top of page
Yazarın fotoğrafıözdenbekir karakaş

ARINMA VE KURTULUŞ…



Arının, kurtuluş yakın.

Mistik boyutta nefsin arınması olarak değerlendirilse de, kendinin arınması, özün arınması velhasıl ruhun arınması olarak ifade edeceğimiz yolculuk aşamasını sözlük şöyle tanımlamaktadır; (sözlük anlamı)arınmak işi, temizlenme. (felsefe) Ruhun tutkulardan temizlenmesi, duyuların sanat yoluyla arı duruma getirilmesidir.


Arınma hem mistik hem de psikolojik bir süreçtir. Mistik süreçle kast edilen inanç sistemlerinin tamamında birbiriyle de çok bağlantılı yollar yöntemler vardır. Tasavvufi/teolojik mana da arınmadaki aşamalar; tövbe, tefekkür, riyazet ve zühd, rabıta, zikir, halvet, muhasebe ve murakebedir.


Ruh bedene girdiği andan itibaren, yani nefesle canlanabilen yapı ile yolculuk etmeye başladığında bir irade zayıflığı emaresi olan nefs’le tanışır. Beden içindeki ruh bu tanışıklıkla nefse düşkünleşebilir ve asıl gayeyi yani devinimi duraklatabilir. Ruhu oluşturan irade, sezgi ve akıldan önce irade nefse yenik düşebilir. İradenin yenik düşmesinde mücadele edilmezse, sezgiler ve en son ruh aklı nefse yenik düşebilir. O yüzden de ruhun beden içindeyken yapması gerekenler vardır. Bedeni inanç sistemlerinde ruh yerine bunlar bedene yaptırılmaya çalışılarak arınma yoluna gidilir. Fakat bu iptidai bir çözümdür. Gerçek arınmaya pek katkısı yoktur.


Arınma da temel amaç Ben olandan, “benlik”i oldurmaktır. Oldurmak için öldürmek gerekse bile. Birey olmak, kendi olmak, benlik saygısına sahip olmak önemli özelliklerdir. Fakat ben anlayışının yerini “benlik” “olmuşluk” alabilirse daha fazla bütüne ulaşma anlayışı gelişecektir. Ruh benlik anlayışıyla değil, bütüne varma benlik anlayışla arınmaktadır.


Her dinin, kültürün, inanç ve düşünce sisteminin, toplumsal yapıların, bir benlik “kendi” anlayışı olduğu gibi İslamın ve onun çevresinde filizlenen mistik tariklerin/tasavvufi ekollerinde ortaya koyduğu çok boyutlu bir benlik “kendi” anlayışı vardır. Mistik tarikler ve tasavvuftaki nefs kavramının bu çok boyutlu benlik “kendi” anlayışını kapsayıcı, kuşatıcı bir içreği vardır. Bu yapılar arınmayı ve nefsi kontrol edebilmeyi bilişsel ve davranışsal süreçlere doğru evrimleştirmektedir. Her manevi geleneğin bir psikolojisi, bir insan doğası modeli olduğu gibi tasavvuf gibi yapılarında diğer manevi gelenekler gibi kendine özgü bir modeli ve psikolojisi vardır. Bu tasavvufiyet diğer manevi geleneklerde, mistik maneviyatta farklı isimlerle de olsa dolaylı ve dolaysız modeller olarak karşımıza çıkar. Sufiliğin de bu bağlamda durumu aynıdır. Sufi tasavvufta kendini arayan, arındırmaya çalışan, kurtuluş mücadelesi veren ve bu amaçla öğretiyi aşamalar halinde geçmeye çalışan yolculuk adayıdır. Sufi psikolojisi, manevi rehberliğin sınırsız sabır ve sebatıyla “klinik” tecrübeye benzer temellendirme yapısıyla yüksek bir psikolojidir. Bu psikolojik süreç, kişilikten ve karakterden sıyrılmayı değil bir kişilik kazanma, olma ve dönüşme sürecidir. Arınma, karakteri “ruhun niteliğini” ortaya çıkarmaktadır. Bu arınma kendi nefsimizin öğretmeni, kalbimizin öğrencisi, ruhumuzun kitabı olduğumuzda olmaktadır.


