Tarih: 28.02.2021
Bu yazı gerçek anlamda tam da sağ muhafazakâr siyasetin çok sevdiği 28 Şubat tiyatrosunun sergilenişin yıldönümüne tesadüf etmesi sebebiyle, bu müthiş siyaset sanatı performansından bahsetmek farz oldu.
54. T.C. Hükümeti herkesin bildiği gibi Refah Partisi ve Doğruyol Partisi tarafından bayağı bir sıkıntılarla kuruldu.
Ekonomi sihirbazı olduğu söylenen Tansu Çiller (kendisi Türk Ekonomisinin omurgasını düzelemeyecek kadar sakatlama becerisini göstermiş sağ politikacı ve eyyamcı) ile Ağır Sanayi Hamleleri söylemlerini din sosuyla tatlandıran, din siyasetini ve dini siyasete alet etmekten hiçbir vakit vazgeçmemiş (kendi tedrisatından yetişenlerin yönettiği ülkenin hali ortada, din soslu siyaset allamesi, eyyamcı)Türk siyaset figürleri, Necmettin Erbakan.
Kısa süren bu koalisyon döneminde o kadar çok Kaos ortaya çıkmış, o kadar yıkıntı ve çöküntü oluşturmuştur ki, bugün sağın çok sevdiği toplum mühendisliği Erbakan Başbakanlığı dönemini normal olmayan bir algı çalışmasıyla muhteşem göstermekte, zavallı(!), cahil (!) halkta böyle sanmaktadır. İşin gerçeği tüm finans sistemi çökmüş yetmemiş sosyal güvenlik sisteminde kapatılması olanaksız hasarlar ortaya çıkarmış bir durumdur. Bütün bunlar bir yana Erbakan’ın hangi akla hizmet olduğu (Refah içinde Asiltürk’ün ekip başı Avrasyacı grubun Hoca’nın başına bu çorabı ördüğü konuşuluyor. Ne derece doğru bilemem (zaten o kesim de pek doğru söz bulunmaz). İşte o günler içinde nasıl olduysa tanklar yürütüldü iş meşhur Milli Güvenlik Kurulu toplantısına kadar geldi. Kurulda o meşhur kararlar alındı, imzalandı. Ertesi günü bambaşka mağduriyet hikâyelerinin başladığı süreç başladı. Bu olaydan birkaç sene sonra bir sabah kalkmış ve türban sorunu ile boğuşmuş onu 28 Şubat mağduriyetiyle birleştirmiş bugüne gelmiştik. Hikâye ezber edilip anlatıldığı gibi yazılmayınca biraz garip oluyor ama gerçek bu. Bu 28 Şubat’la başlayan (öncesi de var) süreç üç şeyi sağ siyaset ve onun koltuk değneği ordu –bu daha sonra vesayet söylemiyle ortaya çıkacak- eliyle yıkmıştır; Cumhuriyet rejiminin temel değerlerini, Türk Eğitim sistemini (özellikle Mesleki Eğitimi bitirmiştir) ve Türk Dış Politikası. Yazımız içinde özellikle konusu sağ siyaset olduğundan dolayı 28 Şubat konusuna burada bir virgül koyalım. Çünkü mutlaka birkaç defa bu olaya atıfta bulunmak ve bahsetmek durumunda kalacağız.
Konuşurken ve yazarken çok uzun anlattığım (çok konuşuyorsun demenin kibarcası)eleştirisi sonuna kadar haklı bir eleştiridir. Sağ siyasetinin sığlığının bugünkü halinden bahsedebilmek için gerilere gitmek gerekiyor. Ben bunu zorunlu olmadıkça 1980lerden bahsedeceğim, zorunlu hallerde (bu haller bayağı bir olacak gibi) 1950’den geriye gitmeme kararı aldım. Sınırı 1950 de çizdim. Bir sağ söylemle kırmızıçizgimiz bu.
Bu yazı İyi Parti içinde olup bitenlerden dolayı genel bir Türk sığ sağ siyaset yazısıdır. Biliyorsunuz kısa süre önce partiden birkaç milletvekili istifa etti. Bunlar istifa eden eski Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özdağ’la (Bu şahsiyet daha önce MHP de Genel Başkanlığa aday olduğu için partiden kovuldu, atıldı) beraber parti kuracaklarını açıkladılar. Bu şahsiyetler siyasete girebilsinler diye CHP’deki Demirel kontenjanından siyaset yapanların bir kısmı İyi partiye geçiş yapmıştı. Zaten seçimden sonrada büyük kısmı İyi parti de kaldı. Bu şahsiyetlerin siyasi görüş açısı o kadar genişmiş ki, önlerini bile göremezken görmedikleri şeyler hakkında duyumlarla hareket ederler; sağ siyaset sığlığının temellerinden biri duyumdur yani referans kaynak isterseniz size duyum derler. Bu duyum çoğunlukla kendi uydurup inandıklarıdır.
