iLK YAYIN TARİHİ: 26.01.2021
Bugünkü Türkiye takribi olarak 1500 yıldan beri aynı bölge de biten zararlı otlaklarla mücadele ediyor. 1500 yıl diyoruz ama aslında çok dah eskilere gidiyor bu sorun. Hititlerden başlıyoruz yazmaya ama o bir ön giriş gibi, İç Anadolu topraklarının gelen her kavmi kendi potasında erittiğinin en güzel örneklerinden biri, aslında Hitit öncesi ve sonrasında var. Biz anlatacaklarımız için bu düzlemi seçtik.
Hititler 1000 tanrılı dine sahipler diye tanımladığımız Anadolu Medeniyeti, Bugünkü Ege sahillerinden Suriyenin altlarına kadar etkisi olsa da asıl merkezi yani etki alanını kurduğu, kültürünü oluşturduğu coğrafya İç Anadolu bölgesi.İsimleri de ilk olarak Het Oğulları namıyla Tevrat'ta geçmektedir. Efsanevi anlatılan bir çok hikaye vardır ama İmparator Anitta'nın bu topraklara yapmış olduğu lanettir.
Pithana'nın oğlu Anitta zamanında başkentleri Neşa (Kaniş-Kültepe) olmuştur. Anitta, Hitit krallığının başkenti olan Hattuşaş'ı (Boğazköy), çok büyük hazineleri olduğunu tahmin ederek kuşatmış fakat şehirde herhangi bir şey bulamayınca kızarak şehri tamamen yakıp yıkmış ve ünlü lanetini savurmuştur: “Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuşaş'ı yeniden iskân ederse gökyüzünün (Fırtına Tanrısı'nın) laneti üzerinde olsun." Daha sonra Anitta'nın soyundan gelen torunu Hattuşaş'ı bu kez Hitit krallığının başkenti yapacak ve kendisine de "Hattuşili" adını verecektir. Hattuşaş antik kalıntıları bugün UNESCO'nun Dünya Kültür Mirasları listesinde yer almaktadır. Hititler yerli halkın ekonomik ve kültürel etkilerinden etkilenerek dil ve dinlerini benimsemiş ve ırklarını Hatti ırkının içinde eritmişlerdir.
Hitiler kuruluş döneminde tüm gelecek toplumlara örnek olacak bir yapı kurmuşlardı. Pankuş adı verilen İmparatorluk Meclisinde her konu görüşülebiliyordu, hatta Mutlak Hakim İmparatoru bile denetlemeye yetkileri vardı.Pankuş meclisinde yönetim ile ilgili alınan kararlar üyelerin oy birliğine sunulurdu. Aynı zamanda bu meclisin bir özelliği de üyelerin eşit haklara sahip olmaları ve düşüncelerini hiçbir etki altında kalmadan açıklayabilmeleridir.
Din konusunda;Hititler dini inanış olarak çok Tanrılı bir dine mensuplardı, Hitit inanışındaki çok Tanrılı olan bu inanışa göre çok sayıda Tanrı ve Tanrıça bulunmaktaydı. Bu Tanrılar tıpkı insanlar gibi giyinir, yemek yer ve ruhsal olarak insanlar gibi bir hayat sürerlerdi. Kendilerine iyi davranan insanları mükâfatlandırdıkları gibi ihmal edildiklerinde de nefretlerini ve öfkelerini çıkarttıklarına inanılırdı. Hititlerin inanışında var olan bu çok Tanrılı ilişki aslında Tanrı- İnsan inanışından ziyade Efendi-Köle anlayışını andırmaktaydı. Hitit devleti kuruluşundan itibaren Fırtına Tanrısı olan “Teşup’a” tapınırdı ve Hitit inancına göre Kral efendisi adına ülkeyi yönetirdi.
Hitiler bu devlet yönetim modelini Kafkaslardan getirmişlerdi, din anlayışları da Kafkasyadan gelmeydi. O dönem konuştukları dil Çerkesce ye çok yakın olması sebebiyle Kafkas kökenli oldukları tahmin edilmektedir. Din konusunda Kafkas gelenekleri sebebiyle çok sıkı değilllerdi, ticaret yaptıkları temas ettikleri her kavmin dinine saygı gösterir, din işlerine pek de müdahele etmezlerdi. Çok tanrılı bir din olmasına rağmen Kafkaslardan beri kültürlerinde yaşattıkları Teşup "Fırtına Tanrısı" kendi inançlarının merkeziydi.
Ne oldu peki; Geldikleri dönem de kendi kil tabletlerinden kalanlardan öğrendiğimize göre ve Anadolunun kıyı kesim uygarlıklarının bıraktığı belgelerde gördüklerimiz şöyle; Geldikleri Anadolu içi coğrafyasındaki insanlar çok kaba-saba, güvenilmez, hesapçı, radikal şekilde din merkezli yaşayan, dini kurumların baskın olduğu, güçlünün yanında olarak yaşamayı seven bir insan topluluğu var. Bir süre Hititler de diğer önceki uygarlıklar gibi bu toplulukla fazla temas etmeyi tercih etmiyor ama, çiftçi kökenli bu yerli toplulukla bir şekilde temas kuruyorlar. Ve yerli halk kültür, dil ve din yapısı olarak kendine benzettiği anda yıkım geliyor. Merkezi Hitit devletinin çöküşünden sonra, tunç çağlarının bitip demir çağının başladığı bu dönemde, Orta Anadolu’da yarı göçebelerin yaşadığı ve Karanlık Çağ adı verilen bir dönem başladı.
Şimdi yukarıdaki yazıyı okuyanlar bu bilimsel değil, böyle bir şey olabilir mi? Olur. İç Anadolu tarihi medeniyet çöplüğü gibidir. Efendim Ege Kıyıları da öyle, doğru öyle, onlar da aynı yozlaşmanın, kültürü devam ettirememenin, menfaatlerin çatışması sebebiyle yok olmuştur. Bunların sebebinin merkezi İç Anadolu Bölgesidir.
