top of page
  • Yazarın fotoğrafıevrenseldevinim

KÖRFEZ’de YENİ ADA: Yalnızlaştırma ve KATAR







Yayınlanma Tarihi: 21/9/2018

1915 yılında Katar’dan çekilen son Türk askerlerinin ardından 1916 Kasım ayında dünyanın en küçük körfez ülkesi İngilizler tarafından işgal edildi. 1940 yılında petrol rezervlerinin keşfi ülkeye olan tüm ilgiyi artırdı. 1955 yılında Şeyh Hamad kansız bir darbeyle babasını tahttan indirdi ve 1971 yılında Katar bağımsız oldu.

Petrol kaynaklarının keşfinden önce ekonomisi balıkçılık ve inci avcılığına bağlı olan ülke, petrol kaynaklarıyla büyük bir değişim yaşadı. Ülkede satın alma gücü paritesi göz önüne alındığında kişi başına düşen milli gelir 100.000 $’ı aşmıştır. Bu itibarla, Katar bölgenin en iyi ekonomik performans gösteren ülkesi haline gelmiştir. Kişi başına düşen milli gelir baz alındığında Katar şu anda dünyanın en zengin üçüncü ülkesi konumda.

İngiltere’nin en büyük doğal gaz ihracatçısı konumunda bulunan Katar, dünyanın en büyük üçüncü doğal gaz rezervlerine sahip olan bir ülke. Katar ekonomisinin yaklaşık yüzde 60’ı petrol ve doğal gaza dayanıyor olsa da ülke son yıllarda bu sektörlerdeki ağırlığını azaltabilmek için çeşitli çalışmalar yapmaktadır. Özellikle; finans, sanayi ve turizm sektörlerinde de küresel oyuncular arasında yer almak isteyen ülke, bu konuda çeşitlendirici politikalar izlemektedir. 1995 yılında iktidarı ele geçiren Şeyh Hamad bin Khalifa al Thani’nin, borçlanarak ekonomiyi çeşitlendirme politikalarına hız verme düşüncesi, artan enerji fiyatlarının da etkisiyle ülke ekonomisine önemli katkılarda bulunmuştur.

Katar 1971 yılında bağımsızlığını kazandı fakat, bölgesel güçlerle olan husumetleri kendisinin izlediği bölgesel dengelerle oynama politikası nasıl meyveler verir, yazımızda biraz onlara değinelim.

Yalnızlaştırılan Arap Prens. Suudilerin, BAE’nin, Mısırın ve Amerika’nın pek hazzetmediği ( ABD’nin en büyük askeri üssünün orada olması uygulanan politikalrı onayladığı anlamına gelmiyor) ülke. Bugünkü popülist, hegemonik AKP iktidarının kamuoyuna empoze ettiği ekonomimizin kurtarıcısı olan Süpercountry .

Peki gerçek bu mu yoksa klasik RTE iç siyaset malzemesi mi? Aynı Filistin gibi. Katar’da sürenin sonunda Irak, Libya, Yemen ve Suriye gibi ipi çekileceklerden mi? Bu arada Suriye siyaseti savaş sürecini çok iyi yöneterek ipini çekmek isteyenlerle masaya eşit koşullarda oturabildi, Türkiye Suriye sürecinin tek kaybedeni oldu. AKP’nin Amerika menşeili Irak ve Libya politikasında kaybedenin Türkiye kazananın görevi veren Amerikanın olması gibi. Katar politikamızda böyle bir sona mahkum görünmektedir. Nedenleri birazcık ezberlerin ve gözönünde tutulan ama olur mu canım dediğimiz gerçeklerden yola çıkarak yapalım.

Son da söyleyeceklerimizin kısa bir lafzını başta söylersek, Katar bölgede diğer aktörlerle rol kapma yarışına girmiştir. Bu rol kapma yarışında Suud ve Emirlik monarşistlerine rağmen bir figür olmak istemiştir. Özellikle monarşistler tarafından pek sevilmeyen Müslüman Kardeşler ve onların türevi El-Nusra ile IŞİD gibi İslami terör unsurlarıyla diresek temasları hatta maddi kaynak sağlama oyunları Büyük bölgesel ve küresel aktörleri mutlu etmemiştir. Suudlar, Emirlik desteği ve ABD’nin hassas bölge siyasetini devam ettirme kararıyla ambargoyu kaldırmış olmasına rağmen, Katarı izole edecek olan Çılgın projelerine tüm hızıyla başlamışlardır.

Katar krizi şöyle başlamıştır: Katar diplomatik krizi, Katar'ın İran ile ilişkileri ve ülkenin yasa dışı silahlı örgütlere destek verdiği iddiası üzerine Haziran 2017'de Suudi Arabistan liderliğindeki birkaç ülke, Katar ile diplomatik ilişkileri kesti. Bağları koparan diğer ülkeler arasında Bahreyn, Mısır, Yemen (Hadi liderliğindeki hükümet), Birleşik Arap Emirlikleri, Libya (Ulusal Mutabakat Hükümeti), Maldivler ve Moritanya yer almıştır, Ürdün ise diplomatik ilişkilerinin seviyesini düşürmüştür.

Bu dönem de yaşananlarla ilgili en etkileyici ve sorunu adını koyan açıklamayı İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani Genel Sekreter Yardımcısı Hamid Ebutalibi, "Yaşananlar kılıç dansının ilk sonucu" diye tweet atarak yapmıştır.





Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Mısır, Maldivler, Moritanya, Ürdün’ün diplomatik ilişkileri askıya alan, Körfez ülkeleri ve Mısır’ın, hava sahasını kapatma, kara sınırlarını Suudi Arabistan başta olmak üzere bloke etme davranışı, kendi vatandaşlarını ivedilikle çağırma, gıda ambargosuna varan yaptırımlar, bölgesel ablukanın perde arkasında, ABD taleplerinin de dile getirildiğini gösteriyor. El Cezire’den @faisaledroos’un aktarımıyla, Suudi Arabistan, Kuveyt aracılığıyla, 6 Haziran 2017 gecesi, 10 ön koşul ileri sürerek, Katar’a ilişkilerin normalleşmesi için 24 saat mühlet verdi. Suudi Arabistan’ın Katar’a ültimatom verdiği 10 ön koşullar şöyle aktarılmaktadır:

1-) İran’la acilen diplomatik ilişkileri kes.

2-) Hamas üyelerini sınırdışı et.

3-) Hamas üyelerinin banka hesaplarını dondur ve anlaşmaları durdur.

4-) Müslüman Kardeşler (İhvan) üyelerini sınırdışı et.

5-) Körfez İşbirliği Konseyi karşıtı unsurları sınırdışı et.

6-) Terör örgütlerini desteklemeyi durdur.

7-) Mısır’ın iç işlerine müdahaleyi durdur.

8-) El Cezire’nin yayınlarına ara ver.

9-) El Cezire’nin Körfez yönetimlerine karşı tacizleri için özür dile

10-) Körfez İşbirliği Konseyi’nin temel antlaşmasına aykırı eylemleri durdur.

Buradan yola çıkarak, Suudi Arabistan’ın da bir dönem destek verdiği siyasaları unuttuğu, Trump’la Suudi Kralı’nın birlikte oynadığı simgesel “kılıç dansı”nın, etkilerini hissettirdiği görülmektedir.

