Yol, gidilen mesafe kadar, hedefe giden güzergâh kadar aynı zamanda yöntemdir, tarzdır, hedefin kendisidir. Bir metafordur, felsefe de. Felsefede, felsefenin ne olduğunu anlatmanın çeşitli yöntemleri (yolları) vardır. Bu yöntemlerden biri de metafordur. İşte evrensel devinimin rotası ve ilk adımının metaforu da yoldur.
İlk çağ felsefecileri; felsefeyi tanımlarken “felsefe yolda olmaktır” metaforunu kullanmışlardır. Kendin olmak nasıl “yolda olmak”sa. Yolda olmak; gerçek manada olmak, yolda yürümek, hedef üzerinde ilerlemek ve özünde başlangıçtaki halimizden farklı olarak o hedefte ilerledikçe, menzilleri aştıkça olgunlaşmak, pişmek, kamile gelmek, kemâle varmak. Olmak; aslında hedefimizdekine varabilmektir. Aynı tasavvufçuların yaptığı gibi, aynı Taocuların yaptığı gibi, aynı brahmanların, Budistlerin yaptığı gibi.
Nasıl felsefede yolda olursa, düşünceler ve bilgi olgunlaşa olgunlaşa bilgeliğe varırsa, başladığımız kendimizde vardığımızda özümüze dönüşür.
Dinlerde yol kavramı doğumla başlar, ölümle biter. Dinlerde (özellikle tek tanrılı / Ortadoğu dinlerinde) ölümle beraber son varışa gelinir. Oradan sonrası yani diğer dünya, hedef ve amaçtır. Orada sürekli kalıcılık vardır.
Dinlerden İslam Ruhu da bedenle beraber berzah aleminde bekleme odasına sokarak, devinimden çıkarmış statik ataletsiz bir duruma sokmuş. Yolu doğum ve ölüm arasındaki bedende sınırlamıştır. Dinler çoğunlukla beden için gelmiş, bedenin içindeki ruhu bedenin şeklinde terbiye edebilmek için dizayn edilmiş yapılardır. İbadet ve itikatlarının tamamına yakını bedeni yani fizikidir. Fakat beden, cesettir.
Yolculuğumuz üç aşamalıdır. Bedensiz başlayan, kısa süreli bedenle devam eden, sonra tekrar bedensiz devam eden. Bedensiz başlayanla, bedensiz devam eden nokta işte aynı noktadır. Evrensel devinimin ilk/son noktası. Beden ölür. Yolculuk esnasında ölüm denilen hadise bir duraktır, orada bir süre vücut bulunur, bu bir seyahat esnasında taşıt kullanmak gibidir de denilebilir.
Ölümü beden istemez, ruh/ben ölümlülük hadisesinden pek etkilenmez. O yüzden de ölüm anı ruhu etkilemediğinden belirsiz, vasıtası yani bedeni ilgilendirdiğinden sırlıdır. Ruh ölüm anını bilse de ölümsüzdür, bilmese de ölümsüzdür, ruh yolcudur, beden vasıta. Beden bir çömlektir, çömlek kırılmak istemez, ruh ölümsüz olduğundan başı sonu yoktur. Ölüm, yolculuk sırasında ruhun bir süre fiziki/maddi alemde, fiziki/maddi varlığın içinde yol almasıdır.
Maddi varlık olsa da, olmasa da ruh vardır. Ve ruh yolculuğuna bedene girmeden önceki gibi devam edecektir. Ezel de (İslam da Bezm-i Eleste) bütünden dağılan taneler (ruhlar) tekrar bütüne gitmek isterler. Her seferinde bütünle birleşir, hasret giderir, tekrar yolculuklarına devam ederler.
Elest Bezmi : Allah’la yaratılışları sırasında ruhlar arasında yapıldığı kabul edilen sözleşme. Farsça da “sohbet meclisi” anlamına gelen bezm kelimesiyle Arapça da “ben değil miyim?” manasında çekimli bir fiil olan elestü’den oluşan bezm-i elest terkibi, “ben sizin rabbiniz değil miyim?” hitabının yapıldığı ve ruhların da “evet” diye cevap verdikleri meclis anlamını ifade eder.
Kuran inananlarının, inandıkları Tanrı ile bağıdır. İslam’a inananlar kitaba göre bu bağa sıkıca tutunmak zorundadır. Allah Kuran’da doğru ve yanlış (iyi ve kötü) yolu inananlara tanıtmıştır.
“Ve hedeynâhü’n-Necdeyn” “İki de tepe (yol-amaç) gösterdik”. (Beled Suresi, 10)
Kötülüğün ve iyiliğin iki yolu. Kuranda iyi olan yol “Sırât-ı mûstakim” ve “istikâmet” terimleriyle ifade edilmiştir. Kuran’a göre Allah, insanı hür irade ile donatmıştır. İnsanın aklı, iradesi, iyi ve kötü fonksiyonları açısından kendisine seçtiği istikamete göre şekillenir. Allah’ın doğru yolu iyi, Şeytanın yolu “sebîlel ğayy” ki “sırât-ı müstakim”in de zıddıdır, kötüdür.