Gelelim İstanbul'da kurulmuş büyük bir İmparatorluğa bizlerin Bizans dediği, tarihçilerin Doğu Roma İmparatorluğuna. Balkanlardan gelen Kurucu Kontanstinin kurduğu ve 1453 e kadar devam eden imparatorluk. Orada da İç Anadolu merkezli ilginç durumlar var, birazcık onlardan bahsedelim;İmparator Zeno, İç Anadolu kökenli kral. İsuaryalılara (Konya) iki yüzyıldan beri Romalılar idaresinde ve Roma vatandaşı olarak yaşamalarına rağmen, kabilelere ayrılmış bir eski sınır bölgesi ahalisi olarak, Romalılar tarafından barbar kavim olarak görülmekte devam etmekteydi. İmparator Zeno, Isaurialı asıllı olması ve dolayisiyla bir barbar olması nedeniyle Bizanslı soylular ve Bizans halkı tarafından sevilmemekteydi. Bunun yanında Theodorik Starbo başta olmak üzere, ordunun Cermen asıllı olan kısmı I. Leo'nun ordudaki Ostrogot'ların gücünü azaltmak için yüksek rütbelere getirdiği Isauria asıllı subaylardan hoşnut değildiler. En son olarak Zeno kendisi gibi Isaurialı olan general İllus'u kendine düşman yapmıştı. Soylular ve ordunun Isaurialı olmayan mensupları eski imparatorun karısı Zeno'nun kayinvalidesi Verina tarafından hazırlanan bir komploya katıldılar. Bunlar başkentte Ocak 475'te imparator Zeno aleyhinde bir isyan çıkartırmayı başardı. Teodorik Strabo, İllus ve Armatus tarafından desteklenen bu isyan gittikçe ciddi başarı kazanmaya başladı. Verina Zeno'yu Konstantinopolis'i terk edip kaçmasını telkin etti ve bunu Zeno'ya kabul ettirmeyi başardı. Zeno Konstantinopolis'de yaşayan bazı Isaurialılar ve devlet hazinesi ile birlikte Antakya (Antioch)'a kaçtı.
Sonra tekrar bir sürü entrikayla İmparator oluyor. Zeno, 17 yıl 2 ay süren bir imparatorluktan sonra, bir sara nöbeti sırasında 9 Nisan 491'de öldü. Ariadne bunu halka ilan ettiği zaman onu halk "İmparatorluğu bir Romalıya ver." bağırtıları ile karşıladı. Bununla Isaurialıları ve ortodoks Hiristiyanlıktan değişik inançları olanları istemedikleri açıkça belirttiler. Bunun üzerine kardeşi Zeno gibi Isauria asıllı Longinus'un imparatorluğu eline geçirme imkânı kalmadı. Karısı Ariadne imparatorluk sarayında yüksek Silentiarius unvanlı saray memuru Anastasius'u yeni kocası olarak seçerek onun imparatorluk tahtına geçmesini sağladı. Böylece kehanet doğrulanmış oldu. Yaygın bir efsaneye göre ölüp gömülmesinden üç gün sonra mezarından sesler geldiği duyulmuş ve bundan diri olarak gömülmüş olduğu anlaşılmıştı. Fakat Zeno herkes için o kadar sevilmemiş bir hükümdardı ki hiç kimse mezarını açıp onu kurtarmaya çalışmamıştı. Zeno gevşek ve uyuşuk olarak Doğu Roma'nın gelişmesine pek bir şey katmayan bir imparator olarak tanımlanmaktaydı.
Zeno ilk on yıllık saltanatından sonra hem bedensel ve hem de ruhsal gücünü zayıfladığını hissetti; varisini seçme sorunu ile ilgilenmeye başladı. Karısı Ariadne ile tek bir oğlu olmuştu ve yine Zeno adını taşıyan bu oğlu gençken fena arkadaşlar ve huylar edinmiş ve bir zührevi hastalıktan gençken ölmüştü. Böylece Zeno'nun varisi pek iyi karaketeri olmayan kardeşi Longinus oldu. Longinus rakibi olan İllus'un elimine edilmesinden sonra siyasette ilerlemiş, 490da ikinci defa Roma Konsülü rütbesini taşımış ve devletin idaresini fiilen eline almıştı. Fakat imparator Zeno inandığı ünlü bir kahine danışmış ve varisinin "silenterius unvanını taşıyan bir kişi" olacağını öğrenmişti. Bu 30 kişiye sınırlı yüksek görev sahiplerinden en ünlüsü Pelagiusadlı bir soylu idi. Bu kehanete inanan Zeno Pelagius'u tutuklattı; mülküne el koydu ve sonra onu boğdurttu. Zaten halk tarafından beğenilmeyen Zeno bundan sonra daha da nefret edilmeye başlandı.
Bizans'a Zeno'dan sonra İç Anadolu kökenli kimse imparator olmadı. Tabi Bizans dönemi kroniklerinde İç Anadolu merkezli dönen bir çok entrikayı okuyabiliriz.
Gelelim Selçuklulara, Kafkas, Fars ekolünü harmanlayarak kurulmuş Türklerin gerçek anlamda medeni ve kurumlu devleti. Bir sarmalın içinde kendine bir şekilde kendine KOnya'yı merkez edindi. Dağlı Türkler, ovalı olabilecekmiydi. "Ova'nın suyu adamı sıtma eder" diyen Türklerindevleti de sıtmaya tutulacakmıydı. Evet tutulacaktı.Ova da tutunamayan Türkler peşlerinden kovalayan Moğol istilaları ile beraber dağlara çekilmeye başladı, yine Yörük , yine dağlı olmuşlardı. Konya merkezi, tekkelerin, hurafecilerin, din tüccarlarının merkezi olmuş, buraları istila eden Moğollar bile bir süre sonra çekilmişlerdi. Dağlılar çevrede bir çok beylikler kurdular. Aşağıda ova da kalan yoğrulmuş kitlede yine organize oldu, bir taraftan dağlıları yutarak büyüdü, bu sırada Anadolu da Balkan kökenli Osmanlı kuruluyordu. Gelişti, İç Anadolu'ya gelene kadar durum iyiydi, etraftaki beylikleri toparlamış tek büyük devlet olmuştu, sonra yönünü İç Anadolu'ya çevirince Osmanlı için bir tökezleme dönemi oldu, Ankara'da yenildi, Karaman beyliği tekrar kuruldu, bir çok beylik tekrar ortaya çıktı. Tabi toparlamak eski sınırlara ulaşmak zaman aldı. Osmanlı dağlı idi, Balkan dağlarından beri beri dağlı, Avusturya Alplerinden beri dağlı idi. Ovalılar dağlıları dağıtmıştı ama dağlılar toparlıp ovalıları tarih sahnesinden sildiler diye okuyoruz da gerçekten öyle mi oldu ? Hayır. Ovalılar, dağlılara sıtmayı zerk etmişti. Osmanlı onlara hükmettiğini zannederken, onlar İmparatoru Sarayından dünyayı yönetiyormuş gibi yaptırdılar. Ova kültürünün tüm zehrini boşalttılar, Koca saray kerpiçten di ve yok oldu gitti.
Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşından başlayarak en çok mücadeleyi İç Anadolu'da verdi. Hatta abartısı olarak Yunanlılardan fazla İç Anadolu "ova halkı" ile uğraşmak zorunda kaldı. Kurtuluş Savaşı Sırasındaki İsyan ve Kalkışmalara bir bakalım onun üzerinden devam edelim; Şeyh Eşref Ayaklanması (26 Ekim-24 Aralık 1919) Bayburt civarında Şeyh Eşref adında biri 1908'de kendi adına bir tarikat kurmuştu. 1918 yenilgisini takip eden yıllarda ülkenin içine düştüğü bunalımdan yararlanarak kendi şahsi çıkarları için her türlü harekete baş vurmaktan çekinmemiş, her şeyden önce bölgede milli birliğin kurulmasına engel olmuştu. Ekim 1919’da üzerine gönderilen askeri birliklere silahla karşı koydu. Elde ettiği başarılar üzerine Şeyh Eşref peygamberliğini ilan etti ve müritleriyle Bayburt üzerine yürüdü. Fakat Aralık ayında gönderilen askeri birlikler tarafından dağıtıldılar. Kendisine kurşun işlemediğini ileri süren Şeyhin bir top mermisiyle parça parça olması üzerine müritleri derhal dağıldılar. Bu isyanın bastırılması doğuda çok önemli etkiler yaptı ve benzeri olayların çıkmasına engel oldu.
Çerkez Ethem Olayı Bu isyanların en önemlisi Çerkez Ethem adıyla tanınan komutanın, emrindeki kuvvetlerle birlikte, Yunan saflarına geçişidir. Çerkez Ethem Batı Cephesi komutanlığına bağlı “Kuva-yı Ses’yare” (gezici kuvvetler) diye anılan kuvvetli bir süvari birliğimizin komutanıydı. Kardeşleri Reşit ve Yüzbaşı Tevfik Beylerle birlikte Kütahya dolaylarındaki Kuva-yı Seyyare’yi elinde bulunduran Çerkez Ethem hiçbir üst kademeye bağlı olmadan çalışmak istiyordu. Bu isteğini sürekli bir propaganda halinde hem halk arasında, hem orduda, hem de Meclis’te yaymaktan geri durmuyor, “Ordudan fayda yoktur, inhilâl etsin! Hepimiz Kuva-yı Milliye olalım!” diyordu. Bu sıralarda Kuva-yı Seyyare’nin başında vekil olarak bulunan Çerkez Etem’in kardeşi Yüzbaşı Tevfik kasım 1920’den itibaren birliğin hareketleri hakkında cephe komutanlığına bilgi vermemeye başladı. Raporlarını o sırada Ankara’da bulunan Çerkez Ethem‘e yolluyor, o da Batı Cephesi’ne gönderiyordu. Yüzbaşı Tevfik kasım sonunda alenen Batı Cephesi Komutanlığı’nı tanımadığını, İsmet Paşa’yla birlikte çalışmayacağını bildirdi. Yüzbaşı Tevfik bu biçim davranırken Ankara’da bulunan Çerkez Ethem‘le o sırada mebus bulunan öbür kardeşi Reşit Bey de Meclis içinde propaganda yapıyorlardı. Mustafa Kemal her şeye rağmen, belki bir anlaşmazlık vardır diye Çerkez Etem’le kardeşi Reşit Bey’i alarak birlikte Eskişehir’e gitmeye, orada İsmet Paşa‘yla karşı karşıya konuşup anlaşmazlıkları gidermeye karar verdi. 3 aralıkta Eskişehir’e doğru yola çıktılar. Çerkez Etem yolda kaçarak birliklerinin başına geçti, kardeşi Reşit de, ara buluculuk baha nesiyle, arkasından gitti. Aralık ayı içindeki bütün gayretlere rağmen Çerkez Etem gene valilere kendi başına emirler vermeye, halktan kendi adına para vs. toplamaya devam ediyordu. Bunun üzerine Atatürk 3.000 kişiden kurulu Çerkez Ethem birliklerine karşı taarruza geçilmesini emretti. Ordu birlikleri 29 aralık 1920’de Kütahya’yı işgal ettikten sonra Çerkez Ethem birliklerinin peşine düştüler, 5 ocak 1921’de Gediz işgal edildi. Bunun üzerine Çerkez Etem, kuvvetleriyle birlikte, Yunan saflarına geçti, Yunanlılar’la birlikte Türk kuvvetlerine hücum etti. Yapılan karşı hücumda 22 ocak tarihine kadar Çerkez Etem’in bütün kuvvetleri esir edildi, kendisi de kardeşleriyle beraber Yunan ordusuna sığındılar. Birinci Anzavur Ayaklanması (1 Ekim-25 Kaşım 1919) Sivas Kongresinden sonra Anadolu’nun her köşesinde çeşitli adlarla faaliyet göstererek milli kuvvetlerin birleştirilip, şubeleri olmayan yerlerde şube açma faaliyetlerine girişildi Şahsi çıkarlarını geliştirmek isteyen bazı hainler; (Redd-i İlhak), (Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) gibi milli kuruluşları paravana olarak kullanıp Milli Kurtuluş hareketi aleyhinde yoğun bir faaliyete giriştiler. Güney Marmara Bölgesinde, mevzii de olsa öteden beri sürüp gelmekte olan Çerkez, Arnavut, Rum ve Türk çekişmelerini fırsat bilen Bigalı Ahmet Anzavur tarihe bu adla geçen Anzavur ayaklanmasını başlattı.Emekli Jandarma Binbaşısı olan Bigalı Ahmet Anzavur, Sarayla olan bağı dolayısıyla hilafeti ve saltanatı birinci planda tutan, Saraydan aldığı paralarla geçinen, kültürde yoksun birisi idi. Ahmet Anzavur, Ingilizlerin bir oyuncağı haline gelen Padişahın emriyle, Çanakkale Boğazının iki yakasındaki İngiliz ve Fransızların işgal bölgesini ve bu alandaki çeşitli depoları emniyet altına almak için ve özellikle Yunanlılara karşı savaşan milli kuvvetleri arkadan vurmak amacıyla, Biga - Gönen - Manyas ve civarındaki Çerkezlere olan nüfuzu göz önünde tutarak bu havaliye gönderilmişti. Anzavur bölgede taraftar toplamak, kuvvetlenmek için çalışmaya başladı. Gönen-Manyas civarını dolaşarak, milli kuvvetler aleyhinde olduğunu açıkça söylemiş ve bu bölgede teşkilatlanmaya başlayarak önce civarda Eşkiya Kadir diye anılan Hacı Yakup'la birleşmişti. 