Son yıllarda Türkiye’de adı en çok geçen ülkelerden birisi de Katar olarak kaydediliyor. Aslında sadece ülkemizde değil,Ortadoğu ve dünya politikasında da sıklıkla vurgulanan, haritada çok dikkat çekmese de, doğalgaz zenginliğiyle ve farklı ülkelerdeki devasa yatırımlarıyla dikkat çeken bir Emirlik’ten söz ediyoruz. Basra Körfezi’nde Suudi Arabistan’a yakın Sünni rejimler kısaca “Körfez ülkeleri” olarak adlandırılırken, Katar, 1990’ların sonundan itibaren bölgesel anlamda da Suudi Arabistan’dan farklılaşan politikasıyla, tepki çeken bir unsur haline geldi.

2010 sonu ve 2011 başında “sözde Arap Baharı” olarak geçen olaylarda, Katar sermayesine ait El Cezire kanalı adeta “bölgesel CNN” olmaya soyundu. Katar’da olmayan demokrasi, Tunus, Mısır, Libya ve en son da Suriye’de talep edildi. “Naklen devrim” gerçekleştirme girişimlerinde, Mısır’da İhvan destekli bir yönetim istense de, Mursi’nin liderliğindeki İhvan sadece bir yıl dayanabildi ve ABD destekli bir askeri darbeyle devrildi. Sisi yönetimine, ertesi gün, Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkeleri 8 milyar $ verdiler; bir nevi “darbenin sponsoru” oldular. Libya’da El Kaide ve IŞİD’in güçlenmesi ve Suriye ve Irak derinliğinde “IŞİD imparatorluğu”nun kurulma girişimlerinde de hep Katar’ın adı geçti. Hamas’ın Gazze’deki konumu ve yaşanan çeşitli saldırılarda, Katar, özellikle Suriye kaosu başladıktan sonra, Hamas yöneticilerini ağırlayarak, İhvan-Hamas ekseninde bölgede belirleyici bir güç olmaya soyundu. Türkiye ile yakın siyasi, askeri ve ekonomik müttefik görünümünde, Körfez ülkelerinin son kararları da değerlendirildiğinde, ikili bir “değerli yalnızlık” senaryosunun pekiştiğini gözlemlemek mümkündür.

Bölgesel vesayet arayışlarında, ABD Başkanı Donald Trump’ın Mayıs’ta Suudi Arabistan ve İsrail temaslarında görüldüğü üzere, “İran karşıtı cephe”nin mimarisi dikkat çekti. İsrail ve Suudi Arabistan’ın yanısıra, Körfez ülkeleri ve Mısır bu çerçevede ele alınırken, Türkiye dengeleri gözetirken, Katar, İran’la da yakın ilişkiye sahip olmanın olumsuzluklarını bu eksende hissetmeye başladı. Körfez’de İran’la Kuzey Gaz Sahası’ndaki ortaklığı ve yoğun ilişkileri, soru işaretlerini ciddi anlamda pekiştirdi (http://www.sozcu.com.tr/2017/dunya/trump-geldi-ortadoguda-enerji-kavgasi-basladi-1884531/). Öte yandan, İran meclisine ve Humeyni’nin mezarına yapılan IŞİD saldırıları, İran’ın da yeni dönemde terörün hedefiolacağını göstermektedir (https://t.co/xoO2P4ESEw). Ne var ki, krizin ilk başından beri, ABD, Katar’a karşı daha mesafeli bir tutum sergiledi. Zira Saddam Hüseyin’in devrilmesinde ve halen devam eden Afganistan’daki NATO operasyonlarında, Katar’daki ABD üslerinin konumunu yok saymak olanaksızdır.

Katar merkezli ekonomik düşler, bölgesel vesayet, bölgeyi biçimlendirme arayışları ve “ılımlı İslam” hayalleri suya düşmüş gözükmektedir. Yeni dönemi bu yönüyle anlamak, Obama fantezilerinin yanıltıcı büyüsünü, ABD yardımıyla, bölgesel güç olma arayışlarını unutmak gerekmektedir.





Başkent Doha'da 2005'te kurulan ve yaklaşık 335 milyar dolar tutarında varlığı yöneten Ulusal Varlık Fonu'nun (UVF) yanı sıra rezervlerin 43,6 milyar dolara ulaşması, Katar'ın ekonomik krizi önleyebilecek gücünün olduğunu ortaya koyuyor. Fakat şu gerçekte unutulmamalıdır, ekonomik ambargoyla karşı karşıya olan Hamas-İhvan örgütleriyle flörtünde yakalanan Katar yönetimi, Katarlı nüfus (bu nüfus rantiye gelirleri denilen yeraltı kaynaklarından aldıkları paylarla rahat bir hayat sürüyor) mevcut koşullarda en çabuk likitide edebilecekleri kaynaklara yatırımlar yapmaktadırlar. Türkiye bu konuda onlara cazip gelmekte fonları ve kişisel birikimleri vasıtasıyla özellikle gayrimenkul ve bankacılık gibi likit hale çok çabuk gelebilecek yatırımlara yönelmektedirler. Katar rezervlerinin % 74’ünün İngiliz Bankalarında , % 11 kadarınında Amerikan finans sisteminde dolaştığı gözönüne alınırsa durum apaçık ortadadır. Refahın için de aslında baskın bir ambargo ve yalnızlaşma yaşayan İran gibi bölge tarafından makbul görünmeyen ülkeyle beraber hareket etmek zorunda kalan ve Rusya’yı Amerikaya karşı denge unsuru olarak götürülmeye çalışılan Katar dış politikası, tökezlemeden nereye kadar gidebilir hep beraber göreceğiz. Şunu belirtmekte fayda var, Suudiler kılıç dansında, körfez Araplarından daha iyidirler ve Suudiler elleri kuvvetli olmadan hiçbir mücadeleye girmezler.

Bu krizi maddeler halinde irdelersek, irdelemeden bugün Türkiye’nin hangi saha da oyun oynamaya çalıştığını kılıç dansına karşı, kılıç-kalkan oyunun pek de anlamlı olmadığını göreceğiz.

1. Katarın Uluslararası İslami Terörü desteklediği;

Suudi Arabistan Katar'ı, 'Orta Doğu'da terörizme destek vermekle' suçluyor ve Doha yönetiminin Suriye'de adını "Şam'ın Fethi Cephesi" olarak değiştiren Nusra Cephesi'ni ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünü desteklediğini iddia ediyor. Suudi Arabistan'la birlikte Mısır'ın da dile getirdiği bir diğer suçlama ise Katar'dan 'Müslüman Kardeşler hareketine hem siyasi hem de finansal destek verilmesi'. Mısır ve Suudi Arabistan Müslüman Kardeşler hareketini de "terör örgütü" olarak kabul ediyor. Bahreyn'in diplomatik ilişkileri kesme gerekçesi ise Katar'ın ülkedeki 'İran destekli silahlı gruplara destek vermesi' olarak açıklandı. Bahreyn'den yapılan açıklamada "Medya yoluyla ülkedeki terörist faaliyetler kışkırtıldı ve ülkede kaos ortamının oluşması için çabalandı" deniyor. Bahreyn Kralı Hamad Bin İsa El Halife, Katar'ı ülkesinde kaos çıkarmaya çalışmakla suçluyor.

