oldu, kartal oldu uçtu derenin kenarında hiç nefeslenmeden ses sularına atladı. Sevdiğinin yanına vardı, bata çıka bitkin düşmüş Tamara’sını kavradı, göz göze bakıştılar, oğlan çok uğraştı sevdiğini kurtarmak için. İkisi de sel sularına yenik düştü, suların derinliğinde el ele göz göze sarmaş dolaş kayboldu gittiler.

Tanrılar olup biten karşısında kaderin neler yazdığını gördüler bu iki aşığa. Kadere tanrılar karşı gelemiyordu ki, bu iki zavallı karşı çıksın. Zeus Apollon’a görev verdi. Bu iki âşık hiç unutulmasın, ebediyen hatırlansın diye gerekeni yap dedi. Apollon derenin onları kıyıya bıraktığı, cesetlerinin el ele yattıkları yere geldi. İki gence aktı, “Öyle bir ağaç olun ki, en zor şartlarda yaşayın. Selleri bile önleyin. Çiçekleri sizin aşkınızı anlatsın. O iki cesedin yattığı yerde iki Ilgın ağacı bitti. Pembe çiçekli olan Tamara idi, beyaz çiçekli olan fakir sığırtmaç Arix. O iki sevgilinin bir olması gibi o gün bugündür o ağaca insanlar iki sevgilinin adını beraberce söylediler; Tamarix.

Ilgın Ağacının mitolojik geçmiş hikâyelerini anlatırken az biraz da bu bitkiden birazcık bilgi vermek gerekmektedir. Bu ağaç bir kadın gibi, evin kızı gibi en zor şartlarda ayakta durabilecek yapıda olmasıyla bile tam bir dişillik sembolüdür. Öyle güçlü olmalıdır ki, tek çorak, kuru, tuzlu toprakta yaşamalı, saban olduğunda onu yarıp açmalı ki ekebilsin, hasat yapabilsin. Dünya kadına ne kadar zor bir yerdir deyince Ilgın ağacının yaşadığı koşullara bakmak lazımdır. Kadın gibidir Ilgın. En çorak, en erozyona uğramış yeri ıslah eder, adam eder. Çiçekleriyle zarafet timsalidir. O beyaz ya da pembe çiçekleri bir kadın gibi narindir ve zariftir.

Ilgın Bot. Ilgıngillerden, Akdeniz bölgesinde yetişen bir ağaç veya ağaççık cinsi (Tamarix). En çok bilinen iki çeşidi olan bir nevi orman ağacı. Biri, Akılgın; “Başlıca sulak yerlerde hâsıl olan ve açık pembe çiçek açan çeşit ki, kudret helvasının iyisi bunun yaprağında hâsıl olur.” Diğeri, Acı ılgın; “Acı günlük denilen zamkı veren cinsi”. Kumlu topraklarda yetişen, çelikten üretilen ve çit bitkisi olarak kullanılan ağaçcık.




Görsel Kaynağı: https://www.sanatinyolculugu.com/protohistorik-donemde-anadoluda-hayat-agaci-motifi-dilek-yilmaz/

Anadolu medeniyetlerinden Hititlerde Ilgın Ağacı büyü aracı ve büyü bozma aracı olarak da kullanılmıştır. Bununla ilgili birçok tablette bahisler geçmektedir;

Yine Mezopotamya literatüründe kültsel maksatlı büyülerin yapılmasında ve insanların ağzını temizlemesinde kullanılan Sedir ve Ilgın ağacı materyallerinin Hitit büyülerinde de kullanılmış olduğu dikkat çekicidir. Öyle ki, Itkalzi ritüelinin beşinci tableti Sedir ve Ilgın’ın büyülü sözlerini kapsamaktadır. Ayrıca arınma suyu olarak geçen bir terkibin hazırlanışı CTH 471 numaralı metinde de geçmektedir. wašši- içeceği olarak da ifade edilen bu sıvının yapımı için gerekli olan malzemeler arasında arpa ve hušt- kükürt de yer almaktadır. Bütün bu maddeler bir havanda dövülüp, parçalandıktan sonra “Arınma suyu”na eklenmektedir

Bununla birlikte Hitit büyü metinlerinde geçen otsu ve odunsu bitkiler incelendiğinde, onların yaşadıkları coğrafyanın flora çeşitliliğini iyi bildikleri anlaşılmaktadır.