14.Kolordu birliklerinin giriştiği sıkı takip faaliyetleri sonunda Anzavur’un yakalanamamasına rağmen elindeki kuvvetler tamamıyla eridiği için bu isyan bastırılmış sayıldı. İkinci Anzavur Ayaklanması (16 Şubat -16 Nisan 1920) Vatansever Edremit Kaymakamı Hamdi, çevresine topladığı milliyetçi gençlerle bu bölgede Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin bir şubesini açarak teşkilatlanmış, civar köyleri haraca kesmiş olan eşkiyayı hapsedip bölge halkının sevgisini kazanmıştı. Fakat kurulan teşkilat büyüyüp Gelibolu'da İngilizlerin elinden kaçırdığı silahları kullanacak adama ihtiyaç olunca Kolordu'nun tasvibiyle gençleri resmen askere aldı. Bu yeni durum halkın tepkisiyle karşılaştı ve merkez Biga olmak üzere bölge, Gavur İmam'ın komutasında ayaklandı. Bunun üzerine birinci yenilgisini unutamayan Ahmet Anzavur, ayaklanmanın başına geçti. İngilizlerin de para yardımı sayesinde ayaklanma milli kuvvetler aleyhine hızla gelişti. Durum tehlikeli bir hal alınca 14. Kolorduya bağlı birlikler, 15 Nisan 1920 günü Balıkesir'den hareketle Susurluk - Gönen istikametinde yürüyüşe başladı. Şiddetli çarpışmalar sonucu Ahmet Anzavur İstanbul'a kaçtı, kuvvetleri de dağıldı. Bu suretle Anzavur’un ikinci defa ayaklanması da bastırıldı.Bolu – Adapazarı isyanları. — 1920 nisanında Bolu ve Adapazarı çevresin de bir isyan patlak verdi. 4.000 kişilik âsi kuvveti Düzce’deki hapisaneyi boşalttırdılar. İsyanı bastırmaya giden 24. tümenin komutanı ile bazı subaylar pusuya düşürülerek şehit edildi. Bu bölgeye gönderilen Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve Albay Refet (Bele) birlikleri 3 ay içinde isyanı bastırdılar.
ALİ BATI İSYANI Kurtuluş Savaşını başladığı günlerde düzensizlik ve karışıklıklardan faydalanarak çıkarılan isyandır.(11 Mayıs-18 Ağustos 1919) Ali Batı, Midyatın güneyinde hayatlarını sürdüren bir aşiretin başına geçtikten sonra İngilizlerden de yardım alarak isyan etmiştir. Onun asıl gayesi burada bir Kürdistan devleti kurmak olduğu için, silahlı adamları ile Nusaybin'e girmiştir. İsyan haberini alan Mardin 5. Tümen Kumandanlığı, 3. Tabur Kumandanı Yüzbaşı Yusuf Ziya'yı Nusaybin'e göndermiştir. Yusuf Ziya'nın müfrezesi Karakurt köyü yakınlarında Ali Batı'nın askerleri ile savaşa tutuşmuş ve kaçan Ali Batı'yı saklandığı Medah denilen yerde kıstırarak iki saat süren çarpışma sonunda ölü olarak ele geçirmiştir.
CEMİL ÇETO İSYANI Kurtuluş Savaşı sırasında Fransız ve İngilizlerden yardım alarak Bahtiyar Aşireti Reisi tarafından çıkarılan ayaklanmadır.(7 Haziran 1920) Bahtiyar Aşireti Reisi olan Cemil Çeto, Kürt Teali Cemiyeti prensiplerine uygun olarak İngilizlerden yardım almış ve Doğu'da bir Kürdistan Devleti kurmak için ayaklanmıştır. Milli kuvvetler Cemil Çeto kuvvetlerinin kısa zamanda dağıtmış ve kendisi ile oğlu birlikte yakalanarak idam edilmiştir. Afyonkarahisar ve Konya İsyanları. Çopur Mustafa adlı biri Afyon’da çevresine topladığı asker kaçaklariyle isyana kalkıştı. 21 haziran 1920’de Çivril’i bastıysa da millî kuvvetlere yenilerek Yunanlılar’a sığındı.
KOÇGİRİ İSYANI
Erzincan ve çevresinde 1920 sonlarında eşkıyalık olayları alıp yürümüştü. Bu durumu önlemek üzere Zara'dan İmranlı'ya gönderilen süvari alayının varlığı, eşkıyayı rahatsız ettiği için, İmranlı bucak müdürü Haydar'ın akrabaları, askeri bölgeden uzaklaştırmak amacıyla burada bir ayaklanma hazırladılar. Bir yandan da, bölgede bağımsız bir kürt devleti kurulacağı yolunda propaganda yapıyorlardı. Nitekim 7 aşiret reisi, 8 nisan 1921'de TBMM'ye gönderdikleri bir mektupla bölgede bir Kürt vilayeti kurulmasını, valiliğe bir kürdün atanmasını istediler. Ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilen Nurettin Paşa komutasındaki Merkez Ordusu Koçhisar, Zara, Muş, Ovacık, Kemah, Kangal, Koçgiri bölgesinde geniş bir tarama harekatına girişti ve ayaklananlarla, 15 yerde çarpışmak zorunda kaldı. Mayıs sonunda doğru eşkıya grupları sindirilmiş, bunlardan bir kısmı teslim olmuş, 500 kadar da öldürülmüştü.
KUVAY-I İNZİBATİYE (HALİFELİK ORDUSU) Kuvay-ı Milliye İzmit ve çevresine kadar olan bölgeyi kontrollerinde tutuyordu. Buralarda Kuvay-ı Milliye'nin olması İngilizlerin işine gelmiyordu. Onlar açısından boğazlar tehlikeye düşüyordu. İngilizler her tarafta düzeni ve güvenliği sağlamak için İstanbul Hükümeti'ne Kuvay-ı İnzibatiye adıyla bir ordu kurdurdular. Bu orduyu saraya bağlı paşalar yönetiyordu. Bu ordu her yönüyle Kuvay-ı Milliye birliklerinden üstündü. Gevye'ye saldıran ve halkı kışkırtan Kuvay-ı İnzibatiye'ye karşı Kuvay-ı Milliye birlikleri büyük bir başarı kazandılar. Ali Fuat Paşa'nın orduyu ustaca yönetmesi başarılı olunmasında etkili oldu.