Diplomatik ilişkilerin kesilmesine kadar uzanan kriz, bir günde ortaya çıkan bir gerilim değil. Mayıs ayı sonunda Katar'ın resmi haber ajansı QNA, Emir Şeyh Tamim Bin Hamid es-Sani'nin askeri okul mezuniyet töreninde yaptığı bir konuşma yayımlandı. Haberde es-Sani, İran ve Körfez ülkeleri arasında artan gerilimi eleştiriyor, Hizbullah ve Hamas'a karşı anlayış gösterilmesi gerektiğini söylüyor ve ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'da uzun süre kalamayacağını belirtiyordu.

Her ne kadar Katar haberin QNA sunucularına sızan bilgisayar korsanları tarafından yerleştirilmiş olduğunu ve gerçeği yansıtmadığını söylese de, Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri, El Cezire dahil Katar yayın organlarını ülkelerinde yasaklama kararı aldı. Katar Dışişleri Bakanı Saif Ahmed es-Sani, ülkesinin siber saldırı kurbanı olduğunu, çıkan haberlerin yalan olduğunu iddia etmişti.

Suudi Arabistan'ın El Arabiya televizyon kanalı ise "QNA'nın hacklenmediğinin kanıtı" başlıklı bir haber yayınlayarak, Emir es-Sani'nin açıklamalarının QNA Instagram hesabında da yer bulduğunu söylemişti.

Katar hükümeti 'teröre destek verdiği' iddialarını uzun süredir yalanlıyor ve bu iddiaların hiçbir kanıta dayanmayan mesnetsiz suçlamalar olduğunu söylüyor.

Monarşi ile yönetilen Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri, Katar'ı bölgede 'mezhepçilik yapmakla' ve Sünni siyasal İslam'ın tüm bölge ülkelerinde etkisini artırabilmesi için 'terör örgütlerine destek vermekle' suçluyor.

İngiltere'de yayınlanan Guardian gazetesi, "Diplomatik ilişkilerin tamamen kesilmesi, Trump yönetimi üzerinde 'Katar'la ilişkileri gözden geçirin' baskısının arttığı bir dönemde geldiği için önemli. Geçen hafta bölgeyi ziyaret eden ABD Başkanı Trump, Körfez ülkelerinden radikal örgütlere karşı daha etkin bir mücadele yürütmesi yönünde çağrı yapmıştı" diyor.

Obama'nın başkanlığı döneminde ABD Savunma Bakanlığı yapmış olan Robert Gates de daha önce Katar'ın tutumunu eleştirerek "Katar hükümetinin Hamas, Taliban ve El Kaide'ye finansal destek akışını önlemek adına adım attığını hiç hatırlamıyorum" demişti.

Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise Katar ile Körfez ülkeleri arasında yaşanan diplomatik krize üzüldüklerini söyledi. "Biz Körfez bölgesinin istikrarını kendi istikrarımız olarak görüyoruz. DAEŞ'le, radikalizmle, mezhepçilik ve İslamafobi gibi konularla mücadelede dayanışma önemli. Elbette ülkeler sorunlar ya da görüş ayrılıkları yaşayabilir. Ancak her şartta diyaloğun devam etmesi lazım. Mevcut tablodan üzüntü duyduk. Durumun normalleşmesi için de elimizden gelen her türlü desteği veririz."

ABD Başkanı Donald Trump Riyad ziyareti sırasında bölge ülkelerinden IŞİD'e karşı daha etkin mücadele etmelerini istemişti. Trump yönetimi, Körfez ülkeleri arasında tırmanarak diplomatik krize dönüşen gerilimin bölgede dengeleri değiştirmeyeceğini söylüyor. ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, yaptığı açıklamada "Bölgede bir süredir var olan ve giderek artan rahatsızlıklara şahit olduğumuzu düşünüyorum. İşlerin büyümesi sonucu ülkeler adım atma gereği duydu" dedi. Ancak Tillerson, "Yaşananlar bölgede teröre karşı kararlı mücadeleyi engellemeyecektir" diyerek, Trump'ın Riyad'daki son temaslarında da IŞİD'e karşı mücadeleye vurgu yapıldığını hatırlattı. Trump, Riyad ziyareti sırasında Suudi Arabistan ile 110 milyar dolarlık bir silah satış anlaşması imzalamıştı.


Ancak ABD'nin Orta Doğu'daki en büyük askeri üssü de Katar'da bulunuyor. Ülkenin başkenti Doha'nın yaklaşık 30 kilometre güneybatısında bulunan El Udeyd askeri üssünde 11 bin ABD askeri görev yapıyor. Üs Suriye ve Irak'ta IŞİD karşıtı operasyonlarda da etkin rol oynuyor.

2. Enerji Kaynaklarında fiyat artışı :

OPEC üyesi Katar, günde 656 bin varil petrol üretimi yapıyor. Petrol ihraç eden ülkeler birliği OPEC'in üyelerinden birisi olan Katar'a uygulanan diplomatik yaptırımlar, petrol fiyatlarında da sert yükselişe neden oldu. Brent petrolün varil fiyatı yüzde 2'ye yakın yükselerek 50 dolar seviyesinin üzerine çıktı. Katar'ın bölge ülkelerinin karasularını kullanarak sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) sevkiyatlarını yapamayacağı endişesi, enerji piyasalarında tedirginlik yarattı. Japon yatırım bankası Mitsubishi UFJ, yatırımcılara gönderdiği piyasa notunda, "Bölgedeki krizin büyümesi durumunda Katar'ın OPEC'ten ayrılması ihtimali bulunuyor. Böyle bir senaryo, petrol fiyatlarında ciddi artışa yol açabilir" dedi.






Dünya üzerinde mevcut LNG sıvılaştırma kapasitesinin dörtte üçlük bölümü Pasifik Okyanusu ve Ortadoğu’da konuşluyken, geri kalan bölümü de Atlantik Okyanusu’ndadır. Dünya sıvılaştırılmış doğalgaz üretiminde merkez noktasının Ortadoğu’ya geçiş yapmasının ana sebebi Doha’nın bu konuda elde ettiği olağanüstü başarıdır.





