“Emperyalist Rekabetin Bitkilerinden Meyanın Anadolu’daki sömürülme hikâyesi
Görsel: https://tr.wikipedia.org/wiki/Meyan#/media/Dosya:Illustration_Glycyrrhiza_glabra0.jpg
Bitkinin bilimsel cins adı, Yunanca “tatlı kök” anlamına gelen “Glycyrrhiza” sözcüğünden gelmektedir. Yunancada “tatlı, şekerli” demek olan “glykys” ile “kök” demek olan “rhidza-rhiza” sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. “Glabra” ise “tüysüz” anlamına gelmektedir. Bitki adı olarak meyan Türkçe kökenlidir. 13. Yy’da “buyan”, 15. Yy’da “biyan” iken b’nin m’ye dönüşmesiyle zaman içinde “meyan”a dönüşmüştür. Ad, Türkmencede “buyan”, Azerbaycan Türkçesinde “biyan” ya da “bıyanlık” şeklinde geçmektedir. Sözlükte; meyan kökü “Fasulyegillerden, 30-60 santimetre yüksekliğinde, tüysü yapraklı, mavimsi, mor çiçekli, tatlı olan toprak altı bölümleri hekimlikte ve serinletici içeceklerin yapımında kullanılan, çok yıllık otsu bir bitki, meyan (Glycyrrhiza glabra).” İsmi meyan olan diğer bitkilerden ayırmak için “Glycyrrhiza” cinsinden olanlara “tatlı meyan” adı da verilir. “Acı meyan” adı “Sophora” cinsinden bitkiler için kullanılır. Aynı adın yerel şiveli biçimi olan “acı piyan” ismi ise “sarı meyan” “Thermopsis turcica” cinsinden bitkiler için kullanılmaktadır. Anadolu coğrafyasındaki diğer isimleri; Bıyam, Bıyan, Biyam, Boyam, Boyan, Mayan, Miyan, Payam (Kayseri), Piyam, Piyan (Aydın), Tatlıbayram, Tatlıbiyan, Tatlıboyamotu (Bursa), Tatlıkök, Tatlımeyan, Tatlımiyan, Gaziantep, Mardin Diyarbakır da; Ava süse, Piyan, Reha süse, Zorava isimleri de söylenmektedir.
Gen merkezi, bitkinin türlerine göre Türkiye, Doğu Akdeniz ve Çin’dir. Avrupa’nın güneyine özgü, çok yıllık otsu bir bitki olan meyan, Akdeniz ülkelerinde İran, Rusya ve ABD’nin bazı yörelerinde özel olarak yetiştirilir. Anadolu’da yaygın bir türdür. 60-70 ton civarında olan dünya Meyan kökü üretiminde Türkiye, İran ve Rusya’dan sonra gelmektedir. Bu ülkeleri Suriye, Çin, Afganistan ve Cezayir takip etmektedir. Eskiden ülkemizde en çok meyankökü İzmir-Aydın çevrelerinden sağlanırken, günümüzde burada azalmış, neredeyse bitmiştir. Ağırlıklı hasat Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerine kaymıştır.
Glycyrrhiza glabra Meyan Odunu
Görsel: https://tr.wikipedia.org/wiki/Meyan
Meyan Türkiye’nin klasik ihraç ürünleri arasında yer almaktadır, ancak tarım alanlarının genişlemesi i yabancı otlarla mücadelenin yaygınlaşması ve vahşi toplama hâlâ devam etmesi sebebiyle üretim gittikçe azalmıştır. Türkiye’nin dışsatımını gerçekleştirdiği tıbbi ve aromatik bitkiler arasındaki meyankökünün payı % 1’dir. Bu arada ülkemiz bir miktar meyan ithalatı da yapmaktadır.
Meyan, 0-1800 metrelerde, dere ve nehir kenarlarındaki kumluklarda, alüvyon ovalarda, sürülmeyen tarlalarda ve yol kenarlarında yetişmektedir. Yüksekliği bazen 1 m’ye ulaşsa da genel olarak boyu 30-60 cm’dir. Tüylü yapraklıdır, yapraklar 5-9 yaprakçıktan oluşur ve bileşiktir. Kışın yaprağını döker. Yaprakların koltuğunda kümeler oluşturan mavimsi mor renkli çiçekleri 5-15 cm uzunluktadır. Haziran-Temmuz aylarında çiçek açarlar. “Badıç” olarak adlandırılan baklamsı meyveleri 7-10 cm uzunlukta, yassı, üzeri çıplak veya guddeli fakat dikenli değildir. Güçlü, odunsu köksaplarıyla (rizom) çok yıllık, çalımsı bitkidir. Üretimi tohum ekilerek ya da kökten ayırmayla yapılır. Bol güneşli, derin, zengin ve nemli toprakları sevmektedir. -15 dereceye kadar soğuğa dayanabilmektedir.
Anadolu’da meyvelerin durumuna göre iki varyetesi bulunmaktadır. “glabra” varyetesi Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep, Iğdır, Kahramanmaraş, Kars, Muş, Sansun, Siirt, Şanlıurfa illerinde; “glandulifera” varyetesi Amasya, Ankara, Antalya, Aydın, Bilecik, Çankırı, Erzurum, Hakkâri, Hatay, Isparta, İçel, İzmir, Kars, Kırşehir, Malatya, Manisa, Mardin, Muğla, Samsun, Sivas, Şanlıurfa, Tunceli, Van illerinde yetişmektedir. Türkiye’de üçü endemik, altı Glycyrrhiza türüyle birlikte iki varyetesi ile bulunmaktadır. Endemik türlerden üçü de bugün yok olma tehdidi altındadır. Bir tür yıllar önce kaybolmuştur ve elimizde maalesef ki bu kaybolan türle ilgili çok az veri bulunmaktadır. Bu endemik türler; Glycyrrhiza asymmetrica Hub.-Mor., Antalya’da 10-30 metrelerdeki makiliklerle kızılçam ormanlarında görülmektedir. Glycyrrhiza flavescens Boiss., Adana, Hatay, İçel illerinde 0-500 metrelerdeki makiliklerde, tahıl ekili tarlalarda, kocayemiş ve ayı fındığı ormanlarında görülmektedir. Glycyrrhiza iconica Hub.-Mor., Konya’da 900 metre de görülmektedir. Nitekim bir zamanlar Kahramanmaraş’ta 730 metrede tahıl tarlaları kenarlarında görülebilen “nadir” bitki konumundaki Glycyrrhiza aspera Pall türü ile ilgili veri bugün elimizde bulunmamaktadır. Ülkemizde yine 0-1250 metrelerdeki hendeklerde ve bataklıklarda Glycyrrhiza echinata L. (Dikenli meyan) türüne rastlanmaktadır. Bu endemik bir tür değildir ve Adana, Antalya, Edirne, Eskişehir, Hatay, İzmir, Kayseri, Kocaeli Konya, Muş, Tokat ve Zonguldak illerinde görülmektedir.
Meyan ilaç olarak, ilacın tadını maskelemek amacıyla tatlandırıcı olarak, sigara üretiminde tütünün terbiyesinde, kâğıt sanayinde, renk maddesi olarak; boyacılık, ayakkabı boyalarında, tekstil üretiminde, şekercilikte kullanılmaktadır. Bira üretiminde köpük ve aroma vermede, “meyan şerbeti şeklinde serinletici içecek yapımında, kökünün kurutulup sıkıştırılması sonucunda ses geçirmeyen tahtamsı plakalı ve ateşe dayanıklı maddelerin elde edilmesinde kullanılmaktadır. Köklerin suyla kaynatılıp, suyun buharlaştırılmasıyla elde edilen balına çubuk şekli verilir. Bu bal, tatlı, pasta, şekerleme ve çikolata yapımında kullanılır. Meyankökünü Kuzey Avrupalılar tatlılarda, Çinliler ise daha çok yemeklerde çeşni olarak kullanırlar. Ayrıca kolalı içeceklere de tat vermek için katılmaktadır. Meyankökü “licorice” ile tatlandırılmış şekerlemeler ve tuzlu yiyecekler birçok ülkede üretilmektedir. Kuzey Amerika'da, meyan ekstresi ile tatlandırılmış şekerleme çeşitlerini diğerlerinden ayırt etmek için “siyah meyan” “black licorice” olarak adlandırılır. Meyankökü “jellybeans” olarak bilinen şekerlemelere tatlandırıcı olarak da eklenmektedir. Bunlara ek olarak, Birleşik Krallıkta çeşitli meyankökü içeren şekerlemeler (örnek; Liquorice allsorts) satılmaktadır. Hollandalı ve İskandinav ülkelerinde meyankökü ürünleri özgün olarak amonyum klorür yerine sodyum klorür içeren “tuzlu meyankökü” “Salty liquorice” olarak tüketilirler. Finlandiyalı Fazer firması "Türk biberi" “Turkish Pepper” olarak bilinen acılı şekerleme üretmektedir.
Görsel: https://tr.wikipedia.org/wiki/Meyan_(%C5%9Feker)
Meyankökünün en eski kullanım kaydına Sümer tabletlerinde ve Mısır’da firavun mezarlarında rastlanmıştır. Akadçadaki adı “sûsu”dur. Batıya gelmeden önce Doğu’da uzun yıllar kullanılmıştır. Çinliler meyankökünün güç, dayanıklılık ve gençlik verdiğine inanmıştır. Yaklaşık 2000 yıl önce Çin’de derlenen ve 365’den fazla bitkisel ilacın listesini içeren “Shen Nong Herbal” de meyankökünden “süper ilaç” olarak bahsedilmiştir.
Botaniğin babası Midillili Teophrastus (M.Ö. 372-287) onu susuzluğa ve solunum yolları rahatsızlığına karşı önermiştir. Özellikle balla karıştırılarak kullanılması durumunda yaraları iyileştirici özelliğini belirtmiştir. Bu önerilere kulak veren Makedonya Kralı Büyük İskender (M.Ö. 356-323) meyankökünün ilk defa askeri amaçlarla, yaptığı seferlerde askerlerine verdirmiştir. Böylece hem askerlerin nefeslerini açmak hem de susuzluklarını gidermek amacıyla kullanmıştır. Görünüşe göre başarılı olmuş, meyankökü işe yaramıştır. Bir avuç askerle dönemin en büyük devletlerinden birini ortaya çıkarmıştır. Anavarza doğumlu Dioscorides de (40-90) “tatlı kök” diye andığı bitkinin yara iyileştirici özelliğinden bahsetmektedir. Yaşlı Plinius ise (23-79) meyankökünün Türkiye’nin güneyindeki Kilikya’dan geldiğini belirtmektedir (Kilikya= Osmaniye, Adana, İçel dolayları). Bitki 16. yy’ da Avrupa’da sesi açmak için kullanılmıştır.