Nitekim Torosların endemik bir türü sayılan sedir ağacından, Akdeniz kuşağının karakter ağaçları olan zeytin, defne ve incir ağaçlarına. Karadeniz dağlarında yetişen şimşir ağacından Anadolu’nun ormanlık alanlarında sıkça görülen Köknar, fıstık çamı, çam ağacı (sarıçam, karaçam), ılgın ağacı, söğüt ağacı, kavak ağacı, porsuk ağacı, pırnal, akdiken, kuşburnu, fıstık ve alıç ağaçlarına kadar yayılan geniş bir yelpazedeki bu bitkileri şifa-büyü ekseninde kullandıkları ortaya çıkmaktadır

Ilgın bitkisinin tohumlarına Anadolu folklorunda “Dardağan darısı” denilmektedir. Bu tohumlar Anadolu geleneklerinde eskiden beri büyücülükte kullanılmaktadır. Birinin evini barkını dağıtıp onu altüst etmek için etrafına okunmuş “dardağan darısı” denilen ılgın tohumunu saçmak şeklinde yapılan işlemdir.

Çin de halen bir yörenin toprağını ıslah etmek ve halkını o süre içinde rahat etmesini sağlamak için Ilgın Ağacı popülasyonu kullanılmaktadır.

Tamarix, toplulukların yakacak odun, aletler ve sepet yapımı için bağımlı olduğu doğal bir kaynaktır. Yeraltı suyu beslemesini yeniden tesis etmek, toprak koşullarını canlandırmak, su basması etkilerini ve tuzlanmayı azaltmak ve Tamarix popülasyonlarını eski haline getirmek için dört ilçe, Cele, Yutian, Mingfeng ve Jiashi dâhil Tamarix projesini uygulamak için güçlerini birleştirdi. Kurak bölgelerde tarımsal üretim ve orman ıslahı. Artık, bir zamanlar kapsamlı arazi bozulmasından mustarip olan topluluklar, gençleşmiş Tamarix popülasyonlarının yerel ihtiyaçlar için kullanımını etkin bir şekilde yönetebilir ve mahsul için uzun vadeli toprak koruması sağlayabilir.

Yine Çin de ölümsüzlüğü temsil eden güçlerden biri de Ilgın Ağacıdır. Kafkaslarda İskitler ve Sakalar takılarında ve ağaç işleme sanatında Ilgın Ağacını bol miktarda kullanmaktaydı.

Gelelim Kafkaslara dillere destan Gürcü Kraliçesi Tamara’ya. Tamara Ilgın demektir. Kafkaslarda Ilgın Ağacı mitolojik kültlerden biridir. Özellikle Gürcü, Ermeni ve İskit coğrafyasında çok ayrı bir yeri vardır. Kutlu ve kutsal bir ağaçtır. Tamara Gürcülerin 60. Kralıdır. Yıl Miladi 1184 de Babası Giorgi III’nin yerine tahta çıkmıştır. Gürcü takvimine göre 6686 dünya yılında tahta çıkmıştır. Gürcü tarihinde 60.Kral Tamara şöyle anlatılmaktadır;



Görsel Kaynak: http://www.gurcudili.com/2016/06/23/kralice-tamara/

Bir çakılın içinde saklı olup ufak bir demir darbesiyle meydana çıkan ateş gibi, sözlerim de, büyük ve kızgın bir külhandan çıkarılan bir kömür parçası gibi, Tamara’nın icraatının ufak ufak bir kısmını gözlerinizin önünde parlatacaktır. Hikâyemde, bu akıllı prensesin, dille anlatılamayan teşebbüs ve hareketlerini gözle görünür bir hale getireceğim.

