Su, kutsal göksel dinlerin, mitolojik -mitos dinlerin- metinlerin, doğacıların, düşünce önderlerinin hep hayatın temeli gördüğü madde. Kutsal kitaplarda su bir şekilde başlangıcı, hayatı işaret eder. Ateşin içinden su yardımıyla çıkar İbrahim, zalim Firavunun eline bir emanet gibi su yoluyla gider Musa, babasızlığın mucizesinde Tanrının elçisi olduğunda kendini su ile vaftiz eder, arındırır İsa. Ve insanlığa ilk emriyle sudan yaratıldın emri ile sesini duyurur Muhammed. Diğer dinlerde de su, deniz, akarsu tüm su kaynakları kutsaldır.
Felsefe de ontolojik sorunların başlangıcında ilk bahsedilen arkhe sudur. Ve tesadüf değildir bu, okyanusların tanrısı (tüm su kaynaklarının büyük tanrısı) Poseidon ilk mitolojilerden başlayarak hayatın -ilk yaşamın-kaynağıdır. Antik mitlerin birçoğunda toprak (balçık) suların en derinindedir. Ve yaratıcı tanrı maddeyi ararken suların derinlerinden verilmiş veya almıştır. İnsanın söylendiğine göre % 70’i sıvıdır, % 30’u katı ve katının ana kaynağının tamamı yine sıvıdır.
Su bize neler söylüyor? Suyun fiziksel, biyolojik, kimyasal, ruhsal durumunun farkında mıyız? Suyu, suyun bizi tanıdığı kadar tanıyor muyuz? Var olmayı ve varlığı ilk düşünmeye başladığımız anda neden ilk aklımıza gelen güç su idi? Suyu bize neler kazandırdı, farkında bile olmadan?
Bilim emeklerken ve insanlar düşünmeye başlandığından beri su bize bu yolda arkadaşlık hatta eğitimcilik yapmaktadır. Mısır medeniyeti, toprağının verimini sağlayanın Nil ve onun sonsuz suyu olduğunu gözlemleyerek anlamış. Suyun yükseldiği ve çekildiği zamanı ve o bereketli toprakların miktarını ölçmek için matematik ve geometriyi geliştirdi. Astronomiyi geliştirdi. Suyun gücünden faydalanmayı düşündü. Faydalanabilmek için bilimi, beraberinde teknolojiyi (techne) ortaya çıkardı. Bir şeyi yapıp edebilmek için beceri çok önemliydi. Bugün bile hayranlıkla izlediğimiz su yollarını, su yapılarını yapabilecek sanaatkar/zanaatkarların “techne” sahibi olması gerekiyordu. O sularda süzülebilmek için “techne” herşeyden çok gerekliydi. Ve hala gerekli.
Bugün o sularda gidebilmek için tekne sahibi olmak, o suların delidolu halinde bile teknenin dümenine sahip olup, varışa gidebilmek için ustalık gerek. En başta o ustanın teknesi olması gerek. Yani ustanın istemesi gerek.
Din ve mitolojinin dışına çıkarak (aslında o günlere göre bile çok da sışında değil, kapı önü, eşiği diyebiliriz) var olanların nedenini düşünmeye başlayan Miletli Thales ve onun her şeyin nemden olduğundan bahsetmesidir. Miletli Thales’e göre her şey bir tek maddeden doğmuştur, “Arkhe”, o arkhe de “Su” idi. Antik Ege’de su aynı zamanda sağlık demekti. Dionysos, düşüncesinde gerçeğin kaynağını (kutsal metinlerdeki gibi) üzüm suyundan elde edilen şarap olarak söylüyordu.
“El vino veritas, aqua sanitas” , “ Şarap gerçeğin ta kendisi ise su da sağlığın başıdır.”
Thales çokça Mısırın etkisinde ve dönemin tek-tanrılı dini Yahudiliğin ve Hint-İran inanışlarındaki su söylemlerinden su arkhesini belirlemiştir. Mısır aslında Thales’ten yüzlerce yıl önce, keza Hint düşüncesi de Mısır kadar eski belki de Mısırdan da eski dönemlerden beri suyu yaşamın ilk başlangıç noktası olması yönüyle betimlemişlerdir. Denizlere hakim olma ve su ile mucizeleri birleştirme bizi yaratılış kaynağımıza götüren alt benliğimizin birer yansımasıdır. Özellikle ilk insan sayılan Adem ve Havva hikayelerinde isimleri de değişse de hikayede her mitolojide değişmeyen tek şey “Su”dur. Özellikle eski kıta mitolojisinin İkinci Adem ve Havva vakası kabul edilen Nuh Tufanı hadisesi yaşamın suyla geldiğinin en büyük kanıtlarından biri olan fenomendir.