Türk sağ kesimi 1980lerin başından beri derinleştiremedikleri siyaset yapılarıyla Cumhuriyet siyasetini dizayna kalkmışlardır. Aynı 1950’li yıllarda oy devşirmek için kırsal burjuvazisinin (esnaf ve eşraf) ellerine teslim edilen yoz siyasetin aynısı 1980lerden itibaren bütün siyaseti toplumla beraber şekle sokmuştur. Türk sığ sağ siyasetinin 1980li yıllardaki yeni yuvası ANAP oldu. Hatta Alparslan Türkeş Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılandığı sıradaki savunmasında bu siyasetin nerelerde olduğu şu meşhur sözüyle betimlemiştir; “Biz içerideyiz ama ideolojimiz iktidarda.” Yani kurtlar kendilerine geçici yuva bulmuşlardı. Çetin bir iklimde iyi bir sığınak kurtlara iyi gelmişti. Zaten dört eğilim değil miydi? ANAP, Liberaller öyle mutluydular ki Neo-liberal oldular. Özalizm’in manifestosunu yazdılar. Mukaddesatçılar ve muhafazakârları da dışarda bırakmadı aynı sağ demokratları dışarda bırakmadığı gibi. Darbecilerin korumasındaki bu sığınma evi bu dörtlünün güçlenmesi ve palazlanması için çok iyi bir ortamdı. Hem devlet ve iktidar imkânlarını kullandılar hem de eski yuvalarını yavaş yavaş inşa ettiler.
1980lerin o meşhur Özal söylemleri o yıllardan sonra tüm sağın söylemleri haline geldi; “iki buçuk gazete” iki sağ kesime hitap eden ulusal basına karşılık buçuk sol ve sosyal demokrat kesime hitap eden Cumhuriyet gazetesi idi. O buçuğa bile tahammülleri olmadığı sağ siyasetin Cumhuriyet Gazetesini Özal tanımlarken suyu yüzüne çıkıyordu; “Türkiye’nin Pravda’sı”.
Ülkenin sorunlarına hep sığ bir bakış atan hele Kürt Sorununda, Kürt sağı ile olan ortaklığının güveniyle sağıra yatan Sağ siyaset. Sorunla Kürdü hep ayrı ayrı değerlendirmiştir. Sorun kısmı ile ilgilenenleri hep bölücü ile işbirliği yapanlar olarak gösteren bu sağ siyasi yapı, iş oy devşirmeye geldiği zaman “Kürt kardeşlerimiz” söyleminin de de hiç geri kalmamışlarıdır. Kürtlerle ilişki düzlemleri sağ her zaman din-mezhep eksenli yürütmüş böyle Kürt yörelerindeki feodal yapıyla sıkı ilişkiler içinde olan tarikat yapılanmaları sayesinde Kürt seçmenlerin yoğun olduğu bölgelerde palazlanmışlardır. Döneminde Avrupa’nın en büyük Kürt partisi ANAP iken, bugün AKP’dir.
İyi Parti ve Millet ittifakı içinde sürekli bir çatlak olacak durumu her nedense sürekli olarak sağ zihniyet tarafında çıkmaktadır. Örneğin; Ümit Özdağ’ın Türkiye de sivil anayasa yapılabilmesi ve özellikle o dönemki partisinin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ile ilgili anayasa değişikliği çalışmalarının önünü sağın sürekli öcü olarak gösterdiği ve ne hikmetse yasal zeminde siyaset zemininde bulunmasından hazzetmedikleri Kürtlerin partisi olduğunu iddia ettikleri (özellikle terör örgütü PKK’nın siyasi yapısı söylemi) HDP ile yakınlaştıkları algısı yaratmaları ve bunu sanki çok fena bir şeymiş gibi bir ihanetmiş gibi topluma sunmaları sebebiyle kesmeleri sonucu, sonuçsuz bir girişim olarak kalmıştır. Bunun yanında ne tesadüftür ki İktidar ve ortağı Millet ittifakının anayasa çalışmalarını ve “güçlendirilmiş parlamenter sistem” söylemlerini işlevsiz hale getirmeyi bu sığ siyaset aktörleri sayesinde sağlamıştır.