MİLLİ AŞİRET İSYANI Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizler ve Fransızların kışkırtması üzerine Urfa'da Milli Aşiret tarafından çıkarılan ayaklanmadır. (8 Eylül 1920) Milli Aşiret'in reisi İsmail ile birlikte Halil, Bahur, Abdurrahman ve Mahmut adlı elebaşıları, Doğu'da bir Kürdistan Devleti kurmak düşüncesi ile ayaklanmışlardır. (24 Ağustos 1920) Büyük bir kuvvetle harekete geçen asiler, Viranşehir'i aldıktan sonra Karakeçi Aşireti'ne mensup olanları öldürmüşler, fakat daha sonra yapılan çatışmada, büyük çoğunluğu ortadan kaldırılmıştır. Konya Ayaklanması (2 Ekim-15 Kasım 1920) Evvelce Konya Valisi bulunan ve İstanbul’daki İngiliz ajanlarının aracılığını yapan Cemal Bey’in bu bölgede ektiği kötü tohumlar, bir yıl sonra, 1920 yılı Ekiminde tekrar filizlenmişti. Bu ayaklanma hareketi de İstanbul'daki aynı kaynaklar tarafından kışkırtılmış ve geniş Konya bölgesinde yine aynı elebaşılar tarafından sahneye konulmuştu. Padişaha bağlılık, milli hareketin vatan savunması yönünden yüklediği ağır fedakarlık ve külfetlerden kaçınmak, dini inanışları şahsi yararlarına .alet edenlerin karıştırıcı faaliyetleri, vatan haini bazı zayıf ahlaklı insanların para ile satılması ve bu gibilerin yaptıkları menfi propagandalar, kara ruhlu, kötü yaradılışlı bazı insanların hınç alma hevesleri, şahsi çıkarları, gerici yobazların, ortamı kendileri için elverişli bulmaları, bu defaki isyanın da başlıca sebeplerini teşkil etti.Bu ayaklanma, aynı zamanda Türkiye’nin bütünlüğünü ve bağımsızlığını kurtarmak için Ankara’da kurulan Kemalist Milli Mücadele hareketini dağıtmak için İngiliz gizli servisinin çabaları ve para desteği ile Anadolu'nun bazı çevrelerinde olduğu gibi burada da tertiplediği, bunlar hiyanetin devamı ve bir halkası olmuştur. Konya, Isparta ile Akşehir, Ilgın, Yalvaç, Şarkikaraağaç, Eğridir, Beyşehir, Seydişehir, Manavgat, Akseki, Bozkır, Karaman gibi geniş bir sahaya yayılan ayaklanmayı, Büyük Millet Meclisi Hükümetince bu iş için görevlendirilen o zamanın İçişleri Bakanı Albay Refet (Bele) bastırdı. Yozgat Ayaklanması (15 Mayıs-27 Ağustos 1920) Yozgat'da milli harekete ve hükümete karşı ilk tepkiyi yaratan Yozgat Mutasarrıfı Necip Bey olmuştur. Bu adam Heyeti Temslliye'nin Ankara Vilayeti aracılığı ile gönderdiği direktiflere karşı daima cephe almış ve açıkça Allah'dan, padişahdan ve onların kanunlarından başka bir şey tanımayacağını etrafına bildirmişti. Böylece ortaya çıkan bu muhalefeti, Yozgat’daki Hürriyet ve İtilaf Partisi Başkanı Çapanoğlu Edip ile kardeşi Celal destekliyordu. Yozgat’da büyük nüfuz ve muhiti olan bu şahıslar, İngilizlerin İstanbul’a gelişlerinin Padişahın muvafakati ile olduğu ve Yunanlıların şehirlerimizi işgal etmeleri keyfiyetinin, geçici bulunduğu yolunda daimi propagandalarla Yozgat ayaklanmasını hazırlamaktaydılar. Kısa zamanda Yozgat-Sivas arasında yayılan ayaklanma Çerkez Etem tarafından bastırıldı ve elebaşları idam edildi. Birinci Düzce Ayaklanması (13 Nisan-31 Mayıs 1920) Mütarekeden sonra İstanbul’da başlayan milliyetçi hareketler, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin aldığı kararlardan cesaretlenip faaliyetlerini genişletmiş, Anadolu'da gelişen milli Orduya silah ve adam temin etme işini hızlandırmıştı. Buna karşılık İstanbul hükümeti de her fırsattan faydalanarak Anadolu'daki fesat yuvalarını genişletmeye çalışıyordu. İşte İstanbul hükümeti tarafından desteklenen gerici propagandanın Adapazarı bölgesinde ilk belirtileri daha 28 Ekim 1919'da henüz İstanbul - Eskişehir demiryolunun İngilizler tarafından kontrol altında bulundurulduğu tarihte başladı. Adapazarı'na bağlı Akyazı nahiyesinde Çerkez eşrafından Tulustan Bey, Çerkez Bekir Bey ve Beslan adında bir tahsildar birleşerek ayaklandılarsa da bastırıldılar. Tam bu sırada Düzce mahkemesince sürgün cezasına çarptırılan bir şaki ve üç arkadaşı jandarmaların elinden 30 atlı Çerkez tarafından alındı. Hep birlikte Düzce’yi bastılar. Herkesin gözü önünde Düzce Hakimini öldürdüler. Eşkiya ile birlikte jandarmalar da halka zulmetmeğe başladı, çünkü jandarmaların çoğu askere yazılan eski dağ eşkıyası idiler.Asayişi temin için gönderilen Binbaşı Mahmut Nedim, kaypak karakterli bir komutan olduğu için hem İstanbul’u hem de Anadolu’yu idare etmeğe çalıştı. Buna rağmen ilkin isyanı bastırmağa muvaffak oldu. Müfreze komutanı Binbaşı Mahmut Nedim in yumuşak tutumundan cesaret alan özel menfaat düşkünü bir takım kötü niyetli adamlar, bölgedeki gizli faaliyetlerine hız verme imkanını bulmuşlardı. Bu kimseler, İstanbul Hükümetinin ve