“Ne olursan ol. Ama; önce nefsinin öğretmeni, vicdanının öğrencisi ol”. (Platon)


 Nefs, Ruh- Sezgi (İrade)- Akıl üçlüsünün yumuşak karnıdır. Ruh sezgi ve aklı kendinde bulundurur. Bedenle bütünleşildiğin de Ruh yalınken ihtiyaç duymadığı şeylere haz duymaya başlar. Beden denen aracın işlevlerini yerine getirirken belli ihtiyaçları vardır. Ve bir süre sonra bunlar sürekli hale gelmeye başlar, irade isteklere karşı zayıflayabilir, sonra akıl bu isteklere göre yeni yapı oluşturabilir. Akıl örnek olarak bedeni üreme yoluyla çoğaltma yoluna giderken, beden bu üreme işlevini sınırsız şehvet isteği haline getirebilir. Akıl ve irade kendi sürecinde üreme faaliyeti için tetiklediği üreme isteğinin kontrolünü bir süre sonra bedenin sınırsız isteklere bırakmak zorunda kalabilir. Yani zaruret, ihtiyaca, ihtiyaç, bağımlılığa ve tutkuya dönüşebilir. Nefs işte bu sebepten bir zayıf halkadır. Arınmadaki halka bedeni olarak arınmayı kast ettiğimizde nefs’dir.


Bizim için arınma aslında Ruh-İrade (Sezgi) ve Akıl üçlemesindeki arınmadır. Yani ruhun arınması. Bu üçlüye ilerleyen satırlarda değineceğimizi belirterek, konuya giriş faslından yani bedeni arınma konusundan devam edelim. Nefs çok teolojik bir terimdir: (Tasavvufi/teolojik bir  terim olarak) Ruh, can, hayat, hayatın ilkesi, nefes, varlık, zat, insan, kişi, hevâ ve heves, kan, beden, bedenden kaynaklanan süfli arzulardır. Aslında tasavvufi olarak nefs kişinin aynada cismani olarak görünen kendinin, duygularını dışarı vurmasıdır. Bazı kaynaklar nefsi şeytan olarak nitelendirmektedir. Nefs bedenimizin iradesiyle (tanım da geçen Ruh gerçek manada beden de cisimleşen iradedir) ortaya koyduğu kötü huy ve fiillerdir. Kuşeyri Risalesinde “nefs muhtemelen şu beden kalıbına tevdi edilen ve kötü huyların mahalli olan bir latifedir”. İnsanın nefsi “hayvanî nefs” diye de ifade edilebilir. İnsan bir hayvan türüdür. İki ayak üstünde, dik durabilen bir hayvan. Ve geldiğimiz familya itibariyle  de ruhumuzda hayvani taraf hala devam etmektedir. Belki de hiç kaybolmayacak şekilde. Asıl olarak belki de tüm bu arınmalar, kurtuluşlar, ritüeller, yolculuklar, işin sonunda İNSAN olabilmek içindir. Bir çok kullanımda nefs benlik ile eşanlamlı olarak verilmektedir ama eşanlamlı değildir. Üçlünün yalın olarak bir arada olması “benlik” kavramının karşılığı olabilir.


Arınma, nefsle mücadeledir. Bir anlamda psikolojik savaştır. Bir başka ifade ile de nefsle olan savaş bir nefs arınmasıdır. Ve bu savaş, sulhu olmayan bir savaştır. Bu savaş ölümüne bir savaştır. Savaşın sonunda ölüm vardır, bu ölüm, nefsin ölümü olmalıdır, yoksa sonuç hüsrandır. Nefs mücadelesinde önemli olan “ölmeden önce ölmektir” ve burada ölmekten kastedilen nefsi terketme, kötü huy ve davranışlardan temizlenme ve kurtulmaktır. Tasavvufta ölmeden önce ölmekte aşamalıdır.


a.       Mevti beyaz (Beyaz Ölüm): Nefsi açlıkla terbiye.

b.       Mevti ahmer (Kırmızı Ölüm): Nefsin isteklerine ve şehvetlerine muhalefetle terbiye.

c.       Mevti esved (Siyah/kara Ölüm): Eziyet ve belaya tahammül ile terbiye.

d.       Mevti ahdar (Yeşil Ölüm): Nefsin azgınlığını kırmak ve dünya malını horlamak riyaya varmadan benliği ezmek ve bu suretle nefsi terbiye.