Yedi kırallığın mtavar ve didebülleri, patrik, piskoposlar sinodu ve kendilerini Allah’a hasretmiş insanlar ve birlikte toplanarak, güneşlerin güneşi, nurların nuru, güneş gibi göz kamaştırıcı ve parıldayan ışınlar saçan bu şahsı seçerek tahta çıkardılar. Onlar, tacı kendisine takdim ettiler ve şerefli taç giyme ve zaferle dolu saltanatını şarkılarla kutlayarak İmparator Konstantinos zamanında haçın Zeytin dağında meydana çıkmasını andılar.” (BROSSET, 2003)

Hükümdarlık dönemi Gürcistan’ın “Altın Çağı” olarak bilinir. “Krallar kralı” ve "Kraliçeler kraliçesi” olarak adlandırılmıştır. Bagrationi (Bagratlılar) hanedanından gelir. Bazı dillerde Tamara olarak da yazılır. Bazı kaynaklarda Tamara bazılarında ise Tamar olarak geçmektedir. İkisi de Ilgın manasındadır.

Kral Tamara tam da adı gibiydi. Ilgın Ağacının tüm özelliklerini üstünde taşıyordu. Babası taht için özel olarak yetiştirmişti. Gürcü topraklarında o dönemde bayağı sorun vardı. Bu sorunlarla babası Kral Giorgi’ye göre kızı başa çıkabilirdi. Öyle de olacaktı. Tahta oturunca ilk olarak Kıpçak kökenli Hazineden Sorumlu Kutlug Arslan önderliğinde feodal aristokratlar yitirmiş oldukları ayrıcalıkları geri almak için mücadeleye girişti. Kutlu Arslan, kraliçenin yetkilerinin sınırlandırılmasını istedi. “Karavi” adıyla yeni bir devlet organı oluşturulacaktı. “Karavi”nin üyeleri aristokratlar olacak ve bütün kararları onlar alacaktı. Bu kararı kraliçeye bildirip onaylamasını istediler. Kendi hükümdarlığını biçimsel hale getiren bu öneriyi Tamar kabul etmedi. Tamar, Kutlu Arslan’ı görevinden aldı ve ileri gelenlerle konuşarak sorunu çözüme bağladı. Kutlu Arslan’ın yönetimdeki etkisi tamamen ortadan kalktı ve “Karavi” yerine kraliçenin sarayının karar verme yetkisi kabul edildi.

Bu olay Gürcü tarihinde kısaca şöyle anlatılıyor;

Diğer inanılmaz ve hayret edilecek bir şey de oldu. Büyüklüğe kavuşan kölelerde ve bilhassa asaletten uzak fakat refaha erişen insanlarda olduğu gibi, bir katır gibi hain ve prensiplerinden dayanaksız bir adam olan Kutlu-Arsğan, İranlılar’ın küstahlığı ve gürültücü patırtıcılığını takliden, çadırlarını Sagodebel toprakları içinde İsan ovasında kurmak istedi. Onlar ‘Biz orada bağımsız yaşamak, serbestçe alıp vermek, birine karşı sert, başkasına karşı iyi davranmak, kıraliçemiz Tamara’ya her şeye ait isteklerimizi bildirmek ve işleri istediğimiz gibi idare etmek isteriz’ dediler” (BROSSET, 2003)

İşin sonu aynı kaynakta şöyle anlatılıyor;

…Bunu gören asi didebülleri, hükümdara tâbi olarak Tamara’nın huzuruna geldiler, ayakları önünde yere kapandılar ve kırallık vaadini duyduktan sonra sadakatlarına ve emirlerine itaata söz verdiler.” (BROSSET, 2003)

Devamında Tamara ile çok ilginç methiyeler sıralanıyor;

O zamandan itibaren, Allah’ın taç giydirdiği, Venüs gibi güzel, Apollon güneşi gibi muhteşem, göreni hayret içine düşüren, yaklaşanları heyecandan delirten, yüzünün berraklığı ile yürekleri esir eden, ilahi bir şaheser olan (kıraliçe), yüce tahtına oturdu.” (BROSSET, 2003)