Bundan önceki sağ siyasetçilerle beraber bugünkü iktidarında en planlı çalışmalarından biri tüm muhalefeti kendilerine benzemek ve aslında oluşturdukları toplumsal yapıyı tüm siyasi ve ekonomik sahaya yaymaktır. Bunu büyük ölçüde başarmışlardır. Plansız yalnızca çıkarlar üzerine kurulu tüm değer yargıları maddiyat üzerine kurulu, tüm manevi değerlerin amaçları için araç olarak (din, milliyet vb.) kullanıldığı zihniyet yapısı. Siyaset kurumunu da toplum gibi şu anda o hale getirdiler. Siyaset tüm sahalarda sığ olarak devam etmektedir ve bunu sağlayan toplumsal ve siyasi sağ anlayıştır. Sağ toplum için anlam ifade etmektedir. Tüm çıkarlarının değerleri ile buluştuğu yer olarak görmektedir. Sağ kesim CHP dâhil tüm muhalefeti kendine göre çok güzel yapılandırmıştır.
İyi partinin şimdi kamuoyunda çokça adı geçen ve kimilerinde siyasi öngörü yüksekler sınıfına koyduğu Yavuz Ağıralioğlu her sağ sığ siyasetçi gibi; HDP milletvekillerinin vekilliklerinin düşmesi fezlekeleri ve HDP’nin kapatılması süreci ile ilgili pozisyon almış. Fezlekeyi okumanın bile gereksiz olduğu “elim havada” diye duyurmuştur. Niye mi sağ siyaset sığdır? Bu olay bile tek başına cevaptır aslında.
İyi Partinin Kürt seçmen ve HDP bakışına şuradan da bakabilir. IĞDIR, KARS, AĞRI ve ARDAHAN da seçimleri HDP adayları almasın diye MHP ve AKP’ye çağrı yapan bir yapı, çağrı yaptıklarının iki tane oy için Adadaki terör örgütü liderini kullanmasını ve Kürt toplumuna mesajlar yollamasını ve bu terör örgütü liderinin o terör örgütünün kurucularından olan kardeşini televizyonlara çıkarmasını görmezden gelmiştir. Yine o davet ettiği iktidar partisinin Oslo’dan beri direk terör örgütüyle görüşmesi bile kendi kesimleri tarafından bir anlam ifade etmediği için konu dışı bırakılmış. Fakat iktidarın sürekli HDP terör bağıntılıdır söyleminin arkasına takılmış, hiçbir hukuki vesaik olmamasına rağmen sağ kendi zihni mahkemesinde algılarıyla yargılamış ve iktidar partisinin onlara dayattığı hükmü vermiş, kendilerince cezasını kesmişlerdir. Hâlbuki HDP’sini Kürt partisi olarak kabul edince, AKP’sini de Kürt partisi olarak kabul etmek gerekmektedir.
Kürtlerle sorunlarını konuşmak gerekmektedir. Sağ’ın bir kesimi dini argümanlarla din kardeşliği, Neo-Osmanlıcılık martavallarıyla yaklaşmaktadır. Daha düne kadar Osmanlıda ki gibi eyalet sistemlerinden bahsedenler, Diyarbakır BOP’sinin yıldız kenti olacaktı. Megri megri diyecektik. Fakat bunları sağ zihniyet yaptığında İyi partinin sağ kelamcıları suskun kalırlar, eleştiriyormuş gibi yaparlar ama terör örgütüyle bağlantılı da demezler. Çünkü hepsi aynı seçmen tabanına seslenmektedir. Mesela sağ zihniyet siyasetçiler için devlet denilen kutsal bir mekanizma vardır, devlet terbiyesi denilen ne olduğu belirsiz bir anlayışları vardır. Derin devletleri vardır (sığ siyaseti komplo teorileriyle beslerler onun için böyle hayali heyula yapılara ihtiyaçları vardır. Görünmez asıl güç). Sağ 1950’den beri bir kutsal devlet algısıyla işi götürmektedir. Ortalığı berbat ettiğinde derin devlet ve güçler devreye girer. İşine geldiğinde derin devlet kendisiymiş algısı oluşturur (Ağar vb.). Sağın bu devlet anlayışı uydurma aynı Osmanlıda saltanatın gücü kontrol etmek için kullandığı argüman gibidir. Sağ kesimin çok sevdiği iki tane Kanuni sözü bunu çok iyi açıklar ; “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”. Buradaki devletin sıhhati Kanuninin veya tahta oturanın sıhhatidir, sıhhatli bir yapı olmayınca cihan devleti olmak boş, onun için devletin sıhhatli olması gerek. Bir başka söz ; “Ya devlet başa; ya kuzgun leşe”. Sağ siyasetçilerden çok sık duyduğumuz “Ben gidersem, devlet çöker” sözünün taht sahibince söylenmişi. Devlet elden gider, din elden gider. Dikkat ederseniz elle tutulamayan kavramların elden gitmesi üzerine bir siyaset inşa etmek. İşte sağın yarattığı algı budur. Sağın bir kesimi de kan milliyetçiliği üzerinden siyaset yapmaktadır. Milliyetçilik içine her şeyi doldururlar. Milliyetçilerdir ama önemli olan devlettir yine. Millet devlete hizmet ve biat etmelidir. Aynı din siyaseti yapanlar gibidir her şey, aralarındaki tek fark biri din sosunu kullanır, öbürü milliyet sosunu. İkisini karışık kullananlar vardır. Türk – İslam sentezcileri, Mukaddesatçı milliyetçiler. Kimisi Bozkurttur, ülkücüdür. Kimi Alperen. Özünde birleştikleri nokta, mevcut iktidarın kendilerinde veya kendilerine yakın kesimde olması. Devlet denilen yapıda konumlarını korumaları ve devletin kutsanması. Millet mi? Pek ehemmiyet arz etmez.