Katar’ın nasıl dünyanın en büyük sıvılaştırılmış doğalgaz ihracatçısı haline geldiğinin ayrıntılandırılması gerekmektedir. 1971 senesinde Katar açıklarındaki Kuzey Sahası, Shell tarafından keşfedilmiştir. Başlangıçta ne kadar büyüklükte olduğu hiç kimse tarafından bilinmemekteydi ancak bunun bilinmesi on yılları almıştır. 2012 senesi itibariyle Katar’ın toplam gaz kaynaklarının 900 trilyon kübik fit olduğu tahmin edilmekteydi ki bu durum Doha’yı dünyanın en büyük üçüncü konvansiyonel doğalgaz rezervine sahip ülkesi yapmıştır. Doha’nın önünde sadece Moskova ve Tahran yer almaktaydı ki ikincisinin Güney Pars Sahası, Katar’ın Kuzey Sahası ile aynı özellikleri içermektedir. 1970 ve 1980’lerde Kuzey Sahası gazı için açık bir piyasanın yanı sıra buna yönelik bir talep ve pazarlamaya yönelik bir yol bulunmamaktaydı. Nihayetinde Shell, Kuzey Sahası Projesi’ni askıya alarak Avustralya’daki daha çekici bir proje için harekete geçecekti. Bu dönemde Mobil ve Koreli Kogas şirketleriyle yapılan anlaşmalarla Katar, dünyanın en büyük sıvılaştırılmış doğalgaz pazarı olan Asya’ya giriş yapacaktı. Fakat Doha geciktiğinden ötürü destekleyici bir tedarikçi olarak ikincil bir pozisyonda kalabilirdi. Ayrıca bunun için çok fazla doğalgazı olan Katar’ın söz konusu rezervlerinin nereye gideceği de başka bir tartışma konusu olmuştur. Sonuçta bir Katarlı yetkili tarafından yapılan açıklamaya göre Batı ve ötesine yönelmek en makul tercih olacaktı.





1995’te Katar Prensi Hamad bin Halife al-Tani, kansız bir darbe neticesinde ülkenin yönetimini eline almıştır. O dönemde Şeyh Hamad, ülkesinde kadınların yerel seçimlere katılımına izin verilmesinden New York Weill Cornell Tıp Okulu, Georgetown Üniversitesi’nin Dış Hizmetler Bölümü ve Teksas A&M Üniversitesi’nin Ortadoğu’daki bölümlerinin ülkesinde açılmasına kadar geniş kapsamlı bir reform çalışması yürütmüştür. Buna ilaveten, Doha, ABD Merkez Komutanlığı’nın Ortadoğu’dan sorumlu ileri karakollarından birisine ev sahipliği yapmaya başlamıştır. Doha, bu dönemde uydu üzerinden haber yayını yapan El Cezire’nin merkezi ve finansörü olmuştur. Emir, küçük ülkesini, sıvılaştırılmış doğalgaz temelinde bundan gelecek kaynak akışıyla beraber küresel bir enerji devi yapma konusunda kararlıydı. Sıvılaştırılmış doğalgazı hızlandırmak bunu yapmanın bir yoluydu. Fakat çok büyük bir miktarda yatırım yapılmalıydı. Söz konusu durum kesinlikle düşürülemez olarak görülen sıvılaştırılmış doğalgaz maliyetinin düşürülmek zorunda olması demekti. Bu durumda bile sermaye maliyetleri çok yüksekti. 1999’da Mobil’in Exxon ile birleşmesi söz konusu büyük gelişmeyi olanaklı kılmıştır. Mobil’in gaz kaynakları, sıvılaştırılmış doğalgaz uzmanlığı ve ilişkileri gibi önemli varlıkları, Exxon şirketinin mali gücü ve proje yürütmedeki kabiliyeti ile birleşmiştir. Mevzubahis birleşme sonucunda ortaya çıkan firmanın çok büyük düşünme lüksü vardı ki kapsam; maliyetleri düşürme, çok daha büyük gemiler, daha büyük sıvılaştırma trenleri ve daha büyük türbinler olmuştur.

3. Suudi- Katar geriliminin tarihsel kökeni :

Katar-Suudi Arabistan gerilimi Ortadoğu’daki en temel siyasi fay hatlarından. Suudi Arabistan ve Katar arasındaki gerilim çok uzundur zamandır Ortadoğu’daki en temel siyasi fay hatlarından birini oluşturuyor. Suudi Arabistan ve Katar arasındaki gerilim ilk olarak 1995'te başladı. Bu tarihte Katar'ın bugünkü Emiri olan Şeyh Tamim bin Hamad el Thani, Suudi Arabistan yanlısı babasını devirerek iktidara geldi. Katar sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatına da aynı yıl başladı. Katar açısından dönüm noktası olan 1995 yılı Körfez'de dengeleri değiştirdi ve Suudi Arabistan ile Katar'ı karşı karşıya getirdi. 1990'lı yıllarda diğer Körfez ülkeleri LNG'nin enerji alanındaki rolünü fazla önemsememişti ancak Katar'ın Dolphin boru hattıyla doğalgazı Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman'a göndermesi, bölgede dengeleri değiştirdi. Katar daha sonra Asya ve Avrupa'ya da doğalgaz satmaya başladı. Doha'nın 2005'te kuzeydeki doğalgaz sahasını genişletme planı da komşularını kızdıracak bir adım oldu. Katar'da 2000 yılında düzenlenen darbe girişiminin arkasında da, Katar'ın enerji alanındaki yükselişinden rahatsız olan Suudi Arabistan ve Bahreyn'in olduğu iddia edilmişti.

Son dönemde sıvılaştırılmış doğalgaza talepte yaşanan artışın, Körfez ülkeleri arasında gerilimi artırdığı belirtiliyor.

Enerji alanında Suudi Arabistan'la yarışan Katar, diplomatik alanda da diğer Körfez ülkelerinden bağımsız bir politika izliyor. Bir ABD üssüne ev sahipliği yapan Katar, Rusya, İran ve ABD ile ilişkilerde Suudi Arabistan öncülüğündeki Körfez ittifakı dışında politikalar izlediği için komşuları tarafından sık sık eleştiriliyor.

Bloomberg'in analizine göre Körfez ülkelerinin Katar'ı köşeye sıkıştırmak için beklediği fırsat ABD Başkanı Donald Trump'ın Suudi Arabistan ziyareti sırasına geldi. Trump bu ziyarette İran'ın izole edilmesi gerektiğini söylemiş, Katar'ın resmi haber ajansında ise hükümetin Trump'ın açıklamalarına itiraz ettiği yönünde haberler çıkmıştı.

Katar, Ortadoğu’da Arap Baharı’yla hareketlenen güçlerle bağlantılı bir siyasi vizyon sergiliyordu. Bu değişim Arap sokağının özellikle eğitimli kesimine hitap ediyordu. Hem ABD hem de başta İngiltere olmak üzere Avrupa Katar’ın yumuşak gücünü, finans gücünü önemsediler. Teksas'taki Rice Üniversitesi Baker Enstitüsü enerji uzmanı Jim Krane'e göre Katar bir zamanlar Suudi Arabistan'a bağımlı bir devletti ancak doğalgazdan edindiği servetle bağımsız bir ülke konumuna geldi. Krane, “Tüm bölge Katar'ın kanatlarını kırmak için fırsat arıyordu” diyor. Ortadoğu’nun siyasi dönüşümü için güçlü bir kanal olarak gördüler. Ama Mısır’da Sisi darbesi ile işler tersine döndü. Ortadoğu’da muhafazakar güçler, İsrail sağının da desteğini alarak Washington’u ikna ettiler. Suudi Arabistan ve müttefikleri Mısır darbesiyle kabaran güçlerini nihai bir sonuca ulaştırmayı hedefliyorlar.

1971 yılında İngiltere’den ayrılarak bağımsızlığı ilan eden Katar, Arap Baharı sırasında “yumuşak güç” olarak öne çıktı. Mısır’da Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in devrilmesinde Katar yönetiminin Müslüman Kardeşler’e verdiği destek kadar Katar merkezli El Cezire televizyonunun yaptığı yayınlar da rol oynadı.