Buradaki sıralamadan da görüleceği gibi bu tasavvufi aşamaların, renklendirilmiş ölümlerin tamamı bedeni arınma, terbiye ve ölümlerdir. Bedeni ben’i eğitmek içindir. Bunlar kendini bulmak yolculuğunda olsa olsa ruhu bir süre taşıyan bavulu temizlemek gibi bir şeydir.


GERÇEK ARINMA, RUHUN KURTULUŞ SAVAŞIDIR. Kurtuluş savaşına korkusuzca giren ölse de özgürdür. Korkusuz kurtuluş savaşına girişen savaşın tek galibidir. Bu kurtuluş savaşı uzun ve meşakkatli bir mücadeledir. Bedeni arınma gibi değildir, ruhun arınması.

Sufilere göre Yaratıcı ile kul arasında yetmiş bin perde vardır. Ve bu perdeler yedi nefse tekamül etmektedir. Her nefs aşıldığında o perdeler açılır ve en son perde açıldığında yaratanla göz göze gelinir.


Bu yedi nefs “emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raddiyye, marziyye, kâmile”.

Nefs-i emmare : Kötülüğü emreden ve bundan zevk alan nefs

Nefs-i levvâme : Kötülük yaptığında bundan pişman olup af dileyen nefs. (Rehberin/mürşidin önünde tövbe aşaması)

Nefs-i mülhime : Allah’tan ilham almaya başlayan nefs

Nefs-i mutmainne : Tatmin olmuş, şüphelerden arınıp, rahatlamış ve hırsı yenmiş nefs

Nefs-i raddiyye : Allahın yaptığı herşeyden razı olmuş olan nefs

Nefs-i marziyye : Allahın, kulunun herşeyinden razı olduğu nefs

Nefs-i kâmile : Seçkin, temiz, olgunluğa ermiş nefs.


Bu her mertebe aynı zamanda Yaratıcının yedi ismi şerifine tekamül etmektedir, der Sufiler ve bu ismi şeriflerde basamak sırasına göre şöyle sıralarlar; “Kelime- tevhid (La İlahe İllallah), Allah, Hû, Hak, Hay, Kayyûm, Kahhâr”. Sufilere göre bu mertebeleri aşmak çok güçlü irade gerektirir. Sufiler o yüzden bu yola girenlere “iradesi olan kimse” manasında “mürit” demektir.


O perdeler kalkıp, son perde de tecelliye ulaşınca bu aynı zamanda bir vuslattır da, Arabiye göre bir ayna görürüz, işte tecelli ve vuslat budur. Kendimizi bulduğumuz, bütüne kavuştuğumuz an ve Ene’l Hak anı. Ayna da gördüğümüz, aradığımızdır.


Hinduizm de Atman (bireysel bilinç) nefs’in kendisidir. Brahmanın (Bütün bilinci) ortaya çıkmasıyla Atman saflaşır. Brahman atmanın simyacısıdır. Onu damıtır da damıtır. Bunu bir rehber (yogi) önderliğinde meditasyonla yapar. Bu istikrar sağlayan meditasyon da başarılı olmak için, nefsine fazlasıyla hakim olmak (yama) ve özdisiplin (niyama) gerekmektedir.


Nefs mücadelesi Budizm’de dört gerçek ve sekiz yol üzerine temellendirilir. Budizm de hallerin en iyisi arzulardan özgürleşmek ve insanların en iyisi gören kişidir. Özgürleşen ve gören kişi arınır ve nirvanaya ulaşır.


