Yayınlanma Tarihi: 25/5/2020
Türkiye de devlet, özel ve açıköğretim olmak üzere 189 üniversite de İktisat, 203 üniversite de İşletme programı mevcut iken, bu tarla da domates 50 kuruş, markette 5 lira muhabbetti bitmiyor ya. Ya eğitim toplumu hale getiriyor, ya da eğitimin kalitesi...
Tarladaki domates söylemi aslında altında çok daha fazla sorunu barındırıyor. Bir iş portalı olan Linkedin dahil olmak üzere tüm platformlarda bu beylik cümleyle başlıyor; "tarla da şu ürün şu fiyat". Hatta ekonomiyi yöneten veya yönetmeye talip olanlar bile bu söylemi tekrara bayılıyorlar. İşin gerçeği bu söylem tamamen komik, hem de kaba komedi...
Bu ülke de bu kadar İşletme Fakültesi mezunu olup, bu kadar İktisat mezunu olup bu kadar çok ekonomik veri okumaktan aciz bir ticaret ve iş dünyası olması çok gariptir.
Türkiye'den neden bir marka çıkmıyor sorusunun cevabı bile aslında burada yatıyor. Neden uluslararası dev sermaye grubu çıkmıyor sorusunun cevabı da bu domatesin tarlada ki fiyatını sorgulamada bulabiliriz.
Bu ülkenin insanı ticari ve girişimci kafaya sahip değildir ayrıca üretken ve üretici de değildir. Bir ucuz iş gücü ve ara eleman ülkesidir. Bu tespiti yaptıktan sonra gelelim, bu söze. Şimdi bu nitelikteki bir toplumun bunu söylemesi kadar normal bir şey yoktur.
Çinden 5 kuruşa mal ettiği şeyi tezgahında 5 liraya satan işletme sahibi/girişimci, sohbete şöyle başlıyor bak "Antalya da domates 50 kuruş, İstanbul da markette en kıçı kırık domates 5 lira. El insaf kardeşim. Hep bu aracılar yapıyor, devlet el atmalı bu işe". Olur devlet el atsın, aslında köylü de orada aynı söylemi başka açıdan söylüyor "tarlam da domates 50 kuruş, aracı yüzüne bakmıyor, İstanbulda 5 lira. Zarar ediyorum.". Aslında 50 kuruş ortak değer ama üreticiye az gelen bu tutar, tüketiciye olması gereken kendine ulaşması gereken değer olarak görünüyor.
Birincisi özellikle tarım ürünleri fiyatları dönemliktir, yani arz/talep dengesi fabrikasayon üretimde olduğu gibi pek ayarlanamaz. Belki seracılık biraz fabrikasyona benzese bile orada bile fabrikasyondan çok farklı etkenler devreye girer. Bir ürünün başlangıç -turfanda- dönemi vardır, hasat dönemi vardır, dönem sonu ürün dönemi vardır. Arzın en az olduğu ürünün niş olduğu dönem başlangıç dönemidir. Örnek olarak tarla domatesi turfanda domates turfanda döneminde tarlada 2 liraya kadar alıcı bulur, bir bakarsınız market, manav veya pazarda 12 lira domates diye etiketler. İşte o başlangıç ürünüdür. Bir de hasat dönemi ürünü vardır, arz/talep dengesinin sağlandığı veya arzın talepten fazla olduğu dönem bu dönemde fiyatlar en alt seviyededir, işte bu meşhur söylemin söylenmeye başladığı dönemdir. Üreticinin fiyatlarının yerlerde süründüğü dönemdir bu. Bunun böyle olmasının bir çok sebebi vardır. En klasik sebebi planlama yoksunluğu, kırsal kurnazlığı, kooperatifleşememe, üreticinin tarım onusundaki bilgisizliği, ülkenin lojistik (dağıtım) seçeneği, siyasi iradenin tarım ve gıda politikaları ve toprak rejimi.
Türkiyenin planlamaya ihtiyacı olduğu tarım politikası oluşturamamasından o kadar bellidir ki, uygulanan politikalar sebebiyle planlama olmaması yüzünden tarım bugünkü halindedir. Türkiye'nin bir tarımsal üretim, stratejik ürün planlaması yoktur. Toprak rejimi ve Tarım arazileri politikası yoktur. Toprak hamaset olarak kutsaldır yoksa gerisinde yalnızca rant olarak bakılmaktadır.