Katar’ın bölgede artan etkisi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere birçok Körfez ülkesini rahatsız ediyordu. Mısır eski Cumhurbaşkanı Mursi’nin, General Sisi tarafından devrilmesinin ardından geçen dört yılda Katar’ın etkisi her geçen gün azaldı.

Körfez İşbirliği Örgütü’nün Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri dışındaki diğer iki üyesi Umman ve Kuveyt ise Katar’la ilişkilerini sürdüreceklerini açıkladı.

İran-Katar ilişkilerinin Körfez ve Arap ülkelerinde rahatsızlık yarattığı bilinmektedir. Özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Emirlik İran konusunda çok hassastır. Katardan da Körfezin mızrak ucu olmasını beklemektedirler. Fakat bilindiği gibi Katar, İran’la büyük bir doğal gaz yatağını paylaşıyor. Suudi Arabistan’ın İran’la yaşadığı gerilimde, birçok Körfez ülkesinin yaptığı gibi davranmıyor, bir mızrak ucu olmuyor. Hatta diğer ülkelere kıyasla bayağı nüanslı bir profil çiziyor.

Katar, Rusya ve İran’dan sonra dünyanın en büyük kanıtlanmış doğal gaz rezervine sahip. Doğal gaz ihracatında da Rusya’nın ardında dünya ikincisi. Katar’ın bu yıl içinde İran’la birlikte dünyanın en büyük doğal gaz sahasını genişletme kararı almış olması Suudi Arabistanın öncülük ettiği Katar’a izolasyonun önünü açmış olabilir.

4. Katar jeopolitik konumun üstünde işlere kalkışması :

Katar ile yaşanan krizin temelinde İran gösteriliyor ama bence gerekçe o değil. Katarla ilişkilerin kötü olmasının arkasında İran varsa, bu ülkelerin Umman’la da ilişkilerini kesmesi gerekiyor. Çünkü Umman-İran ilişkileri de güçlü. Bence üç faktör öne çıkıyor. Biri Arap Baharı. Halk ayaklanmalarını destekleyen en çok destekleyen Katar’dı. Birçok Arap yönetimi El Cezire kanalı üzerinden Arap kamuoyunun kışkırtıldığını düşünüyor. İkinci sebep Katar’ın boyundan büyük işlere kalkışması. İki milyonluk ülkenin ABD, Rusya, Türkiye gibi bölgesel güçlerle kuvvetli ilişkileri hep rahatsızlık veriyordu. Ve elbette Müslüman Kardeşlere destek çıkması.

Arap Baharı öncesi Arap dünyasının merkezi Kahire iken artık Riyad’ın merkez olması, Katar’a yönelik yaptırımlar Ortadoğu ve Arap dünyasında yakında görülecek tasfiyelerin ilk işareti.

Ortadoğu ve Arap dünyasında bölgesel tasfiye başlıyor. Hedef bölgenin yenden dizayn edilmesi. Türkiye, hem Katarla hem de başta Suudi Arabistan olmak üzere iyi ilişkiler içerisinde. Burada Sisi darbesini destekleyen Birleşik Arap Emirlikleri’ni hariç tutmak gerek. Türkiye, sınırları dışında ilk kez Katar’da askeri üs kurma hazırlıkları yapıyor. Ekonomik ilişkileri çok güçlü ama Suudi Arabistan da gözardı edilmemeli. Bu altı Arap kardeşin kavgası olarak algılanmalı, kavgada taraf olunmamalı ve barıştırmak için diplomatik atak yapmalı. Türkiye’nin bu noktadaki pozisyonu, Katar ve Körfez ülkeleri arasında aracılık yapmak olmalı. Meselelerin diyalog yoluyla çözülmesi yönünde çaba harcamalı. Birçok başka aktörün pozisyonuyla örtüşüyor. Umman gibi ülkeler de benzer pozisyona sahip.

5. Suudilerin Katarı Karadan koparma Projesi :

Katarın kara ile tek bağlantısı olan Suudi Arabistan sınırı, Suudi yönetim tarafından kanal haline getirilecek ve Katar 2020 itibariyle bir ada devleti olacak. Katarı izole etmenin her yolunu deneyen Suudilerin çılgın projesi de bu.



Suudi Arabistan’ın, 60 kilometre boyunda 200 metre genişliğinde ve 20 metre derinlikte açacağı tünel için oluşturulan Kanal Katırım Konsorsiyumda 9 firmanın yer alacağı kaydedildi.

Suudi Arabistan’ın kraliyet danışmanı Saud al-Qahtani projenin, Suudi Krallığı tarafından aylarca önce planlandığını söyledi. Al Qahtani, "Bölgedeki coğrafyayı değiştirecek olan Doğu Salwa Ada Kanal Projesinin uygulanmasının detaylarını sabırsızlıkla bekliyor. Dünyada, bu büyük ülkenin haricinde coğrafyayı değiştirecek kimse yoktur. Bugün, bir yarımada devletini tarihteki en büyük coğrafi değişimle ada haline getirecek olan projenin detayları ortaya çıkacak" dedi.

Katar’da yayımlanan El-Watan gazetesi, geçen Nisan ayında Salwqa projesinin komşu ülkelerin Katar’a saldırabileceğinin işareti olduğunu yazdı.

Qahtani, projenin Körfez ülkeleri arasında deniz ulaşımını ve dolayısıyla turizme destek vereceğini belirtti. Qahtanı, gerekli onayın alınmasından sonra kanalın bir yıl içinde işler hale geleceğini belirtti.

6. El-Cezire meselesi :

2010 sonu ve 2011 başında “sözde Arap Baharı” olarak geçen olaylarda, Katar sermayesine ait El Cezire kanalı adeta “bölgesel CNN” olmaya soyundu. Katar’da olmayan demokrasi, Tunus, Mısır, Libya ve en son da Suriye’de talep edildi. “Naklen devrim” gerçekleştirme girişimlerinde, Mısır’da İhvan destekli bir yönetim istense de, Mursi’nin liderliğindeki İhvan sadece bir yıl dayanabildi ve ABD destekli bir askeri darbeyle devrildi. Sisi yönetimine, ertesi gün, Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkeleri 8 milyar $ verdiler; bir nevi “darbenin sponsoru” oldular. Libya’da El Kaide ve IŞİD’in güçlenmesi ve Suriye ve Irak derinliğinde “IŞİD imparatorluğu”nun kurulma girişimlerinde de hep Katar’ın adı geçti. Hamas’ın Gazze’deki konumu ve yaşanan çeşitli saldırılarda, Katar, özellikle Suriye kaosu başladıktan sonra, Hamas yöneticilerini ağırlayarak, İhvan-Hamas ekseninde bölgede belirleyici bir güç olmaya soyundu. Türkiye ile yakın siyasi, askeri ve ekonomik müttefik görünümünde, Körfez ülkelerinin son kararları da değerlendirildiğinde, ikili bir “değerli yalnızlık” senaryosunun pekiştiğini gözlemlemek mümkündür.