Cumhuriyetin kuruluş mücadelelerinin başından beri belgelerinde yazılı bir söz vardır; Kurucu mantığı içeren söz; “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.” Sağ zihniyetin tamamı için bu söz temelden sıkıntılıdır. Onlar 1950’den beri bu sözü “egemenlik kayıtsız, şartsız devletindir” şekline çevirmişlerdi. Bunu çevirmesindeki en büyük yardımı, kırsaldan ve esnaf kesiminden görmüşlerdir. Esnaf kesimi 1950 macerasını başlatan güçtür. O gün bugündür durumumuz ortadadır. Kasaba kültürü ilk olarak toplumu kapsadı peşinden siyasetin tüm katmanlarına sirayet etmiştir. 1980 den itibaren aşırı çoğalan iç göçler de kasaba taassubunu kentlere taşımış, kentlileşemeyen veya sağ siyaset tarafından kentlileşmemeleri için elden gelen tüm gayretin gösterildiği oy depoları gettolar oluşturulmuştur. Sağ siyasetin sürekli imar aflarıyla desteklediği sağ seçmenin mülkiyetleşme sevdası, beton ahlakına dönüşmüş, din ekonominin için rantiyeyi mubah sayar hale gelmiştir. Sağ bunların tamamını kullanmıştır. Bugün dinin siyasette kullanılmasının ülkemizdeki sorumlusu Saadet Partisi aslında bunun acısını çok çekmiş olmasına rağmen başka bir siyaset üretememektedir.
Sağ siyaset tarihi tahrip etmekte, eğitimin altını boşaltmakta ve toplumun tüm ahlakını değerlerini ters düz etmektedir. Bunu da Osmanlıdan beri devleti yönetme ortağı esnaf ve eşrafla birlikte yapmaktadır. Esnaf ahlakı algısına yakından bakınca bunun bir ahlak değil ahlaksızlık temeli olduğu açıktır. Fakat sağ siyaset için de böyle bir ahlak algısı şarttır. Esnaf taassubun feodal gücüdür. O bu yapıdan beslenir ve kutsar. O yüzden dikkat buyurulursa bu kesimde devlete bağlılıktan söz edilir, millete bağlılık kavramı hiç konu edilmez. Bugün hem iktidar partisi hem diğer partiler hem de dini yapılar tarafından esnaf kesiminin markaja alınmış olmasının sebebi budur. Sağ iktidarın devam etmesinin tek şartı din kesimi ortaklı esnaf kesimini elde etmektir. O yüzden sağ kesim Büyükşehir merkezleri yerine, buraların gettolarında ya da küçük şehirlerde esnafa odaklanmaktadır. Sağ iktidarın seçim sonucu haritasına bakılırsa sağın oy depoları olan yerler şimdi sağın pastasına ortak diğerleri tarafından da dolaşılmakta. Buradaki hedef her zaman esnaf, esnaf odaları ve birlikleri olmaktadır. Çünkü toplumda özellikle ’80 sonrası sınıf bilinci silindiği için işçi ve emekçi kesimi zaten sağ siyaset için yoktur. Tuhaftır ki esnaf ve küçük işletmecinin veya bir endüstriyel tesiste çalışan emekçide, bir bankadaki görevlide patronuyla aynı sağ partiye oy vermektedir. Sağ işçi ve emekçiye ulaşamayacağını gördüğü için bireylerde işçiliği aşağı gösterme yoluna gitmiş ve maalesef ki toplumda çok da başarılı olmuştur. İşçilik, sendikal haklar gibi kavramlar toplumca hoş karşılanmamaktadır. Ama esnaflık ve eşraf çok iyi oy deposudur. Çünkü toplumda işveren ekmek veren, işyeri ekmek kapısı görülmekte, sanki bu kişiler işçilere ihsanda bulunuyormuş algısı oluşmaktadır. Sağ siyasette bunu sonuna kadar destelemektedir. Bugün İyi parti ve diğer yeni sağ partilerin yaptığı esnaf ziyaretlerinin sebebi budur. Hatırlarsanız, İmamoğlu’nun ve Yavaş’ın seçim kampanyaları sırasında esnaf ziyaretleri sağ siyaset tarafından çok büyük rahatsızlıkla karşılanmış. Kendi arka bahçelerine tecavüz olarak görmüşlerdir.