Kendini bulmak isteyen insan, ilk önce bir devinim olduğunu algılayabilmelidir. İstikamet, hedef, amaç adına ne dersek diyelim o bir çevrimden (döngüden) ibarettir. İyi ve kötü dengedir aslında. Kişi, istikametini belirlediği noktada yola koyulur, hedef belirlenmiştir. Seçtiği hedef niyet ne kadar temiz olursa olsun, yolda olmak için yolda olacaklara da göre de şekillenecektir, çok zaman bunlara katlanmak gerekecektir. Yol neyin neye göre iyi neye göre kötü olduğunu aslında işin çok sonunda başı ve sonunu değerlendirerek ortaya koymayı, tabi sabır ve sebatı kaybetmezsek. Bu aynı Musa ve Hızır’ın yolculuğu gibidir, Musa sabırlı olabilseydi yolda bütün sırlar açılacaktı kendine fakat o iradesiyle seçimini yaptı çevrimin sonuna kadar değil görebildiği katlanabildiğini kadarının sırrına vakıf olabildi.
Kuran’da doğru yolun diğer ifadesi istikamettir demiştik. İstikamet; düzgün, doğru, dengeli, sabit, kararlı, itidal, adil anlamlarına gelir. Rağıp El İsfahânî, istikameti insanlık için dosdoğru yol, yol üzerinde sapmadan ilerleme olarak tanımlamıştır. Bunların ışığında istikamet, her konuda ifrat ve tefritten sakınma, güzel şeyler yapma, kötü şeylerden sakınma şeklinde ifade edilebilir.
İstikamet kelimesiyle eşanlamlı diyebileceğimiz; doğruluk, aşırılıktan uzaklık, sebat ve kararlılık kelimeleri de vardır.
Yol-istikamet ilişkisi; doğumla başlayıp, ölümle noktalanan yol kavramı, insanın yaşantısını ortaya koyan maddi ve manevi bir süreçtir. Bu süreçte hareket tarzı, insanın elindedir.
İslam da yolun bir diğer adı “sebil”dir. “Sebil” sözlük anlamıyla; kutsal günlerde karşılık beklemeden hayır için dağıtılan suyu ve genellikle ibadethanelere bitişik özel bir biçimde yapılmış, karşılık beklemeden hayır için içme suyu dağıtılan yapı. Deyim olarak da Türkçe de “Sebil etmek” var, o da; bol bol vermek, dağıtmak anlamında. Sebil; su yolu, yaratılışın ana kaynağı insanın yolunun da ana kaynağı. Olmanın, kendini bulmanın, olgunlaşmanın, bütüne kavuşmanın anahtarı, su yani yolumuz. Yol olmak hafızamız, hafıza kaynağımız su. Ruhumuz denilen damlacığın, aktığı yer. Umman olduğu yer, Sebil, oradan dağılırız, yine orada toplanırız ki sebil olalım diye. Sonsuz evrensel devinim.
Çevrimin çeşmesi, sebil-i yol. Din terminolojisinde; itaat, bir çıkış, illet, din, hevd, delil, yol, hidayetten sapma, zulüm, din yolu gibi farklı anlamlara gelmektedir. Buradaki manaları o yolda karşılaşılacaklar, yolun muhteviyatını bir bütün halinde vermektedir.
Tarik kelimesi ile sebil kelimesi aynı anlamlara gelmektedir fakat yazında tarik kelimesi maddi ve manevi yol manasında kullanılmaktadır. Tarikat kelimesi de bu anlamlardan türetilmiştir.
Yine İslam da yol-itidal, orta yol kavramları vardır. Orta yol tam ince çizgide dengeli yol olmayı ifade eder.
İslam da yol-ihlas bağlantısı yani halislik, temizlik, samimiyet ile yol birlikteliği anlamlarını içermektedir.
Yolla ilgili olarak İslam da yol-hidayet (rüşt, reşat, necat kelimeleriyle eşanlamlıdır) ilişkisi; Doğruyol, ihsan, yol için rehber, ilim kelimeleriyle ifade bulur.
Yol-inanç ilişkisi ile söylenecek en son sözü en başta söylemek bu ilişkiyi en güzel haliyle anlatır. İnanmadan çıkılan yol, bitmeyen yolculuktur.
Yol-düşünce ilişkisi, tefekkür, akıl bu ilişkinin anlatım kelimeleridir. Yolun sonunu baştan düşünmeye başlamak. Aklı ve iradeyi son merhalesine kadar kullanmak.
Yanlış yol “sebile’l ğayy” veya “abedet-tağut” adıyla anılır. İslam da yanlış yolun özellikleri inkar, kibir ve gaflettir. Aslında sırat-ı müstakim denilen doğru yol ile sebile’l ğayy denilen yanlış yol, birbirleriyle bir çok yan yolla bağlıdır. Aynı vücuttaki kılcal damarlar gibi. Kişi istikamet üzereyken, bir anda kötü yola sapabilir, yanlışlık istikametinde koşan da bir anda doğru istikamete yönelebilir.
“Hayır da şer, şerde hayır vardır.”.
Comments