Katar’ın en büyük medya kuruluşlarından biri olan Al Jazeera’nin Türkiye şubesi olan Al Jazeera Türk 3 Mayıs itibariyle Türkiye’deki yayınını sonlandıracağını belirterek, çalışanlarına bağlılıkları ve çabaları için teşekkür eden bir veda yazısı yayınlamıştı. Tüm bu gelişmeler ile aynı zamana denk gelen kapanış, kapanış kararında Katar- Suudi Arabistan geriliminin ve Türkiye’nin bu noktadaki tavrının etkisi var mıdır sorusunu akla getiriyor. Bilindiği gibi yakın zamanda Al Jazeera’nin Mısır ve Suudi Arabistan’daki şubeleri de kapatılmıştı.

Davutoğlu ve Erdoğan’ın Al Jazeera konusundaki görüş farklılığı; 2013’te, Davutoğlu’nun Al Jazeera’nin yayına girmesi konusunda oldukça istekli olduğu, Erdoğan’ın ise çekimser kaldığı bilinmekteydi.

7. S-400 füzesi :

Katar ve Türkiye’nin sanki bir yerlerden düğmeye basılmış gibi gündeme getirdiği bu füze sorunu. BU iki ülke için Müslüman Kardeşler safında yer alma konusunun bitmediğini göstermektedir. Türkiye ABD’ye karşı Rusya kozunu oynamaya çalışırken, Katar yalnızlaştırılmaya çalışıldığı körfezde İran ve Rusya kanallarının elinde kalmasını, masaya müttefikleriyle oturabilmenin diplomasisini yapmaktadır. Katar ekonomik ve yeraltı zenginlik gücünü stratejik pazarlık konusu yaparken, Türkiye hala soğuk savaş döneminden kalma coğrafi konumunun ekmeğini yemeye çalışmaktadır. S-400 füzesi sorunu Rusyanın bu ülkenin arkasında durabileceği veya AB’den destek alabilecekleri gözardı edilebilecek konu değildir.

Fransız gazetesi Le Monde’un haberine göre, Suudi Arabistan Kralı Salman’ın Fransa Cumhurbaşkanı’na bir mektup yazarak, Katar'ı S-400 füzesi almaması konusunda ikna etmesini istediği belirtildi. Kral Salman, S-400 füze savunma sisteminin Katar'a konuşlandırılması halinde, silahların ortadan kaldırılması için askeri harekat dahil gerekli tedbirlerin alınacağı açıkladı.

Geçtiğimiz ocak ayında Katar'ın Moskova Büyükelçisi Fahad Bin Mohamed El-Attiyah, dünyanın en güçlü füze savunması sistemlerinden biri olarak görülen S-400'lerin alımı için Kremlin ile yapılan görüşmelerin 'ileri aşamada' olduğunu ifade etmişti.

Bir ay sonra ise, Suudi Arabistan da, Rusya’dan S-400 füzelerin alınması konusunda görüşmelerin başarılı bir şekilde ilerlediğini ancak henüz teslim tarihini kararlaştırılamadığını duyurmuştu.

Bünyesinde 13000 Amerikan askeri barındıran üsse sahip olan bu küçük ülkenin, ABD nin gözünün içine baka baka S-400 füzesi yerleştirebileceği düşünmek akla ziyan bir durumdur. Türkiye gibi Amerikan üslerini ülkesinde bulunduran ve bunlara hiçbir yaptırım uygulayamayan bir ülke idaresinin ABD ye rağmen S-400 füzelerini topraklarında konuşlandıracağını düşünmek birazdan fazla saflıktır.

Bu füze krizini tırmandıran Katar ve Türkiye ABD başkanın huzurunda silah ve askeri uçak anlaşmaları imzalamıştır. 2017 yılında Katar yedi İtalyan savaş gemisi için 5 milyar euroluk bir sözleşme imzaladı, ardından otuz Amerikan savaş uçağı F-15'ler için 12 milyar dolar ve 24 İngiliz Typhoon savaş uçağı için 5 milyar euroluk harcama yaptı.

Suudi Arabistan ve müttefiklerinin ( Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır, Ürdün, Moritanya, Senegal, Cibuti, Komoros, Maldivler, Libya Tobruk Hükümeti ve Yemen Hadi Hükümeti) Katar’a karşı uygulamaya koydukları, halen devam eden kara, hava ve deniz ablukası başlangıçta Katar’ı büyük ölçüde etkilemiştir. Ancak Katar hava ve deniz ulaşımını kısa sürede İran üzerinden yeniden organize ederek ablukanın etkilerini büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Katar gıda ithalatını da İran ve Türkiye’ye çevirerek Suudi Arabistan tarafından uygulanan kara sınırını kapatma yaptırımını etkisiz hale getirebilmiştir. Katar nüfusu 1 milyona bile varmayan küçük bir Körfez ülkesidir. Bölgenin ihracat potansiyeli içinde Türkiye gibi bir ülkenin Katar tercihini diğerlerine rağmen yapması pek de anlaşılır bir şey değildir. Bir milyonlukPazar Suudi Arabistanın Din Turizmi (Hacc ve Umre) için yaptığı malzeme ithalatının bir aylığına bile denk gelmemektedir.

KİK üyesi Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, diğer üye Katar’a karşı tam olarak cephe alırken, KİK üyesi diğer 2 ülke Kuveyt ve Umman tarafsız kalmışlar, Katar’la siyasi ilişkilerini kesmedikleri gibi, Katar’a karşı uygulanan siyasi ve askeri yaptırımlara da katılmamışlardır.

Kuveyt başlangıçta Suudi Arabistan ve müttefikleri ile Katar arasında bir arabuluculuk rolü üstlenmiş ve krizin büyümeden kontrol altına alınmasına çalışmıştır. Kuveyt Emiri Şeyh el-Ahmed el-Cabir el-Sabah Doha ile Riyad’ı ziyaret ederek, Suudi Arabistan-Katar krizinin büyümesini engellemeye çalışmış, ancak başarılı olamamıştır.

Katar krizinden en fazla memnun olan ülkenin İran olduğuna işaret edilmektedir. Krizin patlak vermesinden sonra Katar, İran’la olan diplomatik ilişkilerini tekrar Büyükelçilik seviyesine çıkartmış, İran hava ve deniz sahasını Katar’a tam olarak açarak, Katar’ın Suudi Arabistan ve müttefikleri tarafından uygulanan kara, deniz ve hava ablukasından etkilenmesini engellemiştir.

KATAR-TÜRKİYE

Katar’a destek veren diğer bir bölge ülkesi de Türkiye olmuştur. Türkiye ilk önce krizin büyümesinin önlenmesine ve yatıştırılmasına çalışmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Suudi Arabistan hem de Katar’ı ziyaret etmiş ve Kuveyt’e giderek Şeyh Sabah’ın arabuluculuk gayretlerine de destek vermiştir. Ancak krizin ortadan kaldırılamaması üzerine Türkiye de Katar’ın abluka ve yaptırımlardan etkilenmemesi yönünde harekete geçmiştir.

Katar, Suudi Arabistan ve müttefikleriyle yaşadığı krizin ilk haftalarında Türkiye’den yaptığı gıda ithalatını büyük ölçüde arttırmış ve Suudi Arabistan’ın Katar’la kara sınırını kapatmasının yaratabileceği olumsuz etki böylece büyük ölçüde giderilmiştir.