Meyankökü İslam ve Osmanlı tıbbının da kullandığı bitkiler arasındadır. İbn-i Sina’nın (980-1037) öksürük ve soğuk algınlığı için önerdiği ilaçların oluşumunda meyankökü de vardır. Sultan III. Mehmet için hazırlanan “Terkib-i Şahi” de adı geçen reçetelerdeki altı drogdan biri meyandır. Sultan IV. Mehmet (1642-1693) zamanında padişahın hekimbaşılığını yapmış Hayatizade Mustafa Feyzi Efendi meyanı tarifinde; “göğüs hastalıklarına faydalıdır, harareti ve susuzluğu giderir, usaresi göze çekilirse katarakta iyi gelir veya kökünün kurusunu dövüp sürme gibi göze çekilirse yine aynı netice elde edilir. Ayrıca özü göğüs ağrısı, ülser, mesane ve böbrek hastalıklarına iyi gelir, keza kendisinin pişirilmesi her türlü öksürüğe faydalıdır” demiştir. 17. Yüzyılın bir başka meşhur Türk Hekimi olan Salih bin Nasrullah meyankökünü tek başına ya da başka bitkilerle birlikte çeşitli rahatsızlıklara karşı önermektedir. Eserinde, “Suyunu içseler mideyi iyi eder, öksürüğe etkilidir” demiştir.
19. Yüzyıl Osmanlı’nın en sancılı her şeyin üst üste geldiği ve Sanayi Devrimi’nin yaratmış olduğu yarış ortamında ekonomik sömürge ve hammadde arayışlarının hızlandığı dönemdir. Bu değişimlerin hiçbirine ayak uyduramamış, ayak uydurma adına atmış olduğu bir iki adımında o büyük coğrafya için hiçbir anlam ifade etmediği ortaçağ çukurunda kalmış, tam bir ortaçağ emperyalidir. Yeniçağın emperyallerinin gözünü diktiği kurban, Osmanlı İmparatorluğunun topraklarıdır.
Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren bütün ekonomisi savaş ganimetlerine ve bunlara bağlı vergilere bağlı maliye yapısı, baştan yanlış bir kurgu ile “balon toprak büyümesi” sağlamıştır. Bizans temelli toprak hukuku ve ordu temelli devlet anlayışı ile tüm önemli tarım üretiminde devlet kontrollü sistem ve 19. Yüzyıla gelindiğinde yeni toprak düzeni toplumsal yapıda büyük farklılaşmayı da beraberinde getirdi. Değişen toprak hukukuna rağmen toprak devletten, o toprağı kullanana değil, güçlü ve makamlı olana geçmiştir. İmparatorluğun özellikle 1820- 1913 dönemi dış ticarete ve yabancı sermayeye açılan tarım ağırlıklı Osmanlı ekonomisi dönemidir. (PAMUK, 2017)
19. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun Yıkılma Devri’dir. 19. Yüzyılın imparatorluk için hususiyeti şuradadır ki, bu yüzyıl içinde yaptığı savaşlarda toprak kaybetmekle birlikte, bilhassa Fransız İhtilâlinin doğurduğu “Nasyonalizm” (Milliyetçilik/ Ulusalcılık)akımının tesiriyle, kendi sınırları içindeki yabancı milletler birer birer bağımsızlıklarını alarak imparatorluktan kopmuşlardır. Bu ise Osmanlı İmparatorluğunun dağılma ve çöküşünü hızlandıran bir faktör olmuştur. Meselâ 1929 da Yunanistan, 1878 de Sırbistan, Romanya ve Karadağ, 1908 de Bulgaristan ve 1912 de Arnavutluk bağımsızlıklarını almışlardır. Dikkat edilirse bunlar Osmanlı İmparatorluğunu Müslüman olmayan azınlıklarıdır. Şurası bir gerçektir ki, Nasyonalizm akımı etkisini ilk önce ve en fazla imparatorluğun bu Müslüman olmayan unsurları üzerinde göstermiştir. Öte yandan da bu yabancı milletlerin, imparatorluğun Avrupa topraklarında yaşaması, milliyetçilik akımının tesirini kolaylaştırdığı gibi, Avrupa devletlerinin müdahalelerini de tahrik etmiştir. (ARMAOĞLU, 1989)
19. Yüzyıl da Osmanlı şartların değişmesi, kendisinin çok zayıflaması sebebiyle dışardan kendisine yönelen tehdit ve tehlikelere karşı, yanına bir büyük devleti almak suretiyle bir denge meydana getirerek varlığını korumaya, dağılma ve yıkılmasını önlemeye çalışmıştır. Buna “denge politikası” adı verilmektedir. Osmanlıdan sonra genç Cumhuriyet’te bu denge politikasına devam etmiştir. Bu denge politikasında zayıf olan hep taviz veren, yıpratılan taraf olmaktadır. İçerideki olumsuzluklar yanında, dışarıda da yaşam mücadelesi için uygulanan denge politikası daha büyük tahribatlara yol açmaktadır. (ARMAOĞLU, 1989)
Osmanlı Devletinin toplumsal ve ekonomik yapısını tarıma dayalı bir imparatorluk yapısı olarak nitelendirmek mümkündür. Osmanlı toplumda 15. Yüzyılın sonlarına kadar, taşradaki toprağa bağlı Türk kökenli aristokrasi ile merkezdeki çoğunluğu devşirmelerden oluşan bürokrasi arasında yoğun bir mücadele yaşanmıştır. 15. Yüzyılın ikinci yarısında, II. Mehmet’in başarılı merkezileşme hamlesiyle birlikte dengeler merkezden yana değişmiştir. Toprağa dayalı aristokrasi yenilirken, özel mülkiyet altındaki topraklara el koydu ve iktidar merkezi hükümet elinde toplanmıştır. 17. ve 18. Yüzyıllarda bu merkezi yapının katılığı biraz olsun esnemiştir. Bütün toprakların devletin olması modeli (devlet mülkiyeti), 19. Yüzyıla kadar bir şekilde gücünü korumuştur. Örneğin İngiltere’de Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmekte olduğu 18. Yüzyılda, Osmanlı merkezi devletini diğer toplumsal kesimlerin bir araya gelerek yeni siyasi ve iktisadi kurumlar oluşturmalarını engelleyecek kadar güçlü, ancak vergi toplayamayacak kadar güçsüz olarak nitelendirmek mümkündür. Yani gölgesi gücünden kuvvetli bir devlettir.
17. ve 18. Yüzyıllarda merkezi hükümetin gücünün azalmasına ve pek çok yerde vergi toplama sürecinin denetimini yitirmesine karşın, merkezi hükümet tarımsal topraklarda özel mülkiyetin kurulmasına direnmiştir. Devlet toprak hukukunu ve bu hukukun uygulamasını yönlendirmeye devam etmiştir. Toprağın kullanımı da esas olarak küçük ölçekli aile işletmelerinin elinde kalmıştır. Ve Osmanlı bu hukuku İslam da toprak mülkiyetinin bireyselleşmesinin teşvik edilmesine rağmen devam etmiştir. 19. Yüzyılda Avrupa’dan gelen baskılar sonucu Tanzimat düzenlemelerinin bir parçası olarak düzenlenen Arazi Kanunnamesi (1858) ile ilk kez özel mülkiyete ve bunların alım satımının yapılmasına, miras yolu ile paylaşılabilmesine izin vermiştir. 14. Yüzyıldan itibaren köyle, kasaba (kent) arasında bağ yalnızca ekonomik temelli ve kasaba esnaf lehine olunca, sermayeyi elinde tutan kent ayanları (esnaf ve tüccarların ileri gelenleri) tarımsal toprakları önemli bir yatırım aracı olarak görmemiştir. Ve elindeki gücü büyük toprak mülkiyetine dönüştürmeyi becerememiştir. Bunda sırtını esnaf kesimine dayamış olan tarikatlarında büyük etkisi vardır. Tam kontrol kuramadıkları alanlara kontrol ettikleri ve beslendikleri sermayenin gitmesine isteksiz kalmış ve desteklememiştir. (PAMUK, 2017; EĞİLMEZ 2018).
Osmanlı ve kapitülasyonlarda bahsetmeden konu eksik kalacaktır. Avrupa merkantilist politikalar izleyen devletlerin öncelikleri ve politikaları, Osmanlının özellikle tarım ürünlerine zaman zaman koyduğu ihraç yasakları ve katı kontrolüne kıyasla çok farklıydı. Merkantilist devletler kendi tüccar ve üreticilerinin çıkar ve görüşlerinin etkisiyle, dış ticareti ulusal serveti artırıp işsizliği azaltmanın bir aracı olarak görüyor ve bu nedenle ihracatı artırmaya, ithalatı sınırlamaya çalışıyorlardı. Ayrıca merkantilist devletler dış ticaretin kendi ülkelerinin filolarıyla yapılmasını zorunlu kılıyorlardı. Oysa Osmanlı Devleti erken dönemlerden itibaren ticareti özendirmek adına Avrupa ülkelerinin gemilerine ve tüccarlarına ayrıcalıklar tanımaktaydı. 14. Ve 15. Yüzyıllarda bu ayrıcalıklar Doğu Akdeniz ticaretini ellerinde tutan Venediklilere ve onlarla rekabet eden Ragusa (Dubrovnik), Cenova, Floransa gibi İtalyan kent devletlerinin vatandaşlarına verilmiştir.