Kraliçenin evlendirilmesi de önemli sorunlardan biri oldu. Çünkü kraliçenin kocası, krallığının ikinci önemli kişisi olacaktı ve bundan dolayı adayın seçimi önem taşıyordu. Sonunda Gürcü kaynaklarında Giorgi Rusi olarak anılan bir Rus prensiyle evlendirildi. 1185 yılında evlenen Tamar, Giorgi Rusi’den ayrıldı. Bu ayrılık aslında evlilik Tamara’nın baştan beri karşı çıktığı, içine bir türlü sinmeyen evlilikti. Güya dışlanmış ve Kıpçaklara sığınmış Rus Prensi olan kocası, evlendikten sonra bayağı bir problem çıkarmıştı. Bu ayrılma sırasında o yüzden kilise ve devlet bürokrasisi pek seslerini çıkarıp muhalefet edememişti. Devlet yetkililerini toplayıp şu açıklama ile boşanma isteğini duyurmuş ve boşanmıştı;

İlâhi kanun ilk kocayı terk etmemeyi tenbih ederse de, Allah’ın mabedine hürmet etmeyen ve yatağının paklığını muhafaza etmeyen bu adamla yaşamağa devam etmeğe mecbur değilim. Eğrilmiş bir ağacın gölgesini doğrultmaya ve sonra da üzerime serpilen tozu günahsızca silmeğe kabiliyetim yoktur.” (BROSSET, 2003)

Bu boşanmadan sonra Bizans İmparatoru Manuel’in büyük oğlu Polikarp Tamara’ya delicesine âşık oldu. Bu deli aşığın ömrü uzun sürmedi. Manuel’den sonra tahta çıkan Andronikos, geçmiş İmparatorla bağlantısı olan herkesi öldürtürken bu âşık Polikarp’ı da idam ettirdi.

Tamara ile Süleyman Şah aşkı, Süleyman Şah’ta Tamara’nın bu Ilgının aşkından deli divane olmuştu. Babası Kılıç Arslan bu aşkı mani olmak için çok uğraşmış, oğlunu bir şekilde bu sevdadan vazgeçirmişti;

Asurya, Mezopotamya ve Antakya hükümdarının bir oğlu vardı ki, orada yaşayan birçok barbar aşiretlerin içinden bir yol açmayı düşünerek birden bire bu memlekete geldi.

Kıraliçenin ihtişamının şöhretinden delirmiş bir vaziyete düşen Kızıl Aslan’ın bir oğlu, dinini değiştirmesinden korkan babası tarafından güç hâlle zaptedilebildi. Kraliçeye yaklaşanlara gelince, bunların hepsi de öyle bir arzuya kapılıyorlardı ki değersizler kendi hadlerini, akraba olanlar da kandaşlıklarını unutuyorlardı. Zira, Tamara’nın şöhreti, ışınları ile görünür bir hâle gelen güneş gibi her tarafta kendisine sahip olmak arzusunu alevlendiriyordu.” (BROSSET, 2003)

Saltuk Beyi İzzettin Saltuk’un oğlu Muzaffereddin (Gürcülerin tabiriyle, Mutafardin) babasının konumunu hiçe sayarak. Mahiyetindeki hizmetliler ve kendisine bağlı olanlarla askerler, din ve akıl hocaları, hadımağaları, köle ve uşaklardan oluşan kalabalık bir kafileyle ve hediye inci, mücevherat, kıymetli ipek kumaşlar, Anadolu parsları ve aygırlarla beraber, aşkı için din değiştirdiği Kraliçe Tamara’nın huzuruna çıktı. Muzaffereddin Gürcü tarihçilerin anlattığına göre uzaktan görmeden sevip, âşık olduğu uğruna din değiştirdiği Tamara’yı görünce gözyaşları sel olup ağladı. Tamara ona büyük bir hürmet gösterdi, Kral sarayında ağırladı. Muzaffereddin gönüllü bir esir hayatı yaşadı uzun süre sarayda. Gürcü hizmetliler ve devlet adamları saygı da hiç kusur etmediler, zorunlu misafire. Günler günleri, aylar ayları kovaladı. Bu kaçak âşık Gürcistan da gezdi, avlandı, en mükemmel sofralarda hep Krallara layık ağırlandı ama misafirlikte bir yere kadardı. Bu kaçak genç âşık Prens, birkaç defa evlilik teklifini Tamara’ya iletti. Tamara hep cevapsız bıraktı. Bir gün Muzafferedin’in yanına Tamara’nın en yetkili yardımcısı gelip Kraliçenin soyundan, Kraliçenin ona hediye edeceği bir cariye ile evlenmesinin daha uygun olacağı haber verildi. Genç âşığın bütün hayalleri suya düşmüştü. Mecburen bu teklifi kabul etti. Daha düğün kurulurken Tamara Erzurum da Prensin babasına oğlunun döneceğini ve cariyesi ile evlendirdiğini bildirdi. Erzurum’da oğulları gelecek diye düğün bayram oldu. O düğünün sonunda Muzaffereddin yeni eşi ve mahiyeti ile beraber Erzurum’a yolcu edildi. Yanlarına bir Krala yaraşacak hediyeler konularak gönderildi. Bu deli âşık Erzurum’a gidince de unutmadı Tamara’yı. Ölene kadar onun aşkıyla ve hasretiyle yaşadı.