Dünya’yı rahim, suyu rahimin içindeki hayat sıvısı, gemiyi de cenin-tohum olarak aldığımızda yaratılışın destansı anlatımı yerli yerine oturur.
Aristoteles’e göre Thales, dünyanın suda yüzdüğü kanısındadır. Yüzme yetisine sâhip olduğu için dünya tıpkı bir tahta parçası ya da benzeri nesneler gibi “suyun üstünde” kalmaktadır. Aristoteles’in aktardıklarına benzer bir şekilde Seneca’nın ifadelerine göre, Thales dünyanın su tarafından taşındığını öne sürer. Dünya bir gemi gibi hareket etmekte ve suyun hareketliliği nedeniyle sallandığı zaman depremler meydana gelmektedir. Ayrıca Thales’in deprem hakkındaki bu görüşleri olgu ve olayların mitolojik unsurlarla açıklanmasından uzaklaşıldığının bir kanıtıdır. Buna göre artık depremler Poseidon’nun yeri sarsması ya da Zeus’un yerin altında esir tuttuğu devlerin kıpırdaması sonucu değildir; var olan bir şeyin meydana getirdiği doğal bir olaydır. Diğer bir ifadeyle, doğa artık aşkın varlıklarla değil, yine kendisiyle, yâni doğayla açıklanmaktadır.
Suyun girdiği kabın şeklini alması gibi bir ceset olan bedenimize girip canlandırması da tam bir metafordur. Kendi aklı ve ruhu olan su kendisiyle beraber canlılığı getiren ruhunun parçasını da getirmektedir. Ve yok oluşta ceset katı gerçeğine dönerken, su da kendi gerçeğine dönmektedir. Canlı bir parça olarak cansızların döndüğü katı dünyası olan toprağa da hayatı veren onu sürekli canlı tutan yine suyun kendisidir.
Eski Türklerde (İslam öncesi) bir sıralar inanç, totemciliğe dayalı idi. Herhangi bir aşiret, topluluğun atası olarak doğadan (bitki-hayvan) bir motifi kutsal sayardı. Türklerde, yukarıda mavi gök, aşağıda kara yer iki dini unsur idi. Bazı Türk boylarında “Yer-Su” kutsaldı. Perilere, ata saydıkları “kurdun adına ve semanın ruhu adına yılda bir kez ibadet yapıldığı bilinmektedir. Onlara göre, iyi ruhlar bir kuş veya böcek gibi uçarak yukarıda cennete gider ve şefaatçi olurlar. İnsan ölünce kötü ruhlar yerin aşağısındaki tabakalara gidip kötülük yapmaktan haz duyarlar. Yeryüzünde Yer-Su adına iyilik yapan ruhlar bulunur, bunlar yüksek dağlarda, nehir kaynaklarında ve ormanlarda kalırlar. Türkler bu sebeple buralara kurban sunarlar ve kutsal kabul ederlerdi.
Ol sanem ki
Su yakasında pert dik durur
Gayet-i nâzükligindin
Su bile yutsa bolur. (Atât Divanı)
Su bütün kültürlerde temel olarak üç sembolik anlam ifade etmektedir.
1. Hayat kaynağı
2. Arınma ve temizlenme
3. Yenilenme, devinim ve evrim
Hayatın kaynağı olarak potansiyel gücü, imkanların sonsuzluğunu, şekilsizliği, tüm başlangıç kaynağı sayılan şeylerin kaynağı (kaynağın kaynağı), bütün umutların, bütünün ve hafızanın onda toplanmasının simgesidir, Su.
Su olmak, kaynağa öze geri dönmek, suyun üzerinde kalmak, kendini bulma yolculuğuna başlamak, derine dalmak için bile önce suyun üstünde kalmak lazımdır. O muazzam kaynakla bütünleşmek, kendinle kaynaşmak, bütün olmak ve devinim için yeni bir güç, tazelenme, yenilenme, arınma ve güç almaktır.