Kapitülasyonların Osmanlı liman kentlerinde yaşayan ve “müstemin” adı verilen Avrupalı tüccarlara sağladığı ayrıcalıklar içinde en önemlileri, İmparatorluk içinde ticaret ve yolculuk yapabilmek, mallarını bir yöreden diğerine aktarabilmek, kendi ülkelerinin bayrağını taşıyan gemileri kullanabilmek gibi haklardır. 17. ve 18. Yüzyıllarda kapitülasyonlarla tanınan haklar genişlemeye başlayınca, Avrupalı tüccarlara Osmanlı ülkesinde kendi mahkemelerini kurmak ve ticari anlaşmazlıklarını bu mahkemelere götürmek gibi İmparatorluğun egemenliğiyle çelişen yeni haklarda verilmeye başlanmıştır. Bunlara ek olarak, Avrupalı tüccarların ödeyecekleri gümrük vergileri en düşük düzeylerde tutuluyor, pek çok durumda yabancı tüccarlar yerli tüccarlardan daha az gümrük vergisi ödüyordu. İlerleyen yüzyıllarda bu uygulamalar Osmanlı tebaası tüccarların Avrupalı tüccarlar karşısında zor durumda kalmasına neden olmuştur. 16. Yüzyıla kadar bir şekilde Osmanlı dış ticaretinde Müslüman tüccarlar önemli bir paya sahipken, sonrasında Avrupa ticaretinin artan önemi ve Avrupalı tüccarların artan gücü, onlarla işbirliği olanakları daha fazla olan, Avrupa içindeki toplumsal ağlardan, ilişkilerinden de yararlanabilen gayrimüslim tüccarları öne çıkarmaya başlamıştır. Müslüman tüccarlar ise Avrupa ticareti yerine İran ve Hindistan üzerinden Asya ticaretine yönelmeye başladılar. Doğaldır ki bu da çok uzun sürmeyecekti, sanayi devrimi ve yeni sömürgeleştirme faaliyetleri sebebiyle oradaki etki ve çalışma imkânları da Avrupalılara geçecektir. 18. Yüzyıla gelindiğinde, Müslüman tüccarlar daha hızlı büyümeye başlayan Avrupa ticaretinden büyük ölçüde dışlanmışlardır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi 19. Yüzyılda Osmanlı denge politikası gereği, kime yanaşmışsa ona özel imtiyazlar vererek artık kontrolü kaybetmiştir. Bunlar olurken hem merkez idari bürokratik yapısı hem de yerel düzeydeki idari yapı yozlaşma, rüşvet ve çıkar ilişkisi içine girmiştir. Herkes kendi dünyalığını yapma derdine düşmüştür. (PAMUK, 2017; EĞİLMEZ, 2018; İNANCIK, 2018)
Meyan konusunu anlatacağımız bu yazımızda konuya giriş yapıp olup biteni anlamak için son olarak hem Osmanlının bitişinin hem de ekonomisinin kontrolünün kendisinden çıkmasının en büyük anlaşması olan Balta Limanı anlaşmasından da bahsetmek gerekmektedir.
Balta Limanı Anlaşması 16 Ağustos 1838 Kraliçe Viktorya ve II. Mahmut döneminde imza edilmiştir. İmzalanma süreci şöyle gelişmiştir; Osmanlı 1826 yılından beri ülkedeki hammaddelerin yurtdışına çıkmasını engellemek için “yed-i vâhid” yani tekel sistemini yürürlüğe koymuştur. İngiltere, Osmanlı’ya baskı yapıyordu bunun nedeni ise bu uygulanan sistemin İngiltere’nin çıkarlarına uymamasıdır. Mustafa Reşit Paşa, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa‘nın isyanını bastırmak için İngilizlerden yardım istemiştir. Bu isyana destek olacak olan İngiltere ticari bakımdan büyük ayrıcalık veren Balta Limanı Antlaşması‘nı imzalamak istemiştir.
Balta Limanı Antlaşmasının Bazı Maddeleri:
1. Yedi-vahid yani tekel sistemi kaldırılmıştır.
2. İç ticarete İngilizlerin de katılabilecek olması öngörülmüştür.
3. İngiliz vatandaşları Osmanlı ürünlerini ihraç etme hakkına sahip olmuşlardır.
4. Transit resmi kaldırılmıştır.
5. İngiliz gemileriyle gelen İngiliz ürünleri bir defaya mahsus gümrük vergisi ödeyebilme hakkına sahip olabileceklerdir.
6. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde ticaret yapan İngilizler, Osmanlı vatandaşlarından bile daha az vergi ödeyeceklerdir.
Balta Limanı Antlaşmasının Osmanlı Ekonomisine Etkileri
· Kapitülasyon sistemi bu antlaşmalar sayesinde sağlamlaşmıştır.
· Osmanlı, diğer devletlere borçlanmıştır.
· Osmanlı sanayisi büyük bir darbe görmüştür.
· Osmanlı Devletinin mali çöküntüsü hızlandı.
· Osmanlı ekonomisi olumsuz yönde etkilenmiştir.
· Osmanlı devletinde satılan kaliteli ve ucuz Avrupa malları Osmanlı üretiminin azalmasına sebep olmuştur.
· İşsizlik artmıştır. Küçük iş yerleri kapatılmıştır.
· Esnaf dayanışma kuruluşu olan Loncalar bu gelişmeler nedeni ile eski önemini yitirip kaybetmiştir.
· Osmanlının siyasi ve iktisadi yapısı başka bir boyuta taşınmıştır.
· İhracattan alınan vergi artmış, ithalatta gümrük indirimi olmuştur.
· “Rüsumat-ı dâhîliye” denilen iç gümrük kalkmıştır.
· Tanzimat Fermanı’nın ön hali gibi değerlendirilmektedir.
· Yerli tüccarlar iç gümrük öderken yabancılar bundan kurutulmuştur.
· Sonuçları itibariyle Osmanlı devletinin bozuk olan ekonomisi daha da büyük çöküş yaşamıştır.
Bu antlaşmalara benzer antlaşmalar başka devletlerle de imzalanmıştır. Bazı ülkeler şunlardır: Fransa, İsveç, Norveç, Hollanda, Danimarka, İspanya, Portekiz ve Belçika.
16 Ağustos 1838 Balta Limanı anlaşmasından sonra eskiden dış satımı yasak olan ya da özel izne tabi olan buğday, güherçile, şap gibi stratejik malların alım satımı İngilizler için tümden serbest bırakılıyordu. Tekel hakkı da İngilizler lehine kaldırılıyordu. O zamana dek en ayrıcalıklı devlet yurttaşı sayılan İngiliz tüccarları artık Osmanlı tebaasından bile daha fazla ayrıcalıklara sahip hale gelmişti. Bu ayrıcalıklılarında ayrıcalıklısı durumundan faydalanan İngilizler kısa sürede tarımsal üretim, maden kaynaklarını kullanma ve sanayi tesisleri oluşturarak zenginleştiler. Özellikle bereketli Batı Anadolu, İngiliz tüccarlarının hayat alanıydı. Bunlar arasında Whittall, Wilkin, Baltazzi, Perkins, Edwars, Abbott, Paterson, Rees, Aldrich, Lee, Hadkinson, Forbes aileleri önde geliyordu. Özellikle Whittall ve Forbes aileleri arasında çok özel bir dostluk vardı. Forbesler ülkeyi terk ederken dillere destan köşklerini dostları Whittall ailesine hediye etmişlerdi. Forbes ailesi diğerlerinden farklı bir şekilde Türklerin tarlalarda çer-çöp diye attıkları meyan kökü sayesinde servete kavuşmuşlardı.
Osmanlı toplumu, zirai tarımın yanında, tabiatta kendiliğinden yetişen insanın istifade edebileceği bitkilere karşı duyarlı yaklaşmıştır. Gerek devlet idaresi gerekse toplum doğada kendiliğinden yetişen bu tür bitkileri “Hüdâ-i Nâbit*” yani “Cenab-ı Hak vergisi bitkiler*” olarak isimlendirmiş ve o saygı ile bu bitkilerden istifade etmişlerdir. Hüdâ-î Nâbit olarak adlandırılan bitkilerden biri de, “meyan”dır. (UYGUN, 2015)
*Osmanlı resmi belgelerinde bu çeşit kendiliğinden yetişen bitkilere hüdâ-î nâbit denilmektedir. Hüdâ-î Nâbit kavramı; “Kendiliğinden Yetişen” anlamında da kullanılmaktadır.(UYGUN, 2015)
Osmanlı çiftçisi meyan kökünü o tarihlere kadar zararlı otlardan saydığından söküp atmakta idi. Evliya Çelebinin seyahatnamesinde uzun uzun anlattığı meyan, Anadolu insanın hayatına o kadar da girmiş gibi görünmüyordu, özellikle Batı Anadolu da. Güneydoğu Anadolu ile Akdeniz’in doğusunda bir şekilde mutfakta ve halk hekimliğinde yer bulmuş olmasını da belirtmek gerekir. Doğada kendiliğinden yetişen bir bitki olan meyan, ticari amaçla hafredilmediği (topraktan sökerek çıkarmak. Meyan kökü topraktan sökerek çıkarılmaktadır) sürece, öşürden muaf tutulurdu. Doğu Akdeniz havzasına ilk gelen Fransız firması, İskenderun ve havalisinde meyan kökü toplama imtiyazı talep ederken (17 Eylül 1858), karşılığında sadece gümrük vergisi vermeyi talep etmekteydi. Zaten devlet yazışmalarından anlaşıldığı kadarıyla meyan kökünden alınacak öşre dair tartışmalar 1880li yıllardan itibaren başlamıştır. Doğal olarak yetişen bu bitkinin nasıl kayıt altına alınabileceği hep bir sorun olarak kalmıştır. Zaten bahsi geçen Fransız firması gibi diğer imtiyaz isteyen ecnebi kumpanyaların hepsi Balta Limanı ve benzer ticari anlaşmaların verdiği haklardan faydalanarak çok komik gümrük vergileri ile meyan kökünü ülkelere taşımıştır. (GÜNEŞ, 2004. UYGUN, 2015)
Tire’de Meyankökü toplayıcıları
Görsel Kaynak: dagdankactim.blogspot.com