Dört gerçek ise;

1.       Hayat ızdıraptır.

2.       Izdırabın sebebi vardır.

3.       Izdırabın ortadan kalkması mümkündür

4.       Izdırabın ortadan kalkması için yollar vardır.

Bu yollar;

a.       Doğru görüş

b.       Doğru niyet

c.       Doğru söz

d.       Doğru davranış

e.       Doğru geçim

f.        Doğru çaba

g.       Doğru düşünce

h.       Doğru konsantrasyon


Zen görüşünde boşluk ve uzay dünyanın gerçek durumunu yansıttığı için önemlidir. Arınmak için zihnimizi boşaltmamız ve o “boşluk” haline gelmemiz gerekmektedir. “Boşluk” yalınlık, saflıktır. O “boşluk” bütün bilincinin kendisidir.


Hıristiyan mistizminin, inisiyesinde 3 aşama vardır. Bunlardan biri de arınmadır.

a.       Arınma (Purgative life) : Tüm dünyevi bağlardan ve egolardan arınma.

b.       Aydınlanma (Illuminative life) : İlahi birliğe yaklaşıp onu düşünmek, varlığın nihai gizemini fark etme.

c.       Birleşme (Unitive life) : Tanrıyla birleşme zevkini yaşama.

Yahudilik ‘naptes’ der ‘nef’e. Nefs kavramı Yahudilikte ruhun unsurlarından biridir.

1.       Neshamah (süper ego) Üstün ruh : Rasyonel unsurdur ve Torah ve ilahi olanı anlamayı sağlar.

2.       Ruah (spirit) Ruh : Ahlaki unsurları barındırır.

3.       Naptes/Nefesh yani Nefes : Dürtüler, fiziksel arzular ve hareket canlılık kaygısı içerir.


Bu sistemde birincisi, ikiyi. İkinci de üçüncüyü aydınlatır. Yahudi sisteminde de yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi nefs bedenle bütünleşmiş ruhun bir sorunudur.


Tanrı kelimesi İbrani alfabesiyle yazıldığında karşımıza ben yani modern söylemiyle ego çıkmaktadır. Yahudi inancına göre Birey ile Tanrı ilişkisi üç yolla olur :

a.       Maddi düşünce ve maddi şeylerden uzaklaşma.

b.       Maneviyat bir enerji gibi düşünülerek artırılması. Ve enerjinin düşünce ve duygulara aktarılması.

c.       Ben bilincinin yok edilmesi, yerini İlahi/Tanrısal bilincinin alması.


Diğer inanışlarda da görüldüğü gibi bilinç ve nefs eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Bilinç kazanma, nefsin artması olarak yorumlanabilir. Kişi de bireysel bilinç arttıkça, bütün bilinci yani Ruhun İradesi etkisini azaltır. O yüzden kişisel bilinç yerine, ruh bilinci olan irade kazanmak, bu yolculuk için gerekli olanlardan biridir.


Sufizm (tasavvuf) de olsun, diğer inanç sistemlerinde olsun nefs arınması bir kişiliksizleşme ve kişiliksizleştirme operasyonu değildir. Kişiliği, hakiki gerçekliğe ulaştırmaya yoğunlaşan bir süreçtir.

Batı ve doğu mistizmi açısından kendini bilme olayı değişik yorumlanabilir. Batı mistizmi bilinçlilik halini, kendini bilme olarak görür ve egonun sınırlarını ve gücünü artırırken, doğu mistizmi bilinçlilik halini yani egoyu yok ederek kendini bilme olayını anlamlandırır. Halbuki temelde doğu ve batı mistizminin hepsinde “cennetin krallığı içimizdedir” şeklinde açıklanabilecek bir düşünce vardır. Akhaneton Mısırında da, İsanın İncilinde de  Katoliklerin söylediği gibi ve Doğu mistizminde de aşağı yukarı aynı şekilde ifade bulan, “Tanrıyı aramak, insanın kendisini keşfetmesiyle alakalıdır”.

“Tanrı’nın krallığı senin içindedir ve onu bulan her kim ise kendini bulur.” (İncil, Luke 17:21)

“Cennetin kralı, senin içindedir ve onu bulan her kim ise kendini bulur.” (Akhaneton)

Sonuç olarak Doğu ve Batı mistizmde de zihni rahatlatmak ve boşaltmak olduğundan, nefsi arındırmadan ikisinde de Tanrıya ulaşılamaz.