Su düalisttir, en gerçeğinden; hem varoluştur, hayata giden salın yoludur. Hem de sonlanınca ömür, ruhu sonsuzluğa götüren kayığın yoludur. Yani var oluşun zıddı olan yok oluşun anlamıdır. Suyun hallerine baktığımızda da durum böyledir: Su katı (buz) iken eridiği zaman özünü bulmayı, dağılmayı; buharlaştığı zaman, ortadan kalkmayı işaret eder. Anlaşılacağı üzere suyun sıvı hali, dağılma, akma, özüne dönme eğilimini; homojen hali bir arada tutma bütünleştirme halini gösterir. Bir bardak su ile denizdeki su bütünleşme halidir. Akarsu, serbest su dağılma halidir. Her homojen su aslında potansiyel dağılma, yayılma, akma adayıdır. Buharlaşma ortadan kalkma halidir ama bu ortadan kalkma bir son değildir. Buharlaşma nihayete erdiren değil, nihayete varmak yeniden formuna dönme halinin başlangıcıdır. Buhar olan devinimdeki döngüsünden yeniden öz olarak iner, akış, duruş devinimde kesintisiz devam eder. Yani suda ortadan kalkış bile yeniden başlamaktır.
Dünya yüzünde hiçbir inanç sistemi yoktur ki suya dayandırdığı bir miti olmasın, büyük çoğunluğu yaratılış öncesi ve sonrası Sudan bahsetmesin. Su Tanrılarla beraberdir. Yaratılışta da su en önemli rolü üstlenmiştir, bir tür başroldür inanç sistemlerinde. İnançların temel kaynağı ve temel elementidir su.
“Yer, yer değilken; su, su idi”.
Hinduizm ilk metinlerinde de, Sümer tabletlerinde, Mısır yazıtlarında, çok uzaklardaki Avustralya, Yeni Zelanda kadim uygarlık söylencelerinde, Amerika’nın gizlerle bezenmiş medeniyet kalıntılarındaki motiflerde, mitlerde su ana kaynaktır. Hinduizm’in ana metinlerinde su ilk madde olarak gösterilir.
Henüz hiçbir şey yokken bile suyun olduğunu belirten yukarıdaki cümle aslı itibariyle ‘Her şey suydu’ anlamındadır. Hindular buna “Materia Prima” (İlk madde) ya da “Prakriti” demektedir. En eski din ve kültürlerden başlayarak su yani Materia Prima inancın ilk maddesi, Hinduizm de “her şey suydu” ifadesi ile yer alırken, Taoizm de “geniş suların kıyıları yoktu”, Brahmanizm de ise “Dünyanın yumurtası suların yüzeyinde saklıydı, Tanrının nefesi, ruhu, suların yüzeyinde bulunurdu”, Çinliler de su, sonsuz zirve-ulaşılmaz doruk, kaos ve belirsizlik demekti. Bütün Yeni Zelanda ve Avustralya yerlilerinde kozmik güç, Tanrısal erkin kaynağı “Su” idi. Yine kültürlerdeki ortak algı, yağmurun gökyüzünün bir lütfu olarak görülmesidir. Kimi inançlarda rahmet (İslam, Musevilik vb ), kimisinde doğurganlık, bereket, canlanma, müjdeci gibi anlamlara gelebilmektedir.
Ortadoğu Tek Tanrılı din inancında (Musevilik-İsevilik, İslam) su yaratılışın kökenidir. Sudan karalar yaratılmıştır, sudan insan ve diğer canlılar yine sudan yaratılan toprakla şekillendirilerek yaratılmıştır. İbranilerde “men”, İslam da “aleke” hassas suyu sembolize eder. O her şeyin başlangıç damlasıdır. Hint kozmogonisinde de embriyonun (insan şeklinin oluşma süreci) şekillenme evresi gün ışığına çıkmasında, suya dalıp bir parça toprak çıkaran yaban domuzu bu çıkışın, sembolü olarak yer alır. Türk kozmogonisinde anlatılan bir türeyiş mitosunda Tanrı Ülgen, Erlik’i cezalandırarak suların dibine gömer. Sonraları affeder, fakat çıkarken ağzında biraz toprakla gelmesini ister. Erlik bu dileğini getirir getirmesine ama su yüzeyine çıktığında büyür de büyür. Erlik artık boğularak ölmek üzeredir. Sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü bile ağzındaki o balçık tarafından neredeyse yutulacaktır ve Tanrı Ülgen “Tükür!” diye emir verdiğinde, Erlik tükürür ve bugünkü yeryüzü oluşur. Erlik bu yeryüzünün derinliklerinden sorumlu tutulur artık. Ölümsüzlüğü bile boğup öldürebilecek bu balçıktan oluşan madde, hayatın başlangıcının, hayatın kendisinin ve ölümünde (sonunda) yuvası olur. Su hem yaratıcı hem de yok edicidir.
Comments