1188 yılında Davit Soslan ile evlendi. 1191 yılında bazı ileri gelenler Giorgi Rusi’nin Gürcistan’a dönmesini destekleyerek büyük bir ayaklanma başlattı. Tamar, ayaklanmacıları yenilgiye uğrattı ve Giorgi Rusi tutsak alarak Rusya’ya geri gönderdi. Giorgi Rusi, bir kez daha Gürcistan’a döndüyse de bu kez fazla taraftar bulamadı ve kolayca yenilgiye uğratıldı.

Tamara, hem Selçuklu tarihinde hem de Anadolu tarihinde önemli bir yere sahiptir. Mesela Trabzon Rum İmparatorluğunun kurulmasında bile Tamara adıyla karşılaşılmaktadır. Bizans İmparatoru I. Andronikos'un (1183-1185 arası hükümdar) oğlu Manuel Komnenos ile Tamar'ın kız kardeşi Rusudan'ın oğlu Aleksios Komnenos'un Trabzon İmparatorluğu’nu kurmasına destek verdi ve bu devleti koruması altına aldı. Bu devlet uzun süre Gürcü Krallığının vassallığı altında yaşadı.

Tuhaf bir tesadüf Kılıç Arslan’ın oğlu Süleyman Şahın âşık olduğu Kraliçeye adaşı Selçuklu Hükümdarı II. Süleyman mektup yazarak Selçuklu egemenliğini tanımasını istedi. Tamar, Anadolu Selçuklu elçisini geri göndererek ordunun hazırlanmasını buyurdu. Davit Soslan komutasındaki ordu, Basiani’ye hareket etti. 1202 yılında iki ordu burada karşılaştı. Anadolu Selçukluları bu savaşta yenilgiye uğratıldı. Gürcüler ile Anadolu Selçuklular arasındaki savaş daha sonra da sürdü ve Gürcüler 1204 yılında Kars’ı ele geçirdiler.

Tamara, 1213 yılında öldü ve Gelati’de toprağa verildi. Tamar, Gürcü krallığın gücünün doruğuna ulaştırdı ve onun döneminde Gürcistan, tarihinin en geniş sınırlarına ulaştı. Gürcistan’ın sınırları, Azerbaycan’dan Erzurum’dan Gence’ye uzanıyordu. Kraliçenin mezarının bulunduğu yer beyaz ve pembe çiçekler açan Ilgın ağaçlarıyla kaplıdır. Gürcü hikâyelerinde Gürcü marangozlar Kraliçenin cenazesinde kullanılmak üzere Ilgın ağacından tabut yaptıklarını anlatır ve ağaç oymacılarının tabutun üstüne Ilgın çiçeği motifleri işlediklerini söylerler.



Görsel Kaynak: https://tr.sputniknews.com/yasam/201908181039945014-uzmanlara-gore-turkiyede-kralice-tamaranin-torununun-mezari-bulundu/

Kraliçe Tamara ile kavuşamayan Selçuklu beylerinin hikâyelerinin yanında Kraliçe Tamara’nın torunu Tamara ile evlenip mutlu yaşamış olan bir Selçuklu Sultanı vardır. Gıyaseddin Keyhüsrev II.