İngilizlerin de yakın desteğini görüyorlardı. İşte bu hava içinde gelişen ve zemini uygun bulan Düzce ayaklanması, nihayet 13 Nisan 1920’de patlak verdi.Asilerin elebaşları, Kafkasya’nın ileri gelen ailelerinden Berzek Safer, Düzce Çerkez beylerinden Vahap, Emekli Jandarma Yüzbaşısı Çerkez Koçbey, Emekli Jandarma Binbaşısı Maan Ali idi. Bunlardan Berzek Safer İlçe Maymakamı, Maan Ali Jandarma Komutanı, Vahap iaşe ve ikmalci, Koçbey de belediye başkanı olmuşlardı. İsyanın Bolu ve dolaylarına kadar genişlemesi, Ankara'da endişe ile izleniyordu. Biga ayaklanmasının bastırılmasından alınan tecrübelerin ışığında Ankara daha uyanık daha köklü tedbirler almak zorunda kalmıştı. Düzce isyanının ikinci günü, 14 Nisan 1920’de Beypazarı halkı toplanarak «ahali ve padişah nerede ise, biz de oradayız» diye bağırarak ilçenin içindeki askeri depoyu basıp silahlarını yağmaladılar ve ilçeyi ellerine geçirdiler. Bu suretle Padişahı öne sürerek harekete geçen asiler kısa zamanda bütün bölgeyi ele geçirdiler.Nihayet 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut, bizzat Mustafa Kemal Paşa'dan aldığı emir üzerine harekete geçti. Uzun boylu çarpışmalar oldu. Ayaklanma bir türlü bastırılamadı. Ayaklanmanın kısa zamanda Beypazarı - Gerede - Safranbolu’ya kadar yayılması ve bu yerlerin Ankara'ya pek yakın olmalarından dolayı, Mustafa Kemal Paşa, endişe duymaya başladı. Bu yüzden bölgedeki bütün birliklere sıkı emirler verip ayaklanmanın bir an önce bastırılmasını istedi.Harekata katılan komutanlar içinde Yarbay Arif büyük yararlıklar gösterdi ve sonunda ayaklanma bastırıldı. İkinci Düzce Ayaklanması (8 Ağustos-23 Eylül 1920) Düzce ve Bolu civarında sindirilen asiler, Ankara hükümetinin Yozgat civarındaki karışıklıkla uğraşmak zorunda kalması üzerine yeniden harekete geçtiler. Çerkez ve Abazaların idare ettiği bu ayaklanma da büyük güçlüklerle bastırılabildi. Birinci Bozkır Ayaklanması (27 Eylül - 4 Ekim 1919) Konya’da Ordu müfettişi bulunan Cemal Paşa'nın ayrılıp İstanbul’a gitmesi üzerine meydanı boş bulan Vali Cemal Bey Konya ve civarını menfi propagandalarla hakimiyeti altına aldı. Ordunun bir an başsız kalmasından yararlanan Vali hapishanelerdeki eşkiya ve katilleri çıkarıp silahlandırdı. Ayrıca İstanbul hükümetiyle de temas halinde olan Vali Cemal Bey, oradan aldığı emirleri yerine getirmekten bir an geri durmuyordu. Ayrıca, Konya’yı kontrol altında tutan İtalyanları da milli harekete karşı kışkırtıyordu. Durumun tehlikesini sezen Mustafa Kemal Paşa, Heyeti Temsiliye adına Albay Refet'i Konya'ya, durumu düzeltmek üzere gönderdi. Halkın da aleyhinde olduğunu gören Vali İstanbul’a kaçtı. Bu suretle Konya, Heyeti Temsiliye tarafından kazanılmış oldu. Konya’da bu olaylar cereyan ederken Konya’nın güneyindeki Bozkır ilçesinde gericiliğin ve padişaha bağlılığın ilk belirtileri baş gösterdi. İngiliz papazı Frew ile Bozkırda Zeynel Abidin, Vali Cemal Bey’in hareketlerinden cesaret alarak halkı milli kuvvetler aleyhine kışkırttılar. Nihayet Konya'dan gönderilen Heyeti Temsiliye’nin arabulucuları sayesinde isyancılar dağıldılar. Ancak, padişah adına girişilen bu gibi kışkırtıcı hareketler halkı çok çabuk etkileyebiliyordu. İkinci Bozkır Ayaklanması (20 Ekim-4 Kasım 1919) Durumu ilerisi için çok tehlikeli gören Heyeti Temsiliye, Yarbay Arifi (Karakeçili) bu bölgeye gönderdi. Bunun üzerine İstanbul hükümetinin adamı ve İngiliz dostu olan Zeynel Abidin, Yarbay Arifin kuvvetlerine karşı koymak üzere yanına topladığı 200 kadar silahlı .damıyla birlikte 20 Ekim 1919'da tekrar Bozkır’a girdi. Uzun süren çarpışmalardan sonra yarbay Arif bölgeye hakim oldu ise de asilerin elebaşıları kaçıp dağlara saklandı. PONTUS İSYANI Kurtuluş Savaşı sırasında Yunalılar'ın kışkırtması ile Kuzey Anadolu'da Rumlar tarafından çıkarılan ayaklanmadır. (1920-1923) 1904 yılında kurulan Pontus Cemiyeti, Anadolu'nun düştüğü kötü durumdan faydalanarak harekete geçmiştir. İtilaf Devletleri'nin Yunanlıları desteklemesinden cesaret alan Rum çeteleri, Anadolu'nun kuzeyinde yaşlı Türkleri öldürmeye; kadın ve çocukları yok etmeye başlamışlardı. Samsun, Merzifon, Tokat, Vezirköprü, Çarşamba, Terme, Ladik ve Amasya yörelerinde Ermeniler'le birleşerek büyük bir vahşet örneği veren Rumlar'a karşı Topal Osman Ağa, Milli Kuvvetlerle birlik olarak harekete geçmiş ve Pontus Cemiyetine ait Rum çetelerini teker teker ortadan kaldırmaya muvaffak olmuştur. Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra Rumlar'ın hepsi Anadolu'dan sürülmüş ve böylece Pontus Devleti kurma çabaları da söndürülmüştür.