Arınmanın iki ana unsuru vardır. İlki şeylerden uzaklaşma ve bağlarını koparma. Diğeri ego merkezli yaşamın öldürülmesi.


Simyacılıkta (giz kimyacılığı) dönüştürme maharetine sahip iksir veya felsefe taşı hazırlanırdı. Bu hazırlanırken kullanılan su binlerce kere imkansız yöntemlerle damıtılmak zorunda idi. Bu mistizmin çile çekenin arınması gibi, su da arındıkça değişir. Özden haline gelirdi. Tabi bu simyacılıkta demiri altına çevirme fenomeni gibi bir durumdur. Su nasıl damıtıldıkça arınırsa, inançlarda da arınma, sürekli damıtılma gereken bir durumdur.

 

^^^^

Bedenin iradesinin tek korkusu ve diğer tüm korkularının dayandığı temel korku; ölümdür. Beden sonsuz bir varlık olmadığını ve ölüm denilen olgunun da, bunun geri dönüşsüz son olduğunun bilincindedir. Bedenin, sonsuz istek, arzu ve ihtiyaçlarını bir kalemde silen, tüm bedeni artık geri dönülmez hale getiren ölüm. Bedenin bu korkusudur ki ölümsüzlük arar, ab-ı hayatlar, hızırlar hep bedenin ölmemesi üzerinedir. Ruh ölüm konusunda hep durağandır. Ölüm ona ulaşan değil, onu özgür edendir.


İnsan korku ve arzuyla çevrili ve bu arzu ve korkuları onun duygularını rahatsız edip, düşünce ve algılarını değiştirmektedir. İnsanların korkuyla bütünleşik olması bilinçlerinin hırs ve öfkelerine (yok olma hezeyanı) bilinçlerinin otomatik tepkiler vermesine sebep olmaktadır. İnsanoğlu koşullanmış varsayımlardan ve benmerkezci düşünceden özgürleşerek bilinç evrimini gerçekleştirebilir. Fakat bedeni irade savunmalarımızı ve ego mekanizmalarımız maalesef ki bunu engellemektedir. Aslında korkulması gereken tek şey egomuzdur.


İnsan ikiliğin eseridir. İyi ve kötü. İyi olan taraf aydınlık (Illumanati) ve kötü olan taraf karanlık/şeytani (Devil). Bireydeki bilinç ve bilinçaltı gerçekler arasındaki zıtlıklar bu gerilimi artırır ve bireyin dengesini sarsabilmektedir. Kişi karanlık tarafını görerek zıtlıkları bilinçli olarak kavrayabilir. İşte gerçek kendini bulma ve bu aşamadan itibaren bedeni arınmadan çıkar ve ruhun arındırılması ve kurtuluşuna dönüşür.

Bu kavrayış insanın; karanlığın ve aydınlığın kendisinin bir parçası olduğuna ve karanlığın aydınlığın gölgesi olduğu gerçeğine götürmektedir. Ruhun ikiye bölünmek yerine karanlığı ve aydınlığı ile dengeli ve ahenkli birlikteliği sağlaması gerektiğini de göstermektedir. Gölge kendinde olanın parçasıdır. Görüntü özün kendisidir.


Arınma sonuçta bir dönüşmedir. Dönüşme de işin kökeninde, gelişimdir. Kişi ister bedeni, ister ruhu arındırsın, asıl yapmak istediği dönüşmek ve gelişmektir. Arınıp, dönüşüp gelişecek olanın varış noktasına huzur denilebilir. Farabi’nin Mutluluğun Kazanılması dediği de işte budur, Huzur.


Dönüşüm süreci, aynı zamanda sahip olduğumuz ve olmak istediğimiz şeylerden vazgeçmektir. Vazgeçme, dönüşüm sürecine ket vuran engelleri kaldırmaktır. Ne kadar bir adım geri kalan “ben”e sırtımız dönük olarak adımları atmaya devam edersek, o kadar dönüşürüz. Vazgeçmek içte olandan geçmek gerek ki dönüşebilelim. Dönüşebilelim ki, gelişebilelim. Gelişebilelim ki, mutlu olalım, mutlu olalım ki huzur bulalım.