Anadolu halkı bu Gürcü Prensesini çok sevdi. Ona Gürcü Hatun diyorlardı. Gürcü Hatun, Alâeddin Keykubad II’ın annesidir. Tamara’nın kızı Rusudan’ın kızı Tamara Anadolu halkının sevgili, Selçuklu hanedanlarından birinin annesi olmuştu. Eşi II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ölümünden sonra o devirde Anadolu’nun en güçlü kişisi olan vezir Pervâne Muineddin ile oğlu Sultanın izniyle evlendi. Ömrünün son yıllarını Erzurum da Kocasının malikânesinde geçirdi. Yakında zamanda Erzurum Pasinler Ovasında Ilgın ağaçlarıyla kaplı bir alanda yapılan arkeolojik kazılarda, Gürcü Hatuna ait olduğu sanılan bir mezar bulundu. Mezarda bulunan arkeolojik kanıtlar çok büyük olasılıkla Tamara’ya ait bir mezar olacağı yönünde bulgular vermekte.

Sonradan Müslüman olan Gürcü Hatun, Muhammed Celaleddin-i Rumi’nin hamisidir.

Gürcü Kraliçesi Tamara Konya ilinin simgesi olan Mevlana Celâlettin Rumi hatırasına yaptırılan “Yeşil Türbe” (Kubbe-i Hadra) Kraliçe Tamara’nın torunu prenses Tamara tarafından 80.000 dirhem akça ödenerek, mimar Bedreddin Tebriz’e inşa ettirdiğini tarihsel kaynaklar yazmaktadır.

Ayrıca Van Gölü üstündeki Akdamar adası ve Kilisesi “Thamar” yani Ilgın demektir. Ada da Van gölünün sodalı suyundan dolayı yalnızca Ilgın ağaçları yetişmektedir. Akdamar Ak Ilgın karşılığıdır. Kilise de bu ağaca adanmıştır. Taşlarında Ilgın ağacının çiçeklerinin motifi işlidir.

İşte kısaca kızım Ilgın’a bu coğrafyadan Ilgın ve Ilgın Ağacı hikâyesi. Hikâyemiz biraz beyaz, biraz pembe.

Unutmadan Konya da Ilgın ilçesi var, oranın doğal bitki örtüsü Ilgın, adını da bu bitkiden alıyor. Olympos Tanrıları âşıkları Ilgın ağacına çevirdikten sonra, o ağaçların çiçekleri tozlanmış, bir rüzgâr çıkmış. Çiçekler toz duman arasında Ilgına varmış, orada toprağa kavuşmuş. Her bahar Apollon Ilgına gider o ağaçların arasında dolanır ve dünyadaki âşıkları düşünürmüş.





Kaynakça:

ANDREASYAN D. Hrand. “Aktamar Kilisesi”. Tarih Dergisi. Sayı:22. İstanbul, 1966. Sayfa: 77-82

ATEŞ Erhan. KRALİÇE TAMARA (TAMAR) DEVRİ (1184-1213) GÜRCÜ DIŞ POLİTİKASI VE BÖLGEDEKİ YANSIMALARI. Tarih İncelemeleri Dergisi XXXII / 2, 2017, 363-390

AYDIN Banu. “Ceza mı, Armağan mı?”. Mercek Gazetesi. Yayın Tarihi: 02 Mayıs 2019. http://www.gazetemercek.com/ceza-mi-armagan-mi-makale,75.html

BROSSET Marie Felicite. GÜRCİSTAN TARİHİ (Eski çağlardan 1212 yılına kadar). Çeviren: Hırand D. ANDREASYAN. Notlar ve Yayına Hazırlayan: Erdoğan MERÇİL. Türk Tarih Kurumu. Ankara, 2003.

BURSLAN Kıvameddin. Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi. Türk Tarih Kurumu. Ankara, 1943.

ÇELİKDÖNMEZ Ömür. “Göbeklitepe’den dünyayı kucaklayan stratejik bitki: Dut Ağacı!”. Dik Gazete. Yayın Yarihi: 10 Nisan 2019. https://www.dikgazete.com/gobeklitepeden-dunyayi-kucaklayan-stratejik-bitki-dut-agaci-makale,1337.html

DAĞLI Yücel. Historical Dictionary of Ottoman Turkish Terms for Gardens and Gardening. Harvard University Press. Washington D.C., 2007.