Aslında sağ siyasetin tamamı ekonomik durum ile ilgili bir şey söylememektedir. Türk sağın ekonomik modeli sıcak para ve rant üzerine kuruludur. Özal’dan beri mantık tam bir kasaba esnafı mantığı geçerlidir; “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”, “babalar gibi satarım”, “devlet ayakkabımı üretirmiş”, “devlet süt mü üretirmiş”. Hatta 1994 de belediyelerin tanzim satışlarını “belediye marketçi değildir” diye kapatanlar, 2019 tanzim satışlar açmış ve bunu ekonomi icraatı olarak yutturmaya çalışmış, aynı zihniyetin taraftarları da o gün kapatırken yaptıkları coşkulu alkışlamalarını, tekrar açılırken de yapmıştır.
Sağ siyaset sığdır. Yalnız ezberler üzerinden yapılan bir siyaset, geliştirilmeyen bakış açısı, kutuplaştırma ve ayrıştırmayla sürdürülmeye çalışan siyasi ikbal arayışları, sığlığı daha da artırmaktadır. Devlet kutsaması saçmalığından çıkamayan, kesimini yükseltemeyen bir siyaset o sığ çocuk havuzunda oynamaya devam edecektir. Sağ siyaset içindeki simalara bakınca sığlık daha net anlaşılmaktadır.
Son sözden önce, sağ kesimin meşhur ezber cümlelerinden biri sağa her eleştiride otomatikman söylenmektedir; “Bütün siyasi partiler aynı, bundan öncekilerde aynıydı”. Sağ için aslında bu doğru, ama sağ kesim bütün siyasi yelpazeyi de bu mazeretin altında toplamak istemektedir. Evet, sağa hitap eden tün siyasi partiler aynıdır. Bu ülkeyi bu hale getirmişlerdir. Bir başka ezber cümlede “tek parti dönemi” , bu papağan tekrarına cevapta; Türkiye’de iki defa sağ partiler döneminde “tek parti dönemi” yaşanmıştır ve yaşanmaktadır ikisi de fecaattir. Türkiye de tek parti dönemi diye sağın bahsettiği dönemde kurulan partiler Türkiye’nin her yerinde miting ve siyasi faaliyet yaparken 1950-60 arasında CHP illerde miting yapamamış, İnönü taşlanmış. Ve bunlar hep iktidarın Valilerinin, jandarma ve emniyet teşkilatının gözü önünde olmuştur. Bugünkü tek parti döneminde bir inek hırsızı Ana muhalefet liderini şehit cenazesinde yumruklamış, tek parti yönetimi yöneticileri ve sağ milliyetçi cenah tarafından yumruklayan kahraman ilan edilmiştir. İşte sağ siyaset bu kadar sığdır.
Sağ siyaset sığdır. Aslında düşünce temelli olmayan yalnızca inanç ve milliyet hamaseti üzerinde oturan ve ortaklıkları çıkar üzerine kurulu her yapı sığdır. Sağ Türkiye de sığdır; çünkü özgürlük talebi yoktur, insan ve insani değerler kavramına yabancıdır, hukuk ve adalet talebi yoktur. Kendisine dokunmayan hiçbir mağduriyet onunla alakalı değildir. Demokrasi kavramını amaç değil, araç olarak görmektedir. Ahlaki değerleri yozlaştırmak işine gelir. Ne zaman ki bu ülke de sağ gerçek anlamda “Tam Bağımsız Türkiye” der, “Üreten Türkiye” der, “Özgürlük” der, “Hak, Hukuk ve Adalet” der, “Nitelikli eğitim” der, “Millet kutsaldır” der, “Devlet millete hizmet eden bir kurumdur” der. İşte o zaman sağ siyaset derinleşmeye başlamış olacaktır.
Comments