1950lerden beri oluşturulan yanlış lojistik tercihler sebebiyle, ithal girdilere dayalı pahalı bir üretim sevki çıkmazı içindedir. Türkiye 1950'lerde sağ politikaların demiryolu yerine karayolu tercihi sebebiyle, tamamen lastikli ulaşıma yönelmiş, maliyeti daha az daha kullanışlı ve kontrol edilebilir demiryolu ve denizyolu ulaşımından uzaklaşılmıştır. 1990'ların ortalarından itibaren bu yanlış tercihe havayolları yatırımları ile 2000lerden itibaren "yol yaptılar" söylemiyle eklenen ek karayolu yatırımları ülkenin dibe çakılmasını daha da hızlandırmıştır. Bugün Antalya'dan, İzmir'den, Mersinden yola çıkan bir tarım ürünü dünyanın en pahalı ulaşım sistemiyle (yakıt ve araç girdileri maliyetinin kontrolümüzde olamaması sebebiyle) taşınmakta, özellikle İstanbul özelinde beraberinde yap-işlet kazığıyla bezenmiş yol sistemlerini özellikle taşıma araçlarının kullanma zorunluluğu bu taşıma maliyetini bayağı bir arttırmaktadır. Bu da market tezgahına çıkacak ürünün üstündeki direk maliyetlerden biridir.
Tohum kanunu,
Köy kanunu,
Tarım arazileri, mera ve mezraların imara açılması ile ilgili kanunlar,
Organik Tarım Kanunu
ve benzeri bir çok kanunla Şeker Kanunu, Gübre tercihi, tarım teşviklerinin bilerek yanlış verilmesi gibi bariz hatalar, domatesi tarlada 50 kuruş haline getirmektedir.
Maliyet muhasebesini bilmeyen mali ve finansal uzmanların bol olduğu bir ülke de her türlü yaklaşım bana normal gelmektedir. Bu ülke de unvanı Mali Müşavir olan (yani mali konularda danışılacak uzman, otorite) o kadar çok ekonomi cahili var ki tarla da domates 50 kuruş diyene pek denilebilecek bir şeyde yoktur.
Ülkenin bir ekonomi gazetesi yoktur, işin gerçeği doğru dürüst bir ekonomi basını bile yoktur ülkenin. Dünyanın 10.büyük ekonomisi olduğunu iddia eden ülkede ekonomi aktörleri bilanço okuyamamaktadır. Bu ülkede Merkez Bankası politika faizi tabirinin ne olduğu bile bilinmemektedir. Bu ülkede devlet bankalarının hükümetin yanlış ekonomik politikaları sebebiyle 10 birime malettiği kaynağı 7 birime kredi diye dağıtmasına ses çıkarılmamakta hatta desteklenmektedir. Bu devlet bankalarının zararlarını görev zararı yazacakları ve açığın hazineden karşılanacağı bu hazineninde bizlerin kesesi olduğundan bir haber mali müşavirler, genel müdürler, ceolar, yönetim kurulu başkanları, kendini uyanık girişimci iş bitirici ticaret insanı sayanlar o kadar fazladır ki. Bu ülke de özel bankalar düşman ilan edilmekte, neden ucuz kredi vermiyor diye artık iktidar tarafından bile hedef gösterilmekte ve büyük ticaret insanları da bu hedefleri taşlamakta onları suçlamakta, onlardan hesapları kapatıp devlet bankalarına taşıma kampanyaları düzenlemektedirler. Halbuki özel bankaların denetlenmesi devlet kontrolündedir, hükümet bunların her yaptığından sorumludur. O büyük ticaret insanları devlet bankalarının bu görev zararları ve hazinenin karşıladığı açık işlemleri ile ilgili tek sözleri yoktur, nasıl bir "milli ve yerli" algısı ise vatandaşa ait olanla ilgili vatandaş soru bile soramamaktadır/sormamaktadır. Fakat gönül rahatlığıyla kâr maksadıyla kurulmuş özel bankaları ve finans yapısını günah keçisi gibi suçlamamaktadır.
Domatesin tarla da 50 kuruş olduğunu anlatan dert yanan bir tekstil devinin sahibi 1 liraya mal ettiği bir penye donu 25 liraya satması konusunda sessizdir. Ve kimse onları diken tekstil atölyesinde işçi bile domatesi konuşur ama donu konuşmaz.
Köylü bir yıl önce tavan yapan bir ürünü (planlama olmamasından) diker ki daha çok kazansın diye, o sene bütün ülke o ürünü diker, üretir. O ürün yerlerde sürünür.
İşte toplum tercih hatalarının tamamını domatese yüklerde, hiçbir şeyin önünü arkasını düşünmez.
Sonunda ekonomiyi düzeltmekle yükümlü hükümetin, seçime kadar ki tanzim satış tiyatrosunu bile alkışlar. Yada patates gibi ürünün depolarını basıp patates fiyatlarıyla mücadele etmeye çalışıyor gibi yapar ve en büyük patates üretici ilimizi ithal patates deposu yapar, o iktidar en çok oyu oralardan alır. İşte o yüzden domates tarlada 50 kuruş, manavda 5 lira olur.
İşin özeti; bu coğrafyanın üretemediği tek şey fikirdir.
Comments