Meyan kökü Anadolu insanının tanıdığı ancak XIX. Yüzyılın başına kadar ne işe yaradığını pek bilmediği bir bitkiydi. En kaliteli meyan kökleri Aydın vilayetinde Menderes havzasından yetişenlerdi. Aydın, Söke, Çine, Sarayköy, Denizli, Manisa, Turgutlu, Alaşehir, Salihli, Menemen ve Nazilli taraflarında meyan köklerinden % 50 civarında bal çıkarken, diğer bölgelerde %20’ye ancak ulaşabiliyordu. Köyceğiz, Muğla, Çal, Gördes, Eşme’de geçen yüzyılda meyan kökleri önemli bir tutsa da ulaşımdan kaynaklanan sorunlar nedeniyle bu bölgelerdeki meyan kökleri işe yarar bir şekilde kullanılamamıştır. Sevr Anlaşması sonrasında bu bölgeler İtalya’ya kalınca, İtalyanlar bu benzeri değerli katma değer sağlayan ürünleri sevk edebilecek yollar projelendirmiş fakat hiçbirini tam anlamıyla hayata geçirememişti. Aydın (Bilhassa Büyük ve Küçük Menderes nehirleri boyunca), Adana, Konya, Halep, Antep, Urfa (Dicle ve Fırat nehirleri boyunca), Suriye, Beyrut, Cebel ve Bağdat gibi Akdeniz havzası ve ard vilayetlerinde, aynı zamanda Kafkasya da yetişen meyan kökünün olgunlaşabilmesi için en az üç yıla ihtiyaç vardır. İlk yılda kökleri küçük ve sütlüdür, ikinci yılında sarı renk alır biraz daha kalınlaşır, fakat bu hali güneşe ve soğuk havaya dirençli değildir, ancak üçüncü yılında tan olarak olgunlaşır. Bu bitki bilhassa kış mevsiminde köylü ve işsiz kalan rençberler tarafından rast gelen arazi de, meralarda, bataklıklarda, tarla hendeklerinde ve nehir kıyılarında derin çukurlar açılarak çıkarılırdı. Meyan kökleri Ağustos başından Şubat sonuna kadarki süreçte sökümü yapılırdı. Köylüler genellikle yağmurlu geçen Eylül, Ekim ve Kasım aylarında toprağın daha da yumuşaması sebebiyle bilhassa bu aylarda meyan kökü toplamaktaydı. (GÜNEŞ, 2004. UYGUN, 2015)
XIX. yüzyılın başında İngiltere merkezli yaşanan Sanayi Devrimine kadar meyan kökünün Avrupa’da kullanımı dünyanın geri kalanı gibiydi ve sınırlı bir şekildeydi. Muhtelif alanlarda istifade edilen meyan kökünün Batı endüstrisi tarafından adeta yeniden keşfedilmesi, bu bitkinin seyrini değiştirdi. Sanayi devrinde merkezde olan üç bitki vardı; Pamuk, tütün, meyan kökü ve kakao. Sanayi devrimini taşıyan bitkiler de diyebiliriz bunlar için. Bu yeniden keşfetme sonucu meyan, vahşi kapitalist rekabetin ticari metası haline gelmiştir. Sanayi devrimi bir yandan üretim modellerini değiştiriyor, bir yandan ticaret yapılma usullerini yeniden bozuyordu. Ortaklıklardan oluşan büyük kumpanyalar (şirketler) ortaya çıkarıyordu. Coğrafyaları bile değiştiriyordu Sanayi devrimi kaldı ki sınırları değiştirmesi artık çok kolay olmuştu. Avrupa iktisadi hayatında kökten değişimlere sebebiyet veren değişimler meydana geldi. Devlet mekanizması da bu yeni değişime ayak uydurarak, Avrupa’da kumpanyaların işlerini kolaylaştıran kumpanyaların emrine amade devlet anlayışı gelişti. Artık Avrupalı büyük İmparatorluklar ordu ve silahla değil ekonomi ile sömürüyorlardı. Ticaret yapanlarla, ülke yönetenler aynı çıkarlar için bakir alanlara beraberce gidiyordu. Yeni Burjuvazinin öncülüğünde faydacı/menfaatperest ve akılcı bir topluma doğru gidiş başlamıştı. Yüzyıllardan beri Batılı devletlere verdiği imtiyazlar ve ahitnamelerle, Batı merkantilizmi için önemli bir Pazar haline gelmiş olan Osmanlının bu büyük değişim rüzgârından etkilenmemesi imkânsızdı. Hem Pazar olarak hedefteydi, hem de hammadde kaynakları için bulunmaz bir alandı. Hele ellerinde bu kadar imtiyaz bulunan Avrupalı için, yağmalanacak alanlardır İmparatorluğun her yeri. (UYGUN, 2015)
Bir Alman arkeolog farkına vardı, bu bitkinin tarihi alanları talan etmede (tabi elindeki izin belgeleri ile) mahir Alman, Almanya’da bir dergide İzmir, Aydın yöresindeki bu bitkiden bahseder. Kısa sürede Batılı uzmanların, mühendislerin hammadde kaynağı olarak dikkatini çeker meyan. Uzmanlar bitkinin klasik kullanım sınırlarını aşarak bu bitkiden olabildiğince faydalanmanın yollarını aradılar. Eski kaynak kitaplar, kültürel kullanım alışkanlıkları takip edildi, araştırıldı. Hangi pahalı ve ulaşılması zor hammadde yerine ikame edilebileceğine bakıldı. Endüstriyel alana dâhil edilen bu bitki, sanayinin ihtiyaçlarının had safhaya ulaştığı o dönemde Hızır gibi yetişti. Başta tütün endüstrisi olmak üzere birçok sektörün yarasına merhem oldu meyan. Meyandaki şeker oranının şeker kamışından elli kat fazla olması onu aromalı sakız, macun ve reçel imalatında vazgeçilmez yaptı. Tatlandırıcı tablet, nezle tedavisinde ilaç olarak kullandırdı. Halk arasında kullanımı artsın diye “coco tuzu” adıyla satıldı. Günümüzde hâlâ Coca Cola ve tüm Colalı içeceklerin temeli olmuştu. Ayrıca bira ve likör imalatında vazgeçilmez katkı maddesi olarak yeri almıştı. Kimya özellikle boya sanayinde kendine yer bulmuştu, tekstilde değişmez boyar hammaddelerden biri meyandı bu yeni dönemde. Ama meyan asıl kullanım alanını endüstriyel tütün sektöründe bulmuştu. 2009 sigaranın içine Mentolden başka katkı katılmasının yasaklanmasına kadar da devam ettirmiştir. (UYGUN, 2015)
Tütün ve meyan İngiltere’nin tütün endüstrisinin kontrol edeni olduğu andan itibaren, İngiltere tarafından sürekli olarak denetimine aldığı ürünlerdir. Meyan kökü ve meyan balı Osmanlı topraklarında İngiliz egemenliğinde bir endüstriyel nesne haline getirilmişti. Zaten tütün üretimi, ihracatı da Osmanlı ile İngiltere arasında sürekli şaibe, sıkıntı ve menfaat ilişkisi şekilde yürütülmüştü. Meyan kökü ve meyan balı üzerine tütün sanayisini elinde bulunduran İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde (Fransa başta olmak üzere) büyük bir Pazar oluştu. Tütünün işlenmesi için hayati önemi haiz meyan köküne olan ihtiyaç hat safhaya ulaştığından Batı endüstrisinin yönünü Avrupa dışına çevirmesi kaçınılmaz bir hal aldı. Bu esna da Batılı gözlemcilerin yaptığı araştırmalara göre dünyadaki meyan kökünün neredeyse tamamına yakını Doğu Akdeniz ve art bölgelerinde yani Osmanlı coğrafyasında yetişmekteydi. (UYGUN, 2015)
“…Dolayısıyla meyan kökü, bu bölgelerde yaşayan ahalinin bile anlamakta ve anlamlandırmakta zorlanacağı bir şekilde kendilerinden uzak diyarlarda zuhur eden bir takım gelimler dolayısıyla olağanüstü değer kazandı.” (UYGUN, 2015)
16 Ağustos 1838 tarihinde Balta Limanın da imzalana ticaret anlaşması, Osmanlının kendi rızasıyla Avrupa sömürgesi olmasının yazılı belgesidir. Bu anlaşma Osmanlı coğrafyasında doğal yollarla meydana gelen kıtlık probleminin masa başında bir imza ile meydana getirilmesidir. Bu anlaşma ve beraberinde yapılan düzenlemeler ile sonrasında Avrupa’nın neredeyse tamamıyla imzalanan bu sömürgeleşme anlaşması beraberinde kıtlığı da getirmiştir. Unutmamak gerekir ki bir coğrafya da kıtlığın sebeplerinden biri de ekonominin kendi iç dinamiklerindeki dengelerin bozulmasıdır.
Kıtlık, iç göç, iç karışıklıklar ve beraberinde gelen ekonomik ve toplumsal çöküntü, işsizliği ve toplumlarda ekonomik yoksulluğu ve yokluğu artırmış, coğrafya kaynaklarının vahşice talan edilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu da sömürgeleştirenlerin elini kuvvetlendirmiştir. Beraberinde devletin elinin zayıflaması, yönetici sınıfın neredeyse tamamına yakının rüşvet ilişkilerine girmesi ve bunun resmileşmesi bu durumu daha içinden çıkılmaz bir hale getirmekten başkaca işe de yaramamıştır.
“Yine unutmamak gerekir ki, bir yerin sömürülmesinde ilk şart; sömürene içeriden yapılan yardımdır. Eğer içerden yardım olmazsa sömürülme hiçbir şeklide gerçekleşmez.”
Hicri 1290-1305 (1873-1887) yılları arasında İç Anadolu bölgesinin kıtlıkla boğuştuğu bu dönemdeki yazışmalardan anlaşılmaktadır. İç Anadolu’da özellikle Ankara başta olmak üzere Çorum, Kırşehir, Kayseri, Yozgat ve Konya’da bu kıtlıktan olumsuz etkilenmiştir. İç Anadolu’da meydana gelen bu kıtlık nedeniyle mevcut ambarlar halk tarafından yağmalanmaya başlanmış ve bu durum devleti askeri noktada bazı tedbirler alma yoluna itmiştir. Bu hadiselerin yaşandığı illerden biri de Yozgat ili olmuştur. Bunlardan bahsetmemizin bir sebebi de kuraklık nedeniyle güçleşen yaşam şartları, kuraklık sahası içerisinde yer alan halkın, kitleler halinde ve düzensiz bir şekilde göç etmeye başlamış olmasıdır. Kıtlık sonucu insanlar ilk olarak köylerinden en yakın kent merkezine göç etmekte buralarda tutunamayınca ve aradığını bulamayınca başka (nispeten gelişmiş) kentlere göç etmeye başlamışlardır. Güneydoğunun bugünkü sınır kentleri, Adana, İskenderun, Maraş, Antep, İçel ve özellikle İzmir ve Aydın (İç Anadolu Konya ve Karamanın göç ettikleri hedef şehirler buralar olmuştur) göçten en çok etkilenen yöreler olmuştur. Devletin bu zorunlu göçerlere yardımı bir tek görmezden gelmek, iş tutabilenleri yol inşaatlarında çalıştırmak ve illerde kentin ileri gelenlerinin yardım etmelerini istemek şeklinde olmuştur. Devletin ve yapının yozlaşmasının bir örneği; Konya vilayetine bağlı bulunan Mandıra, Göstenkil, Aktaş, Öyük, Palakilikapu’dan halkın, yardım alamadığı ve gönderilen hükümet yardımının da mahallin ileri gelenleri tarafından el konulduğu için göç etmek zorunda kaldıklarını o döneme ait yazışmalardan görülebilmektedir. (AYBAR, 2017)
Bu Anadolu coğrafyasında bir bitkinin nasıl sanayi kapitalistlerinin güç savaşına döndüğüne, devletin nasıl sessiz kaldığının, bu kapitalistlerin bu hammaddedeki güçlerini kaybetmemek için, silahlı güçler kurduğunu, cinayetler işlediğini, hem toprağı hem de toplumu sömürerek nasıl büyüdüklerinin hikâyesidir.
