“…seviyorum.
Ve bu her şeyin başlangıcı ve sonu.”
-F. Scott FITZGERALD
Canlılar dünyasında hayatın dört elementini içinde barındıran iksir. Üstüne ilk yazıyı bulduğumuzdaki, belki ilk mağara resmini çizdiğimiz andaki ifade de odur. İlk konuşmaya belki de iki âşık aşk sözcükleriyle başlamıştır.
“Aşk bir duygu durum bozukluğudur.”
–Özden Bekir Karakaş/Reformist
Âdem o kimyasal karışmış duygularıyla, yine aynı kimyasalın bedenini esir alan Havva’nın elmasını koparması aşkın bizzat kendisidir. Ya o elma aşk idiyse?
Aşk tek başına sevgi değildir.
Aşk tek başına cinsellik değildir.
Aşk tek başına evlilik değildir.
Aşk çok başka bir kimyasal formüldür. Kimi zaman afrodizyaktır, kimi zaman antibiyotik, kimi zaman antidepresan ve kimi zaman da arseniktir.
Aşk tarihöncesinden günümüze kadar sonsuzluk seyyahı gibi yolculuğuna devam etmektedir. Bilinen bilinmeyen bütün diyarlara, âlemlere aşk iksiri dağıtmaya devam edecektir.
Beynin kimyasını değiştiren, ruh halinde gelgitler yaratan dünyanın en sevilen deliliğidir aşk.
Aşkın felsefesini uzun uzun yazmak yerine filozoflar için aşk ne ifade ediyor kısa kısa onlara değinelim.
Platon (Sokrates’in gözde öğrencisi, sohbetlerinin altında aşk sözlerinin saklı olduğu gizemli bilinmezliği göz göze, diz dize yaşamış feylesof)
Aşka ayırdığı Şölen adlı diyalogda yedi değişik konuşmacı aşk konusunu farklı açılardan işliyor. Aşka dair doğru yorumsa Sokrates’e ait. Bu tanıma göre, âşık olunca sevdiğimizi idealize edilmiş bir çember içinde görürüz. Tek tek aşkların hepsi, genel bir aşk formülünde eritilebilir. Aşk, annesi Penia gibi bir dilenci, babası Poros gibi hileye başvurmaktan çekinmeyen bir varlık olarak belirir Platon’da bu özellikleriyle de çelişkileri birleştirir.
Aristoteles (Platon’un öğrencisi, aşkın sevgi sofrasında ölçüsüyle yenmesini tavsiye eden feylesof)
Her şeyde olduğu gibi aşkta da ölçüyü temel alan filozof, tutkulara kendini kaptıran aşığı değil, sevgilisiyle bir paylaşma sürecine giren kişiyi yüceltir. Aristoteles, aşk konusunda dostluğu temel alır, hatta aşkı dostlukla bir tuttuğu bile söylenebilir. Ama dostluk olarak tanımladığı ilişki, erişilmesi kolay bir bağ değildir. “Ey dostlar, dost yoktur!” diyen Aristoteles, bu bağa erişmenin güçlüklerinin de farkındadır.
Lucretius (Aşk hastalığını tarif eden feylesof)
Lucretius eskilerin en tutkulu doğa şairi ve aynı zamanda bir maddecidir. Maddenin kimi dolaşımlarının vücudu “aşk hastalığı”na yakalattığına inanır. Bu durumdaki kişiden her şeyin beklenebileceğini çünkü güçlü bir yanılsamanın bu “hastalığa” tutulmuş kişilerin her yerine nüfuz ettiğini düşünür.
Ovidius (Narsist’in aşkını yazan feylesof)
Dönüşümler adlı şiir kitabında eski Yunan’daki birçok efsaneyi şiirleştiren Latin şiiri, Narkissos efsanesiyle aşka dair derin bir inceleme yapar. Efsanenin kahramanı Narkissos, kendisine âşıktır. Öyle ki babası olan ırmağın, annesi su perisine tecavüz etmesi sonucunda doğan Narkissos, ırmakta kendi aksini seyrederek aşkından eriyip gider. Ovidius’un aşka dair fikrini de bu efsane şekillendirir aslında; Her âşık karşısındakinde kendi yansımasını arar.
Hegel (Aşkı evlilik töreselliğine hapseden tarihselci feylesof)
Hegel, hukuk sistemi içinde aşkın er ya da geç kurumlarda yer alıp bir diyalektiği sağladığına inanır. Toplumlarda aşk evlilikle sonuçlanan bir duygu durumudur. Ve evlilik de Hegel’e göre, çocukların doğumuyla anne-babanın ölümüne neden olan bir kurumdur. Aile-sivil toplum-devlet üçlü hiyerarşisinde aşkın git gide yok olduğunu düşünür.
Schopenhauer (Aşkın kandırmaca olduğuna inanan, karamsar feylesof)
Schopenhauer, aşkın görevinin insan türünün devamını sağlamak olduğunu düşünür. İnsanlar sadece temsil yoluyla ilişkiye girdikleri bu devamlılık için aşk girdabına sürüklenir. Yani ona göre, aşk kandırmacadır.
Nietzsche (Aşk savaştır ve aşk ahlakı köleleştirir diyen feylesof)
Nietzsche, aşkı bir savaş gibi görür. Arada bir geçici anlaşmalar olsa da karşılıklı işkence, Nietzsche’ye göre asla son bulmayacaktır. Bu konuda sanata bir göreve atfeder; sanat insanı aşktan ayırıp teselli edebilme gücünü taşır. Çünkü ona göre, aşk ahlakına kalsa, insanlar köleden farksız olur.
Proust (Âşık insanın davranışlarını ve acılarını sorgulayan feylesof)
Proust, âşık insanın davranışları üzerine kafa yorar. Ona göre sevgililer, ellerimizin arasındayken bile kaçırdığımız varlıklardır. İnsanların rakiplerinden birer birer kurtulup âşık olunan kişiye sahip olmaya çalıştığını, ama o kişi hep yanında olunca bıkma eğiliminde olduğunu düşünür. Ama buna rağmen sevgili terk ettiği anda sonsuz acılar sarar insanı. Tüm bu çıkarımlara kendi deneyimlerinden yola çıkarak ulaşır. Kendisini terk eden sevgilisinin ardından çektiği acıya kitabında geniş bir yer ayırır Proust.
Comments