Bir de kronolojik verelim de etkili olsun;
1. Ali Batı Olayı (11 Mayıs 1919 – 18 Ağustos 1919) 2. Ali Galip olayı (20 Ağustos 1919 – 15 Eylül 1919) 3. Birinci Bozkır Ayaklanması (29 Eylül 1919 – 4 Ekim 1919) 4. İkinci Bozkır Ayaklanması (20 Ekim 1919 – 4 Kasım 1919) 5. Birinci Ahmet Anzavur ayaklanması (25 Ekim 1919 – 30 Kasım 1919) 6. Birinci Düzce Ayaklanması (13 Nisan 1920 – 31 Mayıs 1920) 7. İkinci Düzce Ayaklanması (19 Temmuz 1920 – 23 Eylül 1920) 8. Şeyh Eşref Ayaklanması (Hart Olayı) (26 Ekim 1919 – 24 Aralık 1919) 9. Kızılkuyu Olayı (28 Ekim 1919 - 29 Ekim 1919) 10. Apa Çarpışması (28 Ekim 1919) 11. Dinek Çarpışması (1 Kasım 1919) 12. Demirkapı Çarpışması (15 Kasım 1919) 13. İkinci Ahmet Anzavur Ayaklanması (16 Şubat 1920 – 19 Nisan 1920) 14. Kuva-i İnzibatiye (18 Nisan 1920 - 25 Haziran 1920) 15. Üçüncü Ahmet Anzavur Ayaklanması (10 Mayıs 1920 – 22 Mayıs 1920) 16. Birinci Yozgat Ayaklanması/Birinci Çapanoğlu Ayaklanması (15 Mayıs 1920 – 27 Ağustos 1920) 17. İkinci Yozgat Ayaklanması/İkinci Çapanoğlu Ayaklanması (5 Eylül 1920 – 30 Aralık 1920) 18. Zile Ayaklanması (25 Mayıs 1920 – 21 Haziran 1920) 19. Aynacıoğulları Ayaklanması (1918 - 21 Kasım 1923) 20. Milli Aşiret Olayı (1 Haziran 1920 – 8 Eylül 1920) 21. Cemil Çeto Olayı (20 Mayıs 1920 – 7 Haziran 1920) 22. İnegöl Olayı (20 Temmuz 1920 – 20 Ağustos 1920) 23. Çopur Musa Ayaklanması (Afyon'da) (21 Haziran 1920) 24. Kula Olayı (27 Haziran 1920 – 28 Haziran 1920) 25. Konya Ayaklanması (2 Ekim 1920 – 22 Kasım 1920) 26. Demirci Mehmet Efe Ayaklanması (1 Aralık 1920 – 30 Aralık 1920) 27. Çerkez Ethem Ayaklanması (27 Aralık 1920 – 23 Ocak 1921) 28. Koçgiri/Koçkiri İsyanı (6 Mart 1921 – 17 Haziran 1921) 29. İntikam Alayı Ayaklanması (Temmuz 1920) 30. Pontus Ayaklanması (Aralık 1920 - 6 Şubat 1923) Koyu renkli yazılan isyancı, bölücü Tuncelililerin yaptığı isyan geri kalan vatansever , milliyetçi kesimin ve zihniyetin isyanları. Bir de Cumhuriyet Dönemi İsyan ve Kalkışmaları vardır ki burada işin rengi farklılaşmaya başlıyor. Din en fazla kullanılan arguman oluyor. Bunun yanında Osmanlı döneminden beri kendilerince özerk olarak davranan büyük aşiretler, dinsel gruplar bir devlet otoritesine girmek konusunda kararsız kalıp, isyanlar çıkarıyorlar. Tunceli Tedip Harekatı 1937-1938 Dersim İsyanı olarak da anılan olaylar, şu anki adıyla Tunceli ili'nde 1937 yılında merkezi hükümetle Dersim aşiretleri arasındaki anlaşmazlıklar sonucu çıkan ayaklanmalarda yaşanan olayların genel adıdır. Bu olayların ardından Dersim olan yörenin adı Tunceli olarak değiştirilmiştir. Menemen olayı - ayaklanması 1930 23 Aralık 1930 günü gerçekleşen, Cumhuriyet tarihinin ikinci önemli irtica hadisesidir. İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın ve yardımına koşan bekçiler Hasan ve Şevki'nin şeriat isteyen bir grup tarafından öldürülmesiyle başlayan olaylar zinciri. Olayların ardından bölgede sıkıyönetim ilan edilmiş, kurulan Divanı Harp'te failler idam dahil çeşitli cezalarla cezalandırılmışlardır. Oraman Ayaklanması 1930 1930'da Oramar'daki(Yüksekova'ya bağlı bir köy) aşiretlerin devlet güçlerine saldırması olayı 'Oramar ayaklanması' olarak kayıtlara geçti. Genelkurmay da aynen bu isimle ayrılıkçı isyanlardan biri olarak kayıtlara geçiriyor. Zeylan İsyanı 1930 Ayrılıkçı isyanlardan biridir. Van ile Ağrı arasında gerçekleştirilen bu ayaklanma etnik bölücülük amacıyla Hoybon ve Taşnak cemiyeti tarafından planlanarak 2 Haziran 1930 tarihinde başlatılmıştır. Bendimahi Suyu, Tendürek, Murat Başı, Bozdağ, Güngör Dağı ve Erçiş bölgesinin tamamının katıldığı bu isyan bir tümen ile ancak 18 Eylül 1930 tarihinde bastırılmıştır. Pülümür Harekâtı 8 Ekim -14 Kasım 1930 Savur Tenkil Harekatı 1930 26 Mayıs-9 Haziran 1930 tarihinde Mardin'de çıkan ayrılıkçı ayaklanmayı bastırmak için düzenlenen ayrılıkçıları uzaklaştırma harekattır. 3. Ağrı ayaklanması 1930 İhsan Nuri ve 'Zilan Bey', Hesik aşiret reisi İbrahim Ağa'nın aşiretiyle birlikte İran sınırını aşarak başlattığı yeni bir ayaklanmadır. Ağrı'da çıkan 3. ayaklanma olması sebebiyle 3. Ağrı ayaklanması adını almıştır ve Ağrı'daki son ayaklanmadır. Bu ayaklanma da diğer ayrılıkçı ayaklanmalar gibi güçlükle bastırılmıştır.Ayaklanmanın bastırılmasından sonra Adana Ağırceza Mahkemesi'nde yapılan yargılamalarda 34 kişi idam cezasına çarptırıldı. 