Peki inanç sistemleri ve öğretilerde bu arınma nasıl başlar, tövbe ile başlar. Aynı ben bir daha geriye bakmayacağım, eski ben olmayacağım demekle başlar. Tövbe, bir nevi yaşamışlıklar ve yapılmışlıklara duyulan pişmanlık denilebilir. Ama tövbe yalnızca pişmanlık değildir, hayatımızı dönüşüme uğratacak bir içsel eskiyle hesaplaşıp, onu yüzüstü bırakma sürecidir.


Tövbe sadece pişmanlıkları ve teolojik söylemle günahlar için değil, arınma süreci içinde en kuşatıcı unsurdur. Bir itiraf eylemi olan tövbe, terapötik bir değer taşır. Terapistler suçluluk hissinin kuvvetlenmesinin ve affedilmek için geç kalındığı düşüncesinin zihinsel rahatsızlık semptomu olduğunu ifade ederler. Pişmanlıkları ve keşkelerinden dolayı depresif durum yaşayan kişi tövbe/itiraf ile bunu ortadan kaldırabilir. İtiraf, bireyin kendisiyle ve kabul ettiği otorite ile pişmanlık ve mahremiyetini paylaşmasıdır. Bu, psikoterapideki Katarsisle benzerdir. Katarsis; olumsuz duygu ve geçmiş tecrübelerimizi açıklayarak, zihni ve duyguları temizlemektir. İtirafla, Katarsis (temizleme) arasındaki tek fark; katarsis’te olan “kınama” durumudur. Kişi temizleme sürecinin belli bir aşamasında kendini kınamak veya grup terapilerinde kınanmak gibi bir durumda yaşayabilmektedir. İtiraf, tövbe aşamasıdır. Daha çok teolojik olduğu için kişi yaptıklarını ortaya döküp, boşalttığı, pişman olduğu için kınanmaz. Tövbe işleminden sonra rahatlar.


Terapötik ve teolojik itirafın faydalı olduğunu belirten İngiliz Psikolog ve Parapsikolog R.H. Touless, “… ilahi yardımın güçlü psikolojik etkileri olduğu için psikologların teropötik itiraflarının başarısız olduğu yerde teolojik itiraf başarılıdır” diye ifade eder. Terapi de birey karşısında bir uzmanla beraberdir, bireyin mahremini açması bazen zordur, bazen de imkansız. Çoğu zaman uzmanın yeteneğine bağlıdır. Fakat tövbe de birey şeffaf ve açıktır. Her şeyi rahatça ifade edebilir. Çünkü inandığı Otoriteden ve vicdanından başka kimse yoktur ve bunlardan bi şey saklamaması gerektiğine inanmaktadır. İşte ister tövbe/itirafla, ister terapötik süreçle gelen bu farkındalık durumu hem arınmanın başlangıcı hem de taşıyıcı gücüdür.


Tasavvufi düşünce de ve diğer inançların ilahiyat fikriyatlarında yaratıcının ismini tekrar etmek (zikretmek/anmak), varoluşumuzdan önceki bütünlüğümüzü harekete geçirir. Bu hafıza değişiminin arketipidir. Bedensel irade için zikir ritüelinin sembolik bir anlamı vardır. Arketipal bir ses, kelime ve yahut da ritmik beden hareketi olan zikir, bilinçaltına ait enerjileri dönüştürme, hareket ettirme, konsantre olma ve arıtma potansiyelidir. İşin özü bu da ruhu değil bedeni arındırmak, zihni temizleme işleminin basamaklarından biridir.