Türkiye’nin Katar’la diplomatik ilişkileri bu ülkenin bağımsızlığını kazanmasından hemen sonra kurulmuş, Türkiye Doha’daki Büyükelçiliğini 1972 yılında açmıştır. Türkiye-Katar ilişkilerindeki siyasi ve ekonomik işbirliği ortamının son dönemlerde daha da hızla büyüdüğü, iki ülkenin birçok bölgesel soruna benzer açılardan yaklaştıkları görülmektedir. Katar’la gelişen siyasi ve ekonomik ilişkilere 2014 yılında askeri bir boyut da eklenmiş, Türkiye Katar’da askeri bir üs oluşturma kararını açıklamıştır. İlk Türk askerleri Katar’a 2015 yılında gelmeye başlamıştır. Katar’daki Türk asker sayısı zaman içinde artmıştır. Türkiye’nin Katar’daki El Rayyan askeri üssünün 5 bin asker kapasitesinde olduğu ifade edilmektedir. Basında Türkiye’nin Katar’da nihai olarak 3 bin kadar asker bulundurabileceği, Ankara’nın Katar’daki askeri mevcudiyetini deniz ve hava gücüyle de takviye edeceği bilgileri yer almıştır.

El Rayyan üssünün Türkiye-Katar ilişkilerine farklı bir yön kattığı açıktır. Suudi Arabistan-Katar krizinin çıkmasından hemen sonra Katar’daki Türk askeri üssünün Doha’da bir saray darbesini engellediği yönünde haberler basında verilmiştir. Her ne kadar daha sonra bu haberler Ankara’daki Katar Büyükelçiliği ve Türk resmi makamları tarafından yalanlandıysa da, Türkiye’nin Katar’da büyük bir askeri mevcudiyet bulundurması, Ankara’nın Katar’la ilişkilere verdiği özel önemi ortaya koymaktadır.

1970’lerin başında Shell firması tarafından Katar’ın Kuzey Saha adlı bölgesinde doğalgaz bulunması Doha’nın bu endüstriye girmesine yol açmıştır. Daha sonrasında yapılan anlaşmalarla Doha, Asya’nın özellikle sıvılaştırılmış doğalgaz bağlamında bir numaralı tedarikçisi haline gelmiştir. Katar elinde bulanan gaz arzı fazlasını aralarında Avrupa ve Türkiye’nin olduğu yeni pazarlara yönlendirmiştir. Türkiye özelinde spot sıvılaştırılmış doğalgaz bağlamında Katar ilk sırada yer almaktadır. Haziran 2017’de Suudi Arabistan’ın aralarında olduğu bir grup ülke Doha’yı bölgede terör örgütlerinin ana finansörü olmakla suçlamalarına ilaveten Doha’nın Tahran ile yakın ilişkilerinden duydukları rahatsızlıktan ötürü burayla olan tüm ilişkilerini askıya aldıklarını ilan etmişlerdir. Söz konusu gelişme bölgede yeni ve büyük çaplı bir krizin habercisidir. Ankara ve Tahran, Doha’ya çok ciddi destekler sunarak krizin daha da büyümemesi için mekik diplomasisi yürütmekte ve de bu kriz durumunun devamından hiçbir kimsenin yarar sağlamayacağının altını çizmektedirler. Doha ise kendisine yöneltilen suçlamaları reddederek kendisine uygulanan ambargonun bir an önce sonlandırılması gerektiğini vurgulamaktadır. ABD tarafından bu konuda yapılan çelişkili açıklamalar ve en son Katar ile yapılan savaş uçağı alım-satım anlaşması çok yakından takip edilmesi gereken bir gelişme olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dünya enerji güvenliği özelinde düşünüldüğünde Katar’a uygulanan bu dışlama politikasının çok olumsuz sonuçlar doğuracağı aşikârdır. Dünya enerji piyasasında sıvılaştırılmış doğalgaz bağlamında kritik önemdeki Katar ki dünya LNG ticaretinin üçte birlik bölümü bu ülke tarafından gerçekleştirilmektedir, üzerinde yaptırımlar özellikle doğalgaz bağlamında yüksek oranda dış tedarikçilere bağımlı olan ve kaynak çeşitlendirme politikalarını önceleyen tüketici ülkeler bakımından kâbus senaryolarının düşünülmesine yol açmaktadır. Sonuçta Katar Krizi’nin bir an önce diplomatik yollardan çözüme kavuşturulması sadece bölgede yeni bir sorunun büyümesinin engellenmesi değil aynı zamanda dünya enerji jeopolitiğindeki stratejik önemini her geçen gün arttıran doğalgazın boru hatları dışında taşınmasının en öncelikli yolu olarak görülen LNG ticaretinin zarar görmesine de set çekebilecektir.

Ülkeler arasındaki ilişkiler çıkarların değişimine ve devlet başkanlarının düşünce tarzına göre farklılık gösterir. Çıkarlar ne kadar karşılıklı fayda üzerine kurulu ise ve devlet başkanları ne kadar mantıklı ve akıllı davranırlarsa, ilişkiler de o derece istikrarlı olur ki bu, gelişmiş ülkeler arasındaki ilişkilerin bir özelliğidir. Bunun tersi de doğrudur; yani ülkeler arasındaki ilişkiler bazı prensipler, tarihsel, duygusal ve maddi olmayan bağlar üzerine kurulu ise ve yönetimde bulunan elitler olayları mantıklı ve yetişkin olmayan bakış açılarıyla değerlendirirlerse, oluşacak ülke ilişkileri istikrarsız olacaktır. Bu tür ilişkiler gelişmemiş ülkeler arasındaki ilişkilerde açıkça görülmektedir.

Şüphesiz ki Katar ve Suudi Arabistan gelişmemiş ülkelerdir. Bu yüzden aralarındaki ilişkiler anlık davranışlar, duygusal ve gerici yorumlar çerçevesinde sınırlanıp kalacaktır. Buna ilişkin çok sayıda örnek verebiliriz. Önceki dönemlerde de iki ülkenin arası, farklı konular üzerindeki anlaşmazlıklardan dolayı açılmıştır. İlişkilerdeki gerginlik büyükelçilerin çekilmesine kadar uzanmıştır. Bunun yanısıra ticari ilişkiler durdurulmuş ve iki ülke karşılıklı olarak birbirlerine suçlamalar yöneltmiştir. Tüm bunların sonucunda ilişkiler, sanki hiçbir şey yaşanmamışçasına, hızlı bir biçimde eski konumuna geri dönmüş ve normalleşmiştir. Her iki ülke de siyasi olarak, özellikle dış politika yönünden aralarının bozulmasının kendi çıkarlarına uygun olmayan bir durum olduğunun farkındadır.

Her dönemin koşullarına uygun olarak ateşin altına sürülen “konjonktürel odunlar”, aynı zamanda Ortadoğu’yu “bataklık” tabiri kadar ön plana çıkan “cehennem” tabiriyle de özdeşleştirmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu denildiğinde karşımıza sıklıkla; “cadı kazanı”, “bataklık” ve “cehennem” benzetmeleri çıkmaktadır.

Ortadoğu’nun cadı kazanı olmasının en temel nedeni, hiç kuşkusuz kazanın altına devamlı odun taşınmasıyla ilgilidir. Ortadoğu’da krizlerin biri biterken; bir değil, birkaçının birden eş zamanlı olarak başlatılması da bundan dolayıdır.