ERGİN Çağrı, ŞENGÜL Mustafa, SATILMIŞ KİRİŞ Özgün. Türkiye’nin Güney-Batı Anadolu Bölgesindeki Ilgın (Genus: Tamarix L.) Ağaçlarında Cryptococcus neoformans Kolonizasyonu Takibi. Türk Mikrobiyol Cem Derg 44(4):158-162, 2014 doi:10.5222/TMCD.2014.158

GEZGİN Deniz. Bitki Mitosları. Sel Yayınları. İstanbul, Ekim 2007.

GILGAMIŞ DESTANI. Çeviren: Sait Maden. İş Bankası Kültür Yayınları. V. Baskı. İstanbul, Ekim 2017.

KAYA SEDAT. “O ILGIN AĞACI”. Gündem Çeşme Gazetesi. Yayın Tarihi: 15 Kasım 2018. http://www.gundemcesme.com/yazar/O-ILGIN-AGACI/5790/

KILIÇ Yusuf. HİTİT BÜYÜ METİNLERİNDE GEÇEN BAZI OTSU BİTKİLER, AĞAÇ TÜRLERİ VE AHŞAP NESNELER. Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi. Cilt:2/Sayı:6/Ağustos /2015

KURAT Akdes Nimet. RUSYA TARİHİ Başlangıçtan 1917’e kadar. Türk Tarih Kurumu. 3. Baskı. Ankara, 1993.

PEACOCK A.C.S. . Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu Yeni Bir Yorum. Çeviren: Zeynep Rona. İş Bankası Kültür Yayınları. 2. Baskı. İstanbul, Nisan 2016.

SANKUR Bülent. Orman Mühendisliği Terimleri. https://academics.boun.edu.tr/bulent.sankur/sites/bulent.sankur/files/inline-files/ORMAN%20M%C3%BChendisli%C4%9Fi%20Terimleri.pdf

SEVİM Ali. Biyografilerle SELÇUKLULAR TARİHİ. İbnü’l-Adîm Bugyetü’t-taleb fi Tarihi Haleb (Seçmeler). Türk Tarih Kurumu. 2. Baskı. Ankara, 1989.

SEVİM Ali. Anadolu Fatihi KUTALMIŞOĞLU SÜLEYMANŞAH. Türk Tarih Kurumu. Ankara, 1990.

YÜCEL Yaşar. ANADOLU BEYLİKLERİ HAKKINDA ARAŞTIRMALAR I. Türk Tarih Kurumu. 2. Baskı. Ankara, 1991.

YÜCEL Yaşar. ANADOLU BEYLİKLERİ HAKKINDA ARAŞTIRMALAR II. Türk Tarih Kurumu. 2. Baskı. Ankara, 1991.


https://www.agac.gen.tr/ilgin-agaci.html

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ilg%C4%B1n_(bitki)

https://www.kariyerdersleri.com/nedir-1/ilgin-agacinin-faydalari-nelerdir.aspx

https://www.nkfu.com/ilgin-agaci-ozellikleri/

https://www.youtube.com/watch?v=darW3WQoJgY

https://tr.qaz.wiki/wiki/Tamarix

https://www.solutions-site.org/node/81

https://tr.vvikipedla.com/wiki/tamarix

https://blog.delphinhotel.com/patara-likya-yolu-mugla-antalya/

http://hbogm.meb.gov.tr/modulerprogramlar/kursprogramlari/bahcecilik/moduller/sus_agacciklari.pdf

https://www.nisanyansozluk.com/?k=%C4%B1lg%C4%B1n

https://tr.wikipedia.org/wiki/Tamar

https://tr.sputniknews.com/yasam/201908181039945014-uzmanlara-gore-turkiyede-kralice-tamaranin-torununun-mezari-bulundu/

http://www.turkbilimi.com/kralice-tamara-ve-gurcistanin-altin-cagi-1184-1213/

https://www.arkeolojikhaber.com/haber-efsanevi-gurcu-lideri-kralice-tamara-ve-gurcistanin-altin-cagi-22817/

https://www.mitolojiktanrilar.com/osiris-kimdir-misir-mitolojisi/

https://en.wikipedia.org/wiki/Tamar_of_Georgia

https://tr.sputniknews.com/yasam/201908181039945014-uzmanlara-gore-turkiyede-kralice-tamaranin-torununun-mezari-bulundu/

2.559 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page