Düşünmek, insan için aşamaların en meşakkatlisi bile olabilmektedir. Hem bedeni ruh, hem de saf ruh açısından zorlu bir sürecin başlangıcıdır. Saf ruh, özselliği itibariyle sürekli düşünme eylemi içerisindedir.  Tefekkür dediğimiz “düşünmek” onun varoluş gayesidir. Fakat o da beden içindeki yolcu iken, bedeni tekrar kendi istikametine sokmayı, bedenden ölümle veya ölümsüz kurtulmayı kendi özdenetimini, bedenin cüzi olan iradesinin kendisinin saf iradesine etki etmemesini düşünmek durumundadır.  Ayrıca sınırsız bedeni zevk ve tatminlerinde, ruh içinde ihtiyaç ve beklenti doğuran hazlar olmamasını, ruhun kendini kendi olarak tutabilmeyi, çevirimi sürekli olarak düşünmek durumundadır. Ruhun düşünmedeki bu zorlu süreci, fiziki varlık boyutuna sıkıştığı zaman başlamakta, ruh özgür olduğunda bitmektedir. Özgürken doğal evrensel döngüsü, Bütünle, bütünleşme, akma süreci devam etmektedir.


Bedeni varlık için kendini bulma sürecinin her aşaması zorludur. Bir kaya’ya çıplak elle tırmanan, kaya tırmanıcıları gibi olmak gerekmektedir. Nasıl kaya tırmanıcısı, tırmanış sırasında kayayı düşünüyor, yaptığı eyleme odaklanıyorsa, düşünen bedeninde o amacını düşünmesi ve o eylem olan düşünmeye odaklanması gerekmektedir.


Düşünmek bilinçaltına yani bedeni olanın dışındakine yani ruha inmeye çalışmaktır. Bilinçaltına inerek ruha dokunma egzersizleri; bilinç, ruhun iradi bedene nüfuzundan sonra oluşan bedeni iradeyle beraber oluşur. Bilinçaltı ifadesi, evrensel devinimde bir bedende özgürlük anını bekleyen ruha, kendini bulma sürecinde temas etmeye, değmeye çalışma sürecidir. Bilinçaltı denilen hal “bedeni ben”in çoğu zaman karışık duygularda kaldığı bir hal’dir. Ruhun durumunu, bedenden bağımsız olarak öncesi ve mevcut haliyle bilen kaynaktır.


Mesela Sufiler, psikoterapistlerin serbest çağrışım ve geçmiş travmaların yeniden yaşanmasıyla kişi benliğini aşamalı olarak yanılsama ve çarpıtmalardan kurtarmasına benzer bir şekilde iç yaşantılara dikkat ederek bilinçdışına seyahat etmeye çalışırlar.  


Ruh bu tefekkür sürecinde, kişi durumu doğru algılayabilirse gerçek bilinçaltına (bilinç dışına) ulaşarak bedeni iradenin ne’liğini ona kavratabilir. Bu kavrayıştan sonra bedeni “ben” işlevinin ne olduğunu anlar ve ruhun yolculuğunu, bu süreçte mutluluğunu ve huzurunu da bulabilir. Yürümüş olduğu yol bu kavrayışa varan bedenler için daha konforlu, insan olma kimliğine daha uygun olma haline gelir. Bedeni “Ben” içinde tefekkür -düşünme- hali insan olma haline bürünme durumudur. Böylece süreli yaşamı, anlam ve değer kazanarak artık o yolda temas ettiği bedenlerle daha farkındalıklı ilişkiler kurmak, yaşadığı habitatı daha da sürdürülebilir yaşam alanları yaratma da kullanabilir. Ölümsüzlük için ab-ı hayatlar, iksirler, felsefe taşları aramak yerine, aslında ölümsüzü içinde taşıdığını o süreli ömürde yapılıp edilenlerin zateni bedeni “ben”i ölümsüz yapacağını o hale gelebilmek içinde, bedene kendini buldurmak ritüelleri yerine, bedenle, ruhu temasa geçirerek, ölümsüzden, ölümlünün kendi özünü bulma yolunu öğrenmek gerektiğini düşünmek gerekir. Tasavvuftaki; Tanrının verdiklerini ve Tanrıyı düşünmek eyleminin de aslı budur. Kişi yaşamı, yaratanı düşünerek; kendine ulaşır. Asıl kendine ulaşarak da, kendi olur. Huzur ve mutluluk beraberinde gelir, böylece kendini bilir.

 

120 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page