1938'de ise Karaköse olan ilin adı, Ağrı olarak değiştirildi. Asi Resul Ayaklanması Olayı 1929 Eruh ilçesi jandarma komutanı teğmen ile Lodi bucak merkezinin Tilmişar köyünden Jilyan Aşireti Reisi Resul'un aralarındaki anlaşmazlıktan kaynaklanmıştır. Çıkan anlaşmazlık sonrasında Jilyan aşireti ayaklanmıştır ve bu ayaklanma da ayrılıkçı ayaklanmalardan biri olarak tarihdeki yerini almıştır. Mutki ayaklanması 1927 Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra Mutki bölgesinde vergi, askerlik ve silah toplamak üzere Mutki bölgesine gönderilen kuvvetlerden bir tabura bölgede yaşayan aşiretlerin bir araya gelerek saldırması ile 1928 yılının ilkbaharında başlamış ayrılıkçı ayaklanmadır. İkinci Ağrı Harekâtı 1927 İkinci Ağrı Harekâtı 13 Eylül 1927'de başlatılan harekatla Türkiye ordusu İran sınırına kadar ilerlemiştir. Bu ayaklanma da etnik ayrımcılar tarafından sürdürülen ayrılıkçı bir ayaklanmaydı. Koçuşağı ayaklanması 1926 7 Eylül 1926'da başlayıp 30 Kasım 1926 yılında son bulan isyan Ovacık, Hozat, Çemişgezek arasındaki bölgede vergi vermek istemeyen, askerlik ödevini yapmayan, çapulculuk yapan 450 kadar asinin çıkardığı bir isyandır. Şeyh Sait isyanından kaçan ve dağlara çıkan bu Koçuşağı aşiretine bağlı bu asiler, dış mihrakların etkisi ile devlet için tehlikeli bir hal almaları üzerine bunlara yönelik bir harekata ihtiyaç duyulmuştur. 1.Ağrı Ayaklanması 1926 16 Mayıs 1926'da Ağrı Dağı ve civarı ile İran topraklarının da dahil olduğu bir coğrafyada meydana gelen etnik ayaklanmadır. 16 Mayıs 1926'da Soğanlı, Kızılbaşoğlu, Sori, Cilkanlı, Bilhanlı ve Cinganlı aşiretleri; Ağrı'daki Brosonlu İbrahim ve adamları ile birleşerek ayaklandılar. İran'daki Yusuf Taso ile beraber 1.000 kadar atlının İran sınırını geçip Brosonlu'nun yardımına gelmesi üzerine ayaklanma büyüdü. Raçkotan ve Raman da tedip Harekatı 1925 Siirt’in Beşiri bölgesinde Raman Aşireti, Garzan ve Rackotan Aşiretleri, Silvan ve Kulp'taki Bükran Aşiretleri'nin Devlet'e başkaldırmasıyla başlayan ayaklanma diğer ayrılıkçı ayaklanmalar gibi zorlukla bastırıldı.Bu ayaklanmayı bastırabilmek için isyancı aşiretlere düşman aşiretler kullanılmıştır. Bu da tarihe tedip yani cezalandırma harekatı olarak geçmiştir. Şeyh Said İsyanı 1925 ( Şubat - Nisan 1925), Doğu Anadolu'da merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı ayaklanmdır.Şeyh Said'e bağlı kişilerin Diyarbakır'ın Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde arama yapan bir jandarma müfrezesiyle çatışmaya girmeleri (13 Şubat 1925), kısa sürede genişleyecek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturdu.Genç vilayetinin merkez kazası Darahini'yi basarak (16 Şubat) valiyi ve öteki görevlileri esir alan Şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Bu bildiride 'din uğruna savaşanların lideri' anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı.Şeyh Sait ayaklanması uzun süreli bir mücadele sonucu bastırılabilmiştir.Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi (28 Haziran). Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün infaz edildi. Bicar İsyanı
Şeyh Sait isyanında dağlara ve mağaralara saklanmış olan 2000-2500 civarında asinin temizlenmesi maksadıyla 7 Ekim 1927 yılında Hani- Lice Kuzeyi, Kulp Batısı, murat Güneyi-Palu Doğusu'nda yapılan harekat ve buna karşı yürütülen mücadele esaslı bir isyandır. Kasım 1927 tarihine kadar sürdürülen harekat ile bölge asilerden temizlenmiştir. Nasturi Ayaklanması 1924 (7 Ağustos-26 Eylül 1924) Güneydoğu Anadolu'da süryanilerin bağımsızlık için başlattığı isyan hareketidir.
Daha sonrasında 1950'den sonra çıkan isyanlar ve olaylar
Kanlı Pazar olayları (14 Şubat 1969)
Çorum Olayları (29 Mayıs 1980)
K.Maraş katliamı (23-24 Aralık 1978)
Sivas’ta 37 aydının yakılması olayı (2 Temmuz 1993)
15 Temmuz 2016 kalkışması
Sevr ile Osmanlıya bırakılan topraklarda tesadüfi (!) olarak bu bölgedir. Galip devletler özellikle bu bölgeleri Osmanlı himayesine bırakmalarının sebebi, yaptıkları istihbari ve alana çalışmalarında görüntü de Osmanlı da olacak ama istenildiği gibi yön verilebilecek toplulukların olduğu bölge burasıdır. İngiltere ve Fransa'nın ayrı ayrı yaptırmış olduğuaraştırmalarda Balkan Savaşı, 1.Dünya Savaşı sırasında en çok asker kaçağı veren ve dini söylemlerle askerlik yapmamaya meyiili olan insanlar bu bölgenin insanlarıdır. TürkGenel Kurmayının yıllar sonra kaynaklardan yapmış olduğu araştırmalarda çıkan sonuca göre bu kalan bölgenin Balkan ve 1. Dünya Savaşındaki Asker Kaçak Oranı % 61- 63 arasındadır. Yine Araştımalar Kurtuluş Savaşı sırasında bu bölgelerdeki Asker Kaçağı sorunu aynen devam etmiş, Oran Yozgat, Kayseri, Niğde ve Konya da % 65'lere kadar çıkmıştır.
1950lerden itibaren Cumhuriyet karşıtı her çalışmaya teşni olan bu bölge insanı ne gariptir ki Milliyetçilik rüzğarlarının estiği ve Amerikanın Ilımlı İslamla beraber planladığı Yeşil Hilla içinde Türk-İslam Sentezi adı altında Amerikancı Milliyetçi bir ideoloji sahibi olmuşlardır.
Rant, Rantiye ve Çıkar ekonomisi ve Mafia tarzı yapılanmalara eskilerden beri meraklı olan lafta milliyetçi, özde kişisel çıkar düşkünü bu yığınlar bugün hala etkilidirler.
Bu bölge topraklarında cehalet ve şarkiyat kutsaldır. Şarklı kurnazlığı ve köylü çıkarcılığı ile herşey menfaate uygun olduğu sürece makbul görülür.
Türkiye'nin belki de en baştan beri birincisorunu İÇ ANADOLU BÖLGESİ sorunudur.
コメント