Felsefeci olarak tarım hakkında bir şeyler yazmak istedim. Öyle kimsenin yapmadığı bakir bir konuya, bir düşünce keşfine falan girişmek değildi maksadım. Birçok düşün insanı daha önce tarımla, tarımsal üretimle, doğayla, hayvanlarla hatta çiftçilik ve çobanlıkla ilgili şeyler yazdılar. Felsefenin temeli varlık sebebiyle ilgili sorularla başlar. Bu başlangıçta mitoloji ve kozmonoloji’yi de kapsayan dört element konusu gelip her şeyin merkezine oturur. Dört element doğanın temel taşları bunlardır. Hayat, üretim ve her şey aslında bu dört element üstüne kuruludur. Her coğrafyada, her medeniyette bu elementlerin sayısı birer, ikişer artsa da bu dörtlü hep sabit kalır. Mahşerin dört atlısı gibidirler; Toprak, Su, Hava ve Ateş.
Felsefe de arkhe oldular hem ayrı ayrı hem beraberce. Mitoloji ve teoloji de kimi zaman ayrı ayrı tanrılar oldular. Ahenkle kâinatı yaratıp yönettiler. Kimi zaman tek tanrının bünyesinde tabiatlarını yansıttılar ve o tek tanrının melekleri, görevlileri oldular. Bilimde ayrı ayrı konu oldular. Aklımıza gelen tüm bilimler bu dört elementin kıyısından, köşesinden, ortasından yanından hep bunlardan bahsetti, araştırdı, düşündü. Yaşadığımız dünya ve kendimiz bu dört elementin toplamıyız. Her bir şey de bu dört element değişik oranlarda olmak kaydıyla mutlaka vardır. Her şey bu dörtlünün ürünüdür.
Ben de dört element ana başlığı ve Toprak, Su, Hava ve Ateş alt başlıkları altında konuyu başta felsefi olarak girişler yaparak incelemek istemedim. Yapmaya çalıştığım küstahlık yapmadan tarımın sorunlarını, neler yapılabileceğini, yenilikleri ve sunulan çözüm önerilerini bir araya toplamak, geçmişten gelen hatalara devam edilmemesi için onları hatırlatmak ve onun yerine ne konulabilir onları varsa alternatifleriyle göstermek olacaktır.
Yunan felsefesi dört element doktrinine dayanır. Dört element farklı şeyler ifade eder:
Ateş (Ahlak)
Hava (Ruh)
Su (Estetik ve Hayat)
Toprak (Fiziksel her şey)
Empedokles dört elementçidir. Ona göre dört element birarada tamam edebilir herşeyi. O yüzden düalist felsefecilerin en başta gelenidir. Empedokles eseri “Doğa Üzerine” de, varlık sorununu dört elementin “hava, ateş, toprak, su” birlikteliğinden, düzeni düalizm de “Sevgi- Sphere/Nefret-Vortex” çözmüş, böylece Tanrı kavramının özünün ikili duygu durumu olduğu ortaya koymuştur. Zıtlıklar birbirini tamamlar, zıtlıklar çekim ve etki gücü verir, aynı mıknatısta olduğu gibidir. Enerjiyi üretmek için bile iki zıt kutuba ihtiyaç vardır. Teklik olduğu söylenen ve literatür de Tek İlahlı (Tanrılı) dinlerdeki Tanrı bile aslında iki karakterlidir. Karşıtı gösterilen şeytanda aslında tanrının diğer yüzüdür.
Maddenin dört hali hayat denilen olguyu oluşturan şeylerin hepsi madde olmasından dolayı ontolojisinin dört elementiyle örtüşmektedir. Tarım doğa ile beraber yapılan faaliyettir ve Empeklodes’in eserinin adının da “Doğa Üzerine” olması da tesadüf değildir. İnsanın bütün konuşmaları aynı felsefecilerin ki gibi eninde sonunda doğa üzerinedir. O eserinde dört elementi eserinde o dönemin dört tanrı-mit karakteri üzerinden açıklamaktadır;
“Görüşleri şunlardı: Ateş, su, toprak ve hava olmak üzere dört öğe vardır. Sevgi birleştirir, anlaşmazlıklar ayrıştırır. Şöyle diyor: ‘ Parlak Zeus, yaşam kaynağı Hera, Aidoneus ve ölümlü yaşam kaynağını gözyaşlarıyla ıslatan Nestis:’
Burada Zeus’tan ateşi, Hera’dan toprağı, Aidoneus’tan havayı, Nestis’ten de suyu anlıyordu.
‘Bunların sürekli değişimi hiç bitmez’ diyor, sanki bu düzen sonsuzmuş gibi. Ve ekliyor:
‘Kimi zaman her şey sevgiyle birleşirken, kimi zamanda anlaşmazlığın doğurduğu nefretle her biri başka yöne gider.’
Ona göre, güneş ateşten yapılmış büyük bir kütledir ve aydan büyüktür; ay diske benzer, gök de kristal gibidir. Ruh, çeşitli hayvan ve bitki görünümlerine girer. Şöyle diyor:
‘Bundan önce oğlan doğdum, kız doğdum,
Çalı oldum, kuş oldum, denizden çıkan kızgın balık oldum.’ “ (Ünlülerin Yaşamları ve Öğretileri Sayfa 406-407)
Aristoteles’in Metafizik adlı kitabında Fizikçiler olarak adlandırdığı filozoflar dünyanın kökenini, yapısını, düzenini, hava olaylarını açıklamak için, eskilerin tüm dramatik tanrıbiliminden ve evrenbiliminden kurtarılmış bir kuram sunuyorlar. Bu düşünürler için doğadan, phusis’ten başka hiçbir şey yoktur. İnsanlar, tanrı, dünya tümüyle aynı plan üzerinde birleşik, türdeş bir evreni oluşturur.
İçinde her şeyin olup bittiği bu phusis terimini Antik Yunan dünyası çeşitli anlamlarda kullanmıştır.
1. Serpilip büyüme ve gelişme süreci veya genesis;
2. Kendisinden şeylerin yapıldığı veya çatıldığı ana-madde/cevher, arkhe;
3. Bir tür içsel organizasyon veya düzenleniş ilkesi, şeylerin yapısı.
Doğa’nın bu üç anlamını Aristoteles de Metafizik adlı yapıtının V. kitabında benzer bir şekilde vermiştir. Antik dönemde yaşamış ve felsefenin doğduğu dönemle daha yakından teması olan bu filozofa da kulak vermek yerinde olacaktır:
“Doğa şu anlamlara gelir: 1) Büyüyen şeylerin meydana gelişi. Örneğin ‘physis’in y’sini birinin uzun olarak telaffuz etmesinde olacağı gibi. 2)Büyüyen şeyin kendisinden çıktığı ilk öğe. 3) Her doğal varlıkta, bu doğal varlığın özü gereği sahip olduğu ilk hareketin ilkesi.” (Aristoteles, Metafizik, 1014-b-20, Çev. Prof. Dr. Ahmet Arslan, 2. bs., İstanbul, Sosyal Yayınlar, 1996)
Comments