Başrollerde İngiliz Devleti ve onların desteğinde, korumasındaki bir kumpanya (şirket), Fransız devleti ve hem tarihi eser ve hem de meyan kökü kaçıran oluşum. Hikâyenin yıldızı meyan kökü, hikâyedeki yan roller de Osmanlı devleti ve bürokratları.
Meyan kökü bitkisi, 40. paralel kuzey boyunca uzanan bir Avrasya kuşağında vahşi bir şekilde büyür ve Mısır'dan Çin'e kadar eski uygarlıklar tarafından, şeker kamışından yaklaşık 50 kat daha fazla şekere sahip bir tatlandırıcı madde veren kök için sömürülmüştür. 1841 yılında Aydın vilayetinde meyankökünden ilk defa faydalanmak için girişimde bulunan bu sebepten köylülerden bu ürünü toplayan kişi bir Fransız olan Civato’dur. Daha sonra Forbeslerden hemen önce 1850 başlarında Flak adında bir İngiliz Söke de yeni bir girişim başlamış ama kısa zamanda kaybolup gitmiştir. İki İskoç, Edward MacAndrew ve William Forbes, 1850'de Türkiye'ye giderek “MacAndrew & Forbes” kumpanyasını (şirketini) kurdular. Kısa sürede Söke’de meyan kökü çıkarma fabrikası kurdular. 1870'de James C. MacAndrew, David Forbes ve Alexander Geddes, Newark, New Jersey'de (Camden beldesinde) aynı isimde bir Amerikan firması kurdular ve burada böyle bir fabrika kurdular. Firma, 1902 yılında, Camden, New Jersey'deki Delaware Nehri üzerinde bir fabrikası olan meyan kökü çıkaran bir firma olan Mellor & Rittenhouse Co.'nun satın alınmasının ardından MacAndrews & Forbes Co. oldu.
“M & F Worldwide Corp., yüzde yüz iştiraki olan Pneumo Abex Corporation aracılığıyla dünyanın en büyük meyan kökü aroması üreticisi olan bir holding şirketidir. Meyan kökü satışlarının yaklaşık yüzde 70'i, Amerikan harmanlı sigaralar, nemli enfiye ve çiğneme ve pipo tütünü üretiminde aroma ve nemlendirme ajanları olarak kullanılmak üzere dünya çapında tütün endüstrisine yöneliktir. M & F Worldwide ayrıca tatlandırıcı veya maskeleme ajanı olarak kullanılmak üzere şekerlemeciler, gıda işlemcileri ve ilaç üreticilerine meyan kökü aromaları satmaktadır. Buna ek olarak, şirket meyan kökü kalıntısını bahçe malç olarak satmakta ve gıda, tütün ve farmasötik ürünlerde kullanılmak üzere köklerden, meyvelerden, baharatlardan ve bitkilerden doğal aromalar ve bitki ürünleri üretmektedir. Şirketin selefi MacAndrews & Forbes Co., Ronald O. Perelman, MacAndrews & Forbes Holdings Inc. ve Mafco Holdings Inc. isimleri altında milyarlarca dolarlık bir iş imparatorluğu kurmaya devam eden Ronald O. Perelman, Perelman'ın yaşadığı ve MacAndrews & Forbes Holdings, M & F Worldwide, 2000 yılında Mafco Holdings aracılığıyla Perelman'a yüzde 32 oranında sahip oldu.” (http://www.fundinguniverse.com/)
Firma hem Avrupa da hem de gelişen ve endüstrileşmeye hızlı giriş yapmış olan Amerika Birleşik Devletlerinde aynı dönemlerde giriş yapmıştır.
Forbes Söke Meyan kökü Fabrikası
Görsel Kaynak: eskiturkiye.net
1850’de Osmanlı topraklarına Kahire üzerinden girmiştir. Mısır o zamanlar Özerk bir devlet gibiydi. Bu özerk Devletin iç kontrolü Kavalalı ailesinde görünmesine rağmen İngilizlerde. Dış kontrolü de Osmanlı da görünmesine rağmen yine İngiltere olan kâğıt üzerinde Osmanlıya bağlı özerk bir yönetim, gerçekte İngiliz kontrolünde bir toprak parçası idi. Kavala idaresinden Mısır da meyan kökü toplama imtiyazını alan Mac Andrew ve Forbes ortaklar peşinden Halep ve İskenderun’a geldiler. Burada etki alanı çok durmamış gibi görünmemelerine rağmen aslında meyan kökünde kontrol kendilerinde kalmak kaydıyla Fransızlarla bir anlaşma yapılmıştı. Fransız kumpanyası bölgedeki Fransız ataşeliklerinin yardımıyla arkeolojik kazılar yapıyor, çıkan materyalleri bir şekilde Fransa’ya sevk ediyordu. Meyan kökü de bu arkeolojik materyallerin taşınmasında maskeleme ürünü oluyordu. Gemiye yüklenen meyan kökü, gemiye yüklendiği andan itibaren yine İngilizlerin malı oluyordu.
1854 yılında Osmanlı topraklarında ilk meyan kökü ve meyan balı işleme, üretme tesisi Aydın ve Nazilli’de Mac Andrew & Forbes tarafından kurulmuştur. Peşinden Kuşadası ve uzun yıllar ayakta kalacak olan Söke’deki fabrikalar devreye girmiştir. Bu tesislerin hepsinin ilginç durumu hiçbir tesis için izin belgesi bile alınmamıştır. Konstantinopolis’ten meyan kökü toplama imtiyazını alan kumpanya bunları işleme tesislerini kurarken izin alma gereği bile duymamıştır. Bu durum yalnızca bu kumpanya için değil, diğer küçüklü büyüklü Ecnebi kumpanyaların da böyle bir ruhsat ve izin isteme gereği duymaması üzücü bir durumdu. (UYGUN, 2015)
Kızılçulluk Meyan Kökü İşleme Fabrikası
Görsel Kaynak: Remzi Doğan Arşivi, gazetemizmir.com
Osmanlı yetkililerinin itirazları üzerine MacAndrew & Forbes vekilinin “Yabancıların bir süredir ruhsatsız fabrikaları zaten kurdukları ve hükümetin kuruluş aşamasında bunlara herhangi bir müdahalede bulunmadığını” ima etmesi, hükümetin yabancı sermayenin hızını takip etmede yetersiz kaldığını ya da yabancı sermayeyi çekmek adına kolaylık göstererek daha sonra resmiyete bağlama taraftarı olduğunu göstermektedir denilebilir ya da göz yumulan bu oldu bitti karşısında bir şekilde resmiyete bağlama telaşına girildiği de söylenebilmektedir. Nitekim şirketin isteği üzerine “adı geçen fabrikalar büyük masraflarla inşa edildiğinden bunlara resmi ruhsat verilmesi, emsallerde olduğu gibi vergi ve aidat ödemelerine karara bağlandı. Forbeslerin meyan balı fabrikalarından 15 bin kuruş vergi almaya başlayan devlet bu oldu-bittiyi kabul etmek zorunda kalmıştır. (UYGUN, 2015)
Bu firmanın böyle izin işleriyle uğraşmamasının ve özgüveninin fazla olmasının en büyük sebebi aslında firmanın İzmir İngiliz ve Amerikan Sefaretleriyle yazışmalarından da anlaşılmaktadır. Amerika’nın İzmir Konsolosuna hitaben yazdığı bu ruhsat ve vergilendirmeleri ve ayrıca Fransızların İzmir bölgesinde boy göstermeleri sebebiyle durumu anlatan yazıda; “(1863 Şubat tarihli) Ekselansları, tarafınıza daha önce bildirdiğimiz üzere, İstanbul’un istekleri pek makul değildir. Osmanlı idarecilerinin bu bitip tükenmez istekleri bizleri rahatsız etmektedir. Söke ve Aydındaki işletmeler için bize işaret edilen herkese fazlasıyla belirtilen ödemeler yapılmıştır. Hatta Vali’nin hem kızının hem de oğlunun düğünlerinde hiçbir istekleri geri çevrilmemiş iken Vali ve Kaymakamın şimdi haberdar değilmiş gibi davranmaları hiç de şık değildir. Şahsınızın ve Amerika devletinin resmi yollardan bu konularla ilgili devreye girmesi talebimizdir. Bir diğer husus, linyit kömürü sahaları ile ilgilidir. Bunların kişilere ödemeleri defaten yapılmış olmasına rağmen hâlâ resmi yazı ile maden ruhsatı için yüksek meblağlar istenmektedir. Bu hem İngiltere ile hem de sizlerle yapılmış olan ticaret anlaşmalarına aykırıdır. Fransız firmasının Aydın ve İzmir’deki faaliyetleri rahatsızlık seviyesine ulaşmıştır. Bu konu ile ilgilide Fransız makamlarıyla acil temasınız gerekmektedir. Bilirsiniz ki uzun yıllar kendilerinin Halep ve İskenderun’daki işlerinde kolaylıklar sağlamıştık. Şimdi onlardan da aynı anlayışı beklemekteyiz.” (Özden Bekir Karakaş kişisel arşivinden)
Aynı şekilde 1873 tarihli İngiltere İzmir Konsolosuna “acil” ibaresiyle yazılmış bir mahkeme konusu ile ilgili yazışmada (mahkemenin konusu ve içeriğine araştırmalarıma rağmen ulaşamadım); “Ekselansları, mahkemeye müdahale edeceğine inancımız tamamdır, fakat bugün neredeyse son günlerdir. Hem Bakanlıkla hem de buradaki idarecilerle acil temasa geçmenizi rica ederiz. Sorunu bu aşamada iken çözmek herkes için daha iyi olacaktır.” (Özden Bekir Karakaş kişisel arşiv)
Forbes Kumpanyası, bu fabrikaların yakıt gereksinimlerini Nazilli ve Söke dolaylarında bulunan iki linyit madeninden sağlamaya başladı. Aslında Forbesler hükümete haber vermeden maden kömürü de çıkartıyordu. Durumun farkına varan (!) Aydın vilayeti, hükümete bir mazbata göndererek şirketin maden çıkarma faaliyetini durdurmasını talep etti. Bunun üzerine Forbeslerle yapılan müzakereler neticesinde maden işletme imtiyazını resmiyete bağlandı. Madencilik işinden bir hayli gelir elde eden Forbesler aynı zamanda yine bu civarda çıkarılan manganez ve krom madenlerinin imtiyazını aldılar. (UYGUN, 2015)
Döneminde madencilik konumunda nasıl ileri gittiklerini şöyle açıklayabiliriz; 1890- 1915 yılları arasında İngiltere sanayinin ihtiyaç duyduğu Krom madeni ihtiyacının % 40’nı Forbesler karşılıyordu. Bu manganez de % 60’lara kadar çıkıyordu. Bir meyankökü hikâyesinin nerelere kadar gidebileceğini göstermesi açısından çok önemlidir aslında madencilik faaliyeti.
Meyankökü pazarı bu kadar cazip olunca bir şekilde rekabet etmek isteyenlerde çıkıyordu. İlk zamanlarda Osmanlı tebaası tüccarlarından Şahin oğlu Artin Kuşadası ve Söke civarında Meyankökü toplamak ve fabrika inşa etmek izin ister, İstanbul bu talebi sıcak karşılar kendi tebaasından birilerinin yatırım yapmasını teşvik etmek için izin verilir. İzin verilirken belli şartlar vardı, bir tanesi Osmanlı tebaasından işçi çalıştırılacak ve yabancılar işe karıştırılmayacaktı. On yıllık bir izinnamesi olan Artin izni aldıktan sonra Forbeslerin girişimleriyle başarılı olmadığı ortadadır, çünkü ilerleyen yıllardaki vesikalarda bu girişimden bahsedilmemektedir.
1875’de Denizlili Abacıoğlu adında bir Ermeni tüccar büyük bir sermaye ile Aydın ve Söke dolaylarında meyankökü işine girişir, ilk zamanlar büyük başarı elde eder, piyasayı kontrol eden Forbeslerden fazla ücret ödemektedir toplayıcılara ve toplayıcılar Forbes’e meyankökü götürmek yerine Abacıoğlu’nun depolarını tercih etmeye başlamıştı. Fabrikasına hammadde girişi azalan Kumpanya ilk olarak işbirliği teklifinde bulundu, bunda başarılı olmayınca Avrupa’daki alıcılara daha düşük fiyatla ve daha hızlı ürün yollamaya başladı. Ayrıca limanlarda imtiyazlardan doğan haklarını kullanarak gemileri kendine çalıştırıyordu, özellikle İngiliz ve Amerika bayraklı gemiler öncelikli olarak Forbes Kumpanyasının mallarını taşıyordu ve buna karşın Abacıoğlu daha yüksek gümrük vergisi ve navlun ödemek zorunda kalıyordu. Forbes Kumpanyası Abacıoğlu’nu bir süre sonra piyasadan sildi.
1879 da Osmanlı Forbes Kumpanyasının yüzünü bir kez daha güldürdü. Meyan Balı ihracatından alınan vergiyi kaldırdı (bu muafiyet yalnızca yabancı yatırımcıları kapsıyordu. Osmanlı tebaası bu vergiyi ödemeye devam edecekti). Bu karar piyasanın kontrolünün iyice Forbes Kumpanyasına geçmesini sağlıyordu. Bir süre sonra Meyankökü inhisarı (tekeli) bir şekilde Mac Andrew & Forbes şirketinin eline geçecekti. İki büyük devletin himayesindeki bir şirketle baş etmek artık neredeyse imkânsızdı.
Aydın yöresindeki küçük çaplı meyankökü tüccarları Forbes tekelinden rahatsızlıklarını Ticaret nezaretine dilekçe ile bildirerek; “(1891) Meyan kökü mahsulünün toptan satılmış olmasından dolayı meyan balı fabrikaları mahsul bulamaz hale geldiği, bunun yerel sanayiyi olumsuz etkilediği, bu fabrikalar için lazım olan müsaade ve kolaylıkların gösterilmesinin hükümetin vazifesi olduğu” hatırlatıldı. Ticaret Nezareti konuyu Babıalî’ye bildirdi, gelen cevap karşılarındaki gücün etki alanını da gözler önüne seriyordu; “meyan kökünün men-i füruhtu serbesti-i ticaret ve faidesine tevafuk etmez”. Yani hükümet ve saray kararları ister istemez İngiltere ve Amerika himayesindeki şirkete göre almak zorundayız diyordu. Aynı tesadüfen (!) Amerikan gümrüğünde Osmanlı tebaasından gelen meyankökü ve balı için yüzde yüz vergi konulmasına karşılık Osmanlı gümrüğünde yabancıların meyankökü ve balı ihracatında gümrük vergisinin kaldırılmasının aynı tarihlere denk gelmesi gibi.
Almanların, İtalyanlarında aynı Fransızlar gibi ağzı sulanıyordu bu piyasaya girmek için, Forbes etkisi sebebiyle çekinmelerine rağmen birkaç girişimde olmamış değildi. İşte bu girişimlerle beraber kumpanyalar silahlı güçler kurdukları dönem aynıdır. Forbes sonu cinayetlere varan bir sürece girmiştir.
Aydın Söke yöresinde Alman “Simon Kumpanyası”nın meyan toplama işine 1886’da başladığı bilinmektedir. Bunu Almanya’nın İzmir sefaretinin 14 Aralık 1886 tarihli bir yazısından anlıyoruz; “Almanya tebaasından Mösyö Simon’un taht-ı idaresinde bulunan Simon Kumpanyası, meyan kökü ticareti tesis etmek üzere bundan birkaç evvel Aydın yakınlarında vaki Umurlu’da bir fabrika ve meyankökü ticareti yapmak üzere o civarda 10 bin dönüm araziyi dokuz sene müddetle kiralamıştır.” (UYGUN, 2015)
Simon Kumpanyası’ndan başka İtalyan “Martini Kumpanyası”, yine Fransızlar hesabına çalışan Hanri Arakıyancıyan, Hrandidi ve Saltoyani adlı şahısların yanı sıra Rus tebaasından Atanas adlı şahıslar da kurmuş oldukları küçük ölçekli şirketleriyle meyan kökü ve balı ticareti yapmaya başlamıştır. (UYGUN, 2015)
Pazara yeni şirketlerin girmesi, Forbes kumpanyasının kurmuş olduğu sistemi bozmaktaydı. 1873 tarihinden itibaren baz alınırsa; 1873 100 librelik bir ihracat fiyatı 2,19 dolarken, rekabet olduğu pazara bir başka aktör girdiği meselâ 1877 de 100 librelik ihraç fiyatı 1,56 dolara düşmüştür. Bu fiyat ihraç fiyatının düşüşle beraber bu dönemler girdi maliyetlerini de artırıyor kâr marjlarını çok aşağılara düşürüyor hatta rakipleri alt edebilmek adına zararına satışlar yapılmasına sebep oluyordu. Bu şirketlerin Forbes kumpanyasını telaşlandırması normaldi, Forbes kumpanyasının daha önce okkasını 22,5 paraya aldığı yaş meyan kökünün fiyatı diğer alıcıların özellikle Simon kumpanyasının agresif alım politikası sebebiyle birden 45 paraya yükselmişti. Meyan kökünün kurusunun fiyatı 300 parayı aşmıştı.
Osmanlı hükümetince 1907 yılında resmi olarak görevlendiren Cezayir-i Bahr-ı Sefid (Rodos, Sakız, İstanköy ve Midilli) ve Aydın vilayetleri Adliye Müfettişi Galip Bey’in 1 Temmuz 1909 tarih ile ilgili makama verdiği raporda Forbes Kumpanyasının inhisarı (tekeli) koruyabilmek için başvurduğu yöntemleri şöyle sıralamıştır;
1. Meyan kökü çıkaran rençberlerin arazilerini tahrip etmesinden şikâyetçi olan çiftlik sahiplerinin özellikle Menderes ve Gediz nehirleri havzalarındaki arazileri, beşer onar seneliğine belli bir bedel ile mahalli belediyelerin de tasdikiyle kontrat karşılığında kiralandı. Böylelikle bunların şikâyetleri kesildi.
2. Şayet tüccardan biri çıkıp bu arazilerden toplanan meyan kökünü satın almaya kalkarsa, bu arazilerin Forbeslere ait olduğu iddia edilerek rakip tacirlerin mallarının haciz muamelesi görmesi sağlandı. Böylelikle köylüler ellerindeki malları Forbes Kumpanyasının teklif ettiği fiyatla satmak zorunda kaldılar.
3. Rakip olabilecek ve inhisarın oluşumuna engel teşkil eden tüccarlar bu şekilde ortadan kaldırılırken, diğer taraftan arazilerin tahrip edilmesine dair şikâyetler engellenmiş oldu.
(UYGUN, 2015)
Alman Simon Kumpanyası faaliyetlerini sürekli engelleyen Forbes şirketi ve bunların yöre (Aydın) mutasarrıfı hakkında İstanbul Alman Konsolosu ile beraber Dâhiliye Nezaretine dilekçe vermişlerdir. Dilekçe de Forbeslerin artık silahlı milis güçleri olduğu ve bu silahlı güçlere devlet yetkililerinin göz yumduğu açıkça belirtilmiştir. Dilekçeye göre; Forbes Kumpanyası Çerkez, Arnavut ve Karadağlı çetecilerden ellişer-altmışar kişilik güçler oluşturmuş bunlarla diğer faaliyet gösteren kumpanyaların mallarını gasp ve zapt ettiklerini belirtmişlerdir. Bu şikâyetlerde bulunan Alman olsun, İtalyan olsun, Rus olsun firmalar da pek temiz sayılmazlardı. Bunlarda yörede silahlı güçler oluşturmuşlardı. Hatta bu silahlı grupların çatışmaları ve baskınlarında 400 e yakın kişi ölmüştü. Bu ölenler arasında yalnızca toplayıcılık yapan köylüler de vardı. Ve yöre asayişini sağlamaktan görevli devlet güçleri görmezden geliyor, halkta güvenlik zafiyeti oluşturuyordu.
Alman sefaretinin Hariciye Nezaretine yazdığı bir mektupta durumun vahameti şöyle açıklanıyordu; “Mösyö Simon’un fabrikası, İngiliz Kumpanyası’nın yüzden fazla silahlı adamlarıyla ihata olunup Almanya fabrikasına meyan kökü ameleyi katl ve hanelerini ihrak edeceklerini beyanla korkutmakta ve Simon’a ait tarlalardan amelenin fabrikaya getirdikleri kökleri cebren almaktadırlar.” (UYGUN, 2015)
Mac Andrew & Forbes bir taraftan bu rakiplerini bertaraf ederken bir taraftan da imtiyaz sahalarını çoğaltıyor, imtiyaz üstüne imtiyaz alıyordu. İskenderun, Halep, Gaziantep, Maraş, Urfa, Irak ve zaten İngiltere gölgesindeki Mısır da üstünlük bu kumpanyanındı. Hiç kimseye de hareket şansı vermek istemiyordu. Yukarıda bahsettiğimiz kıtlıktan bile kendine fayda çıkarmasını bildi İngiliz şirket. İç Anadolu da kıtlıktan kırılan halk ucuz işgücüydü, yerel halkın işgücü piyasasındaki fiyat artışını önlemek ve ucuz işgücü sağlamak amacıyla bu bölgeden meyankökü toplattığı yörelere yoğun işgücü göçü yaptırdı. Yeni gelen toplayıcılar, yöre insanından daha ucuza ve bitkiyi yağmalayarak toplamaya başladılar, bu da girdi fiyatlarını, fabrikalardaki ve sevkiyatta ki işçilik fiyatlarını düşürdü. Bu maliyetler düştükçe kârlarda artmaya başladı. Forbes ailesi Meyan kökünden sağladığı gelirle başta belirttiğimiz gibi Amerika Birleşik Devletlerinde fabrika kurdu, ilk merkezleri New Jersey/Camden olan ABD merkezli yapı daha sonra merkez olarak New York’a taşındı. Madencilik faaliyetlerinden de önemli kazançlar elde eden firma, meyan kökünü inşaat sektöründe ısı yalıtım malzemesi olarak kullandıracak tesisler kurdu.
Meyankökü üzerinde bu kadar çok oyunlar oynayan, kanlar dökülmesine sebep olan o büyük kazançlar dönemi Osmanlı İmparatorluğunun son bulmasına kadar devam etti. Osmanlı döneminde saraydan, nezaretlere, yerel yöneticilerden, adliyeye hatta güvenlik ve asayiş güçlerine kadar her yeri yanlarına çeken bu kumpanyanın unutmamak gerekir ki arkasında hep İngiltere ve ABD vardı. Ayrıca tütün ve sigara devlerinin tamamına yakının yine İngiliz ve Amerikan firması olması karşılıklı ilişkilerin hep güçlü olmasını sağladı. Bu üreticilere hep tek meyankökü ve meyan balı sağlayan kaynak olma imtiyazını her zaman (bugün bile) elinde tuttu. Cumhuriyet döneminde de meyan kökünün önemli aktörlerinden biri olsa da İmparatorluk dönemindeki imtiyazları elde edemedi. Fakat dünya meyankökü ve balı konusunda çok uzun yıllar büyük güç olmaya devam etti. Türkiye dışında Rusya (Sovyet Rusya’sı döneminde komünist yönetimde çalışabilen nadir Kapitalist güçlerden bir tanesiydi. İngiliz merkezli şirketleri üzerinden ilişkilerini devam ettiriyorlardı. Bugün yeni Rusya’da yine en önemli aktörlerden bir tanesi), Çin, Afganistan, Türkmenistan ve Özbekistan’da meyan kökü toplamaya devam etmektedir.
Forbes Köşkü.
Görsel Kaynağı: kentstratejileri.com Ali IŞIK.
Mac Andrew & Forbes kumpanyasında bu topraklarda hep Forbes adıyla anılmalarının en büyük sebebi Mac Andrew’in Kumpanyanın Amerika kanadıyla alakadar olmasıdır. Forbes ailesi Buca’da adlarını taşıyan o muazzam köşkü inşa ettirdikten sonra özellikle yazları burada geçirmekte idiler. Ve yöre halkından çalışanlar bulundurmaları sebebiyle halk nezninde hep olumlu karşılanmışlardır. Yine İskenderun da Limana yakın bölgedeki Forbes üretim ve depo tesisleri bugün de ayaktadır aynı köşk gibi ve Forbes adıyla anılmaktadır.
İzmir – Aydın Demiryolu. Aydın İstasyon Açılışı 1866
Görsel Kaynak: tarihhakli.com
Forbesler 1850’den itibaren başta Ege Bölgesinin meyankökünü söktürürken, 1860’larda bir başka İngiliz de İzmir Aydın arasındaki ulaşımı rahatlatma yatırımı yapıyordu. İngiliz İşadamı Robert Wilkin’in başlattığı inşaatın 7 Haziran 1866’de 133 km’lik İzmir – Aydın bölümünün tamamlanmasıyla açılan demiryolu, Aydın ticaretinin önünün açılmasını sağlamıştı. Bu kısmın inşası sırasında İngiliz Hükümetiyle beraber ortak olanlardan biri de Mac Andrew & Forbes kumpanyası idi. Ve İstanbul hükümetinden yüklü imtiyazlar almakla kalmadılar, Osmanlı ile garantili yolcu ve yük taşıma sözleşmesi de yaptılar. Buna göre belli bir sayının altında yolcu ve yük taşınması halinde aradaki fark Osmanlı devletince ödenecekti ve bu Demiryolunu işletecek olanlar her türlü vergiden muaf tutulmuştu. Kamulaştırma bedelleri Osmanlı tarafından ödenecekti. Yine kıtlık döneminde Hükümet tarafından kıtlık bölgesinde iş yapabilecek olanlar bu demiryolu inşaatına ucuz işgücü olarak sevk edilmişlerdi. Yani Söke’den, Kuşadası’ndan veya o civardan yükler İzmir limanına kadar çok daha uygun şartlarla getirilebiliyordu. Doğal olarak bu uygun fiyat tarifesi yalnızca Forbesler için geçerli olmaktaydı. Genç Cumhuriyet demiryollarını millileştirirken Forbeslerin bu kaymaklı kadayıftan çok fazla yediklerini hissetmiş olacak ki, masaya oturmadan önce Forbeslere bu konuda garantör ve kefil olmalarını istemiştir. Forbeslerde İzmir Aydın arasındaki her istasyonun çevresindeki yirmi dönüm arazinin kullanımlarının kendilerine verilmesi kaydıyla bunu kabul edeceklerini belirtmişlerdir. Kefillik anlaşması şöyle yapılmıştır; “Demiryollarının ödemeleri bittiği tarihe kadar bu istenen miktardaki toprakların kullanım hakkı kumpanyada, mülkiyeti Hazinede olacak. Son taksit ödendikten sonra. Kullanım hakkı da devlete geçecek, o günkü şartlarda eğer anlaşılabilecek değer üzerinden kumpanya bu toprakları kiralamak isterse öncelik verilecekti”. O kefillik alınıp taşın altına Forbeslerin de eli sokulduktan sonra demiryolları millileştirilmiş ve TCDD kurulmuştur.
MC Andrews ve Forbes Şirketine bağlı meyan kökü alımını yapan kişilerin oluşturduğu ağ, en küçük meyan kökü çıkartılan toprağın olduğu yere kadar ulaşmıştır.
Forbeslerin bölgedeki en ufak birime kadar ulaştıkları, meyankökünün bulunduğu en küçük yerleşime kadar toplama merkezi kurdukları aşağıda örnek olarak verilen Toplu alım yapılan merkezlerin listesini ile de rahatça anlaşılabilecektir;
Söke’de; Sazlıköy, Yenidoğan, Akçakonak, Güllübahçe, Akköy.
Koçarlı’da; Bağarası, Dedeköy, Şenköy, Cincin, Çakırbeyli.
Germencik’de; Ortaklar, Mursallı, Reisköy, Erbeyli. İncirliova.
Aydın Merkez’de; Kardeşköy, Osmanbükü, Acarlar, Ovaeymir, Çeştepe, İmamköy, Serçeköy, Umurlu.
Yenipazar’da: Baltaköy, Hamzabali, Dalama, Kozalaklı, Çulhan, Alhan, Donduran.
Bozdoğan’da; Direcik, Alamut, Hamidiye, Toygar, Yazırlı, Mescitli.
Nazilli’de; Atça’dan Kuyucak’a kadar olan bölgedeki Menderes Nehri havzasında kurulu bütün köylerde meyan kökü alım merkezi bulunuyordu.
Eldeki belgelere göre 1879 yılında 12.000 kadar köylü şirket hesabına sürekli olarak meyan kökü toplamakta, balyalamakta ve Forbes fabrikalarına sevk etmekteydi.
1882’de Aydın, Nazilli, Sarayköy ve Söke’de birer tane olmak üzere beş adet meyan kökü işleme tesisi vardı.
Örneğin; Nazilli ve çevresinde senelik meyanbalı üretimi 1897’de 8.000 kantar, 1907’de 1,5 milyon kilo, 1924’de 3 milyon kilo, 1926’da 4 milyon kilo idi. 1927’de 2 milyon kilo idi.
1925-1926’da Aydın’da 9.000.000 kilo meyan kökü istihsal edilmekte, 900.000 kilosu ihraç edilmekteydi.
Mesela işgal yıllarından (Yunan İşgali döneminde) 1919-1921 Yılları arasında İzmir’de Meyan Kökü ve Meyan balı ticareti rakamları;
Yıllar
Meyan Kökü (kıyye)
Meyan Balı (kıyye)
1919
6.254.000
744.000
1920
6.760.000
342.000
1921
7.898.000
47.200
Kaynak : (GÜNEŞ, 2004)
1889 tarihindeki meyan kökü Amerika’nın ithalat payının, İngiltere’ninkinden ortalama 20 kat, Fransa’dan da 200 kat fazla oluşu ticaretin tek ülke alımına bağlı kılmakta, eğer bu ülkede bu ürün üzerine bir sorun çıkarsa ürün ticaretinin sekteye uğramasına açık bir durum daha doğrusu risk arz etmekteydi. O yüzden İngiltere üründeki kontrolü elinden bırakmamak istemesinden dolayı, ABD’de ben büyük sağlayıcının kendi ülkesi kuruluşu olması sebebiyle Mac Andrew & Forbes şirketinin menfaatlerini kendi menfaatleriymiş gibi kullanıyorlardı. Şirkette bu iki ülke arasındaki dengeli ilişkiyi çok iyi kullanmakta mahirdi.
İngiliz Hükümetiyle Forbesler arasında 1903 yılında ufak bir gerginlik yaşanmış daha sonra İngiliz Hükümetinin istediği şekilde davranılarak durum düzeltilmiştir. 1903 yılında İskenderun da bir Hastane kurulmasına karar verilir, fakat İstanbul bu kararı vermiş olmasına rağmen bunu yapabilecek parası yoktur. İskenderun’un o zaman bağlı olduğu Halep Valiliği bir kampanya başlattı, özellikle yabancı imtiyaz almış kumpanyaları bu kampanyaya katılmaya davet etti. O dönem ki paylaşım da Fransız sahası olarak görülen fakat bir İngiliz-Amerikan kumpanyasının çok özel imtiyazlarla tekel olduğu bölgede, kumpanyanın ö dönem ki İskenderun Müdürü İngiliz Konsolosluğuna danışmadan 5000 kuruşluk çok büyük bir yardım yapmıştır. Bu yardım sebebiyle Halep valiliği Mecidi Nişanıyla taltif etmek istemiştir. İşte bu Nişan konusu diplomatik bir sorun olmuş, İzmir’den Forbes ailesi devreye girip, İngiltere’nin isteğine uyarak Nişanı almamış ve Vilayetin bir teşekkür mektubu vermesini sağlamak suretiyle olayı yatıştırmış ve çözmüşlerdir.
Bir bitkinin hikâyesinden bir coğrafyanın sömürülmesi çıktı. Nasıl meyankökü bu topraklardan sırf birilerinin menfaatleri için vahşice sökülüp alındıysa, bu coğrafya da özellikle devleti idare ettiğini düşündüklerimizin aymazlığı sonucunda nasıl bütün değerlerimizin nasıl sökülüp alındığını ve yağmaladığını da aynı hikâyeden okuyabilmekteyiz. Bir bitki ile kimisi zenginleşip, güç kazanırken kimileri de bu bitkinin gölgesi altında bu toprakların tarihi eserlerini yurtdışına taşımışlardır. Büyük çoğunluğunu yine bu devlet yöneticilerinin göz yumması, umursamaması ve menfaatlenmeleri sonucu yapmışlardır. Arşivlerde öyle belgeler yazışmalar vardır ki, dağıtılan rüşvetlerden, çıkarlar için ülke menfaatlerinin nasıl hiçe sayılmasını rahatça görülebilmektedir.
Bazı bitkilerin talihleri belli dönemlerde çok kötü olmaktadır. Dönem ki bu toprağın insanları bu bitkinin neden dolayı gözde olduğunu, niye bu kadar rağbet gördüğünü hiç anlamamıştır. Cumhuriyetten sonra bu ülke insanı ilk olarak Siirt’te ve Muş’ta TSKB (Türkiye Sınai Kalkınma Bankası) desteğiyle iki tesis kurdular. Forbesler yıllarca sömürdükleri bu topraklardaki tesislerin çalışmasına müsaade etmemek için uluslararası tüm baskıyı uyguladılar. Bu tesislere Almanlar (Haribo) yüzde 26, Şeker Fabrikaları ve il özel idareleri yüzde 10, TSKB ve İş Bankası yüzde 15 ile iştirak etti. Kalan paylar Almanya’daki işçilere ve yöre halkına satıldı. TSKB projenin gerçekleşmesi için döviz kredisi desteği sağladı. Ne var ki dünya piyasasına hâkim olan Amerikan şirketi, önce alıcılara baskı kurarak sonra da fiyat dampingi ile Siirt ve Muş’tan ürün ihracını imkânsız hale getirdi. Bunu gören Alman ortak Haribo ortaklıktan çekildi. Alman ortak gidince teknolojik destekte çekilmiş oldu. Alarko firmasının sahipleri Üzeyir Garih ve Sayın İshak Alaton TSKB’ye başvurdular. İsrail’deki bir firmanın dünya pazarında yüzde 20 payı olduğunu, teknoloji açığını kapatacak birikimi bulunduğunu belirterek, “teknoloji ve pazarlama garantisi” karşılığı Siirt ve Muş tesislerine ortak olmak istediler. O günün şartlarında, teknoloji ve pazarlama becerisi için, bir değer biçilerek, Alarko’nun iki şirkete nakit ödeme yapmadan yüzde 40 pay ile ortak olması sağlandı. Bir süre sonra şirketin faaliyetini sürdürebilmesi için nakit sermaye artırımı gereği ortaya çıktı. Alarko, nakit sermaye artırımına katılmayacağını bildirdi. İsrail’den teknoloji ve pazarlama desteği gelmedi. Ve de böylece iki tesis de kapandı. O dönem İsrail firmasına İngiltere ve Amerika üzerinden yoğun baskılar yapıldığı daha sonra şirket yetkililerince belirtildi. Hatta İsrail firmasının ürünlerinin ABD ve İngiltere’ye girişinde zorluklar çıkabileceği resmi ağızlardan firmanın yetkililerine iletilmişti. Belli bir dönem Özellikle 1980’lerde ve 1990’ların ortalarına kadar terör nedeniyle Botan çayı ve Muş vadisinin belli bölümlerinden meyan kökü toplanamıyordu. Adıyaman’dan yılda 50 ton, Gaziantep Nizip’ten 75 ton, Batman’dan 100 ton, Urfa’dan 50 ton, Diyarbakır’dan 100 ton, Harran’dan 50 ton meyan kökü toplanıyor ve de işlenmeden ihraç ediliyordu.
Günümüzde bile bunun gibi katma değeri yüksek tarımsal ürün zenginliğimizle ilgili bir stratejimiz ve planlamamız olması, Osmanlıdan bu tarafa bu coğrafyada değişen pek de bir şey olmadığını göstermektedir.
Kaynaklar:
ARMAOĞLU Fahir. 20.Yüzyıl Siyasî Tarihi. İş Bankası Kültür Yayınları. 6. Baskı. Ankara, 1989
AYBAR Meriç. “Osmanlı Devletinde Kıtlık ve İç Göç: 1870-1900 Arası İç Anadolu Örneği”. Mavi Atlas, 5(2)/2017: 474-488
BECKERT Sven. PAMUK İMPARATORLUĞU Tek Bir Meta İle Kapitalizmin Küresel Tarihi. Çeviren: Ali NALBANT. Say Yayınları. İstanbul, 2018.
DARA Ramis. Sofralara Geldi Bahar. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul, Ekim 2010
DOĞAN Remzi. “ABD %100 Gümrük Vergisini 171 Yıl Önce İlk Buca'ya Uygulamıştır.”. Gazetem İzmir. 09 Ağustos 2019
EĞİLMEZ Mahfi. Tarihsel Süreç İçinde DÜNYA EKONOMİSİ. Remzi Kitapevi. 5. Basım. İstanbul, Aralık 2018
FERTEKLİOĞLU Azmi. TÜRKİY’DE BORSA’NIN TARİHÇESİ. İMKB (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yayını. İstanbul, Nisan 2000
GÜNEŞ Günver. “Osmanlı Devleti’nde Meyan Kökü Tarımı ve Ticareti (1840-1922)”. Kebikeç Dergisi. 18/2004:343-361
HAKSEL Muzaffer. “Meyan Kökü. Glycyrrhiza glabra”. Türk Eczacılar Birliği “İlaç Haber Aktüel” Dergisi. Eylül 2008
İNANCIK Halil. Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal tarihi – I 1300-1600. Çeviren: Halil Berktay. İş Bankası Kültür Yayınları. 2. Basım. İstanbul, Ağustos 2018
KALAFATÇILAR Ö. Aslan, KALAFATÇILAR İpek. BİTKİLER VE SAĞLIK –FİTOTERAPİ-. SİDAS. İzmir, 2010
MAKAL Ali. “Kaybolan Köy”. Nokta Haber Yorum Gazetesi. 7 Şubat 2017
ÖZ Esma. KÜLTEPE METİNLERİ IŞIĞINDA ESKİ ANADOLU’DA TARIM VE HAYVANCILIK. Türk Tarih Kurumu. Ankara, 2014
ÖZDAMAR Naim. “UNUTULAN TARIM ÜRÜNLERİ MEYAN”. Denge Gazetesi. 3 Mayıs 2017
PAMUK Şevket. TÜRKİYE’NİN 200 YILLIK İKTİSADİ TARİHİ. İş Bankası Kültür Yayınları. 8. Basım. İstanbul, Ekim 2017.
URAS Güngör. “Siirt ve Muş meyan kökü tesislerinin hikâyesi”. Milliyet Gazetesi. 3 Aralık 2012
UYGUÇ Arif Ali, AYDIN Emin. “Bölgemizin en büyük yeraltı sanayi ürünü: Meyan ve meyan kökü”. Çine Madran Gazetesi. 27 Mart 2013
UYGUN Süleyman. “Batılıların Gözdesi Meyan Kökü ve Üzerine Yaşanan Emperyalist Rekabet”. OTAM, 37/Bahar 2015, 337-373
Balta Limanı Anlaşması https://antlasmalar.com/balta-limani-antlasmasi/
Düyun-u Umumiye nedir? Ne zaman kuruldu ve kaldırıldı? https://habersonposta.com/duyun-u-umumiye-nedir-ne-zaman-kuruldu-ve-kaldirildi/
Meyan. https://tr.wikipedia.org/wiki/Meyan
Meyan Kökü. https://sozluk.gov.tr/
Meyankökü - Liquorice Meyankökü - https://tr.qaz.wiki/wiki/Liquorice
Meyan Şekeri. https://tr.wikipedia.org/wiki/Meyan_(%C5%9Feker)
Meyan Şerbeti. https://tr.wikipedia.org/wiki/Meyan_%C5%9Ferbeti
M & F Worldwide Corp. History. http://www.fundinguniverse.com/company-histories/m-f-worldwide-corp-history/
コメント