Bu sürecin işletilmesi hiç de zor değildir. Zira Ortadoğu’da Osmanlı sonrası oluşturulan suni düzen/yapı buna fazlasıyla uygundur. Sistem, bilinçli bir şekilde, “böl-yönet” ya da “böl-yönet ve çatıştır” prensibine uygun bir şekilde istikrarsızlık üzerine inşa edilmiştir.

Bunun böyle olduğuna yönelik son dönem itiraflarından biri de Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ideologlarından biri olarak kabul edilen Ralph Peters tarafından kaleme alınan “Kanlı Sınırlar” başlıklı makalede, “Avrupalı Müttefikleri”nin kurduğu Ortadoğu düzeni üzerine getirdiği kritiklerde açıkça ortaya konulmaktadır.

Ortadoğu’yu Balkanlaştırmak!

Bugün içinde bulunduğumuz sürece bakıldığında; söz konusu bataklığın daha da genişletilmesine, cehennemin büyütülmesine, kaynatılan cadı kazanlarının sayısının ise arttırılmasına yönelik sistematik bir kriz politikasının yürütülmeye çalışıldığına şahit olmaktayız. Bir taraftan küllenmeye yüz tutmuş krizler yeniden alevlendirilmeye çalışılırken, diğer taraftan da yakılan yeni ateşler buna işaret etmektedir.

Nitekim düne kadar Ortadoğu’ya (her ne kadar bir “cehennem, cadı kazanı” olarak tabir edilse de) bir bütün olarak bakılırken; özellikle 11 Eylül ve Arap Baharı sonrası yaşanan gelişmeler itibarıyla Ortadoğu’nun kendi içerisinde alt bölgelere keskin bir şekilde ayrıldığını ve her bir bölgeye özgün cadı kazanlarının kaynatılmaya başladığını görüyoruz.

Bu hususta, ABD eski dışişleri bakanlarından Madeleine Albright ve Condoleezza Rice’ın “Yeni Ortadoğu”yu ya da “Amerikan Ortadoğusu”nu, Ortadoğu’nun kendi içinde etnik-mezhepsel fay hatlarını kullanmak suretiyle bölerek inşa etmeye çalıştığı artık bilinen bir sır. Özellikle Rice, Washington Post gazetesinde 7 Ağustos 2003 tarihinde yayımlanan “Transforming the Middle East-Ortadoğu’yu Dönüştürmek” başlıklı yazısında bu sırrı ifşa ediyor.

2003’te güvenlikten sorumlu danışman sıfatıyla görev yapan Rice, söz konusu makalesinde ABD’nin BOP kapsamında ortaya koyduğu yedi büyük hedeften bahsediyor ve 22 devletin sınırlarının değişeceğine işaret ediyor. (Bu arada, söz konusu maddelere bakıldığında sadece Ortadoğu’daki gelişmelerin temelinde yatan nedenleri değil, ABD-Avrupa arasında yaşanan krizleri de görürsünüz.)

Ortadoğu’da Yeni “Kriz Üçgeni” İnşası…

Bir diğer bilinen sır ise, “Amerika’nın Ortadoğu’su” olarak ifade edilen yeni haritanın, aslında Büyük İsrail Projesi (BİP) ile aynı anlama gelmesi. Dolayısıyla tüm gelişmeler tek bir şeye hizmet için kurgulanmış gözüküyor…


Hedef, yukarıda da işaret edildiği üzere, kıyamete beş kala BİP’i hayata geçirmek. “Başkent Kudüs” ile adı konulan süreç bundan dolayı hiç de hafife alınmamalı. Zira bu süreç bize, Ortadoğu’nun etnik-mezhepsel temelli bölünüşünde emperyal güçlerin belli bir başarıyı yakaladığını ve süreci kontrol edebildiğini göstermesi açısından oldukça önemli bir mesaj vermektedir. Daha somut bir ifadeyle BOP ile Büyük İsrail Projesi’nde son aşmaya girilmiş görünmektedir.

Kudüs sonrası yaşanan gelişmeler bu bağlamda göz ardı edilmemeli; özellikle de “Türkiye-Suudi Arabistan-İran” üçgeninde… Zira bölgede var olan sorunlar ve bunların üzerine yenlerinin ekleneceğine yönelik somut işaretler, önümüzdeki süreçte bu bölgeyi daha da ön plana çıkartacak gibi. Dolayısıyla söz konusu bu bölgeye “kriz üçgeni” adı da verilebilir.

Bu bağlamda Suudi Arabistan’ın burada çok boyutlu olarak öne çık(artıl)ması, adeta krizlerin merkez ülkesi haline dönüştürülmek istenilmesi, fazlasıyla dikkat çekici. Suudi Arabistan’da yaşanan son gelişmeler, Mekke ve Medine başta olmak üzere, kutsal yerler/mekânlar üzerinden yeni bir “Hilafet Merkezi” inşa sürecine işaret ederken; Katar ile yaşanılan krizin içine Yemen ve İran’ı da alacak şekilde daha da derinleştirilmek isteniliyor gibi…

Diğer taraftan, İran’ın Rusya üzerinden Suriye’nin güneyinden çıkartılması, İsrail jetlerinin Gazze’yi vurmaya başlaması, Ürdün’de başlatılan ve ucu siyasete/krallığa uzanmaya başlayan sosyo-iktisadi kriz, İran’a yönelik çok boyutlu operasyonlar ve Türkiye’nin Ortadoğu’ya doğru önünün bizzat ABD tarafından kesilmeye çalışılması çok yeni bir döneme işaret ediyor.

Şimdi bu kadar sıraladığımız durumdan sonra Katarın Türkiye için bir ekonomik güç olamayacağı gerçeğini daha rahat görebilir. Türkiye Amerika tarafından şekillendirilen yeni Ortadoğu coğrafyasında Suriyeden, Iraktan, Mısırdan sonra Katar içinde refakatçi ülkedir. Bu şu demektir.İdam mahkumlarına refakatçi bir gardiyan verilir, idam sürecine giderken idam mahkumu (Yeşil yol filmini izleyin lütfen) rahatlar, sonra süreç gerçekleşir.

Gündemin en popüler konusu ile ilgili olarak; Katar prensinin hediye (!) uçağı konusunda çok kısacık söz, bir uzmandan gelsin. 'Uçak inerken uyumak kulağa kalıcı hasar verebiliyor' Türk kamuoyu kalıcı hasara uğramadan hediye meselesi halledebilir mi, sağırlık başladımı? Çok kısa zamanda görülecektir.




Kaynak :

http://politikaakademisi.org/tag/suudi-arabistan-katar-iliskileri/

http://politikaakademisi.org/2017/06/15/mevcut-katar-krizinde-buzdaginin-gorunmeyen-yuzu-sivilastirilmis-dogalgaz-lng/

http://politikaakademisi.org/2017/06/07/katar-diplomatik-krizinin-perde-arkasi/

http://politikaakademisi.org/2017/06/12/korfez-krizinin-sonucu-irak-katar-yakinlasmasi/

http://politikaakademisi.org/2014/03/28/suudi-arabistan-dis-politikada-strateji